Mehmet Toker
Mehmet Toker Şemsiyenin Tellerine Şizofrenler Konar mı?

Şemsiyenin Tellerine Şizofrenler Konar mı?

2023 yılına doğru yaklaşırken toplum olarak farklı noktalara sürüklendiğimizi ifade edebiliriz. Gün geçmiyor ki;  gündemi meşgul eden absürt bir konuyla karşılaşmayalım. Toplum olarak yaşamış olduğumuz hipnoz hali devam edip, bilinçaltımız toplum mühendislerinin istemiş olduğu  bilgilerle doldurulmuşken, artık bu bilinçaltının bilinç seviyesine geldiğini de söyleyebiliriz. Yalnız bu öylesine bir bilinç seviyesi ki "öğretilmiş cahillik" ifadesine tam da denk düşen bir durum.

Türkiye bulunmuş olduğu jeopolitik konumu itibariyle, dünya üzerinde belki de yaşanması en zor ülkelerden, coğrafyalardan bir tanesi. Sebebine gelince; çok kültürlü, çok uluslu bir coğrafyanın tam ortasında bulunuyoruz. Onun ötesinde  Anadolu'da ve civarında, Dünya üzerinde yazılı tarihleri bilinen en eski medeniyetlerin tam göbeğinde yer alıyoruz. Yine aynı zamanda dünya nüfusunu ve kültürünü şekillendiren üç semavi dinin kesişim noktasında, tarihi kavşaklarından en önemlisinde bulunuyoruz. Böyle olunca ister istemez bu ülkede farklı fikirlerin, düşüncelerin, inanç ve anlayışların olması da kaçınılmaz hale geliyor.

Yalnız konunun bu noktasında şunu ifade etmek gerekiyor ki bu ülke yaklaşık 1000 yıldır hakim İslam kültürünün izlerini taşıyor. 95 yıl öncesine kadar bu ülkenin ana karakteristiği İslam dini ve bu dinin oluşturmuş olduğu kültür idi. Diğer unsurlar, İslam'ın himaye eden şemsiyesi altında yaşıyorlardı. İçimizdeki diğer unsur gözüyle bakmış olduğumuz ve 1492 yılında İspanyol Engizisyon'unun katliamından kurtararak; İzmir, İstanbul, Selanik, Tunus gibi Osmanlı İslam coğrafyasının farklı noktalarına yerleştirmiş olduğumuz Yahudilerin içinden çıkan Siyonist/Sabetayist güruh o şemsiyeyi tutan ele ve o bedene ihanet ettiler. Akabinde o şemsiyenin yerine daha kırılgan, daha geçirgen diyebileceğimiz bir yapı oluşturuldu. Ve o yapı üzerinde birtakım oynamalar yapılmaya başlandı. İlk önce o şemsiyeyi sağlam tutan ana gövde, ana direk yani şemsiyenin sapı, saltanat ve halifelik kırıldı. Akabinde, o şemsiyenin gergin ve koruyucu olmasını temin eden ana direkten çevreye yayılan o şemsiyenin telleri kırılmaya başlandı. Bunlardan bir tanesi alfabe, bir tanesi ibadet dili, bir tanesi Şer'iyye ve Evkaf Vekaleti, bir tanesi toplumun örgün eğitimini sağlayan tekke ve zaviyeler, bir tanesi giyim kuşam vb... İslam şemsiyesinin telleri kırıldı.  Tabiri caizse şemsiyeyi bozup yerine dik duramayan, bir bez parçası, adeta bir paspas haline getirilmiş bir toplum yapısı oluşturuldu. İşte bu dağıtılan şemsiyenin en önemli argümanlarından birisi olan, İslam çatısının bir anlamda bayrağı, sembolü olan ezan da Türkçeleştirildi. 18 Temmuz 1932'den, 16 Haziran 1950 tarihine kadar tam 18 yıl boyunca bu millete, bu işkence reva görüldü. Peki neden öyle bir şeye ihtiyaç duyuldu? Çünkü ezan İslam Kültür ve Medeniyetinin şiarı, sembolü olarak görülüyordu. Bir anlamda, İslam'ın o topraklarda özgürce yaşandığının bayrağı idi ezan...

 Ezan, sadece basit bir çağrı değildir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi makamda okunursa okunsun ezanı ifade eden Arapça cümleleri peşpeşe duyduğunuz zaman, namaz vaktinin girdiğini, orada müslümanların namaz kılmak için toplandığını, o bölgede, o beldede Müslümanların yaşadığını anlarsınız. İşte ezan Türkçeleştirilirek o gergin durup altına sığınanları yağmurdan, güneşten koruyan İslam Kültür ve Medeniyet şemsiyesinin önemli bir teli daha kırılmıştı. Aradan 68 yıl geçtikten sonra şimdi tekrar günümüzde bir takım aklı evvel -kendi tabirleri ile şizofren-  kişiler,  Danıştay'ın "Andımız!" kararından da güç bularak veya yüz bulup şımararak, "Ezan tekrar Türkçe okunmalıdır" diyerek aynı cürmü işlemek istediklerini dile getiriyorlar. Bu şuna benziyor: "Bayrağı değiştirip yerine farklı bir bayrak çekelim veya bayrağın rengi hoşumuza gitmedi, Bu rengi değiştirelim..." (Mesela: "Bayrağımızın kırmızısı yerine kolkola gezdikleri LGBT nin rengi olan gökkuşağı renkleri olsun." diyebilirler.) türü bir tekliftir. Nedense bu ülkedeki İslam dini ile problemi olan kişi veya unsurlar İslam'a karşı yapmış oldukları saldırıları düşünce özgürlüğü kılıfına süsleyerek dile getirirken, aynı kişilerden şunu duyamıyorsunuz mesela:  "Kiliselerde çan yerine de zurna çalalım."  Çünkü;  "ezan Arapça, milli değil!" diye ifade ederlerken;  sanki çan milli bir enstrüman mı da bunu millileştirmeyi düşünmüyorlar?  Bizim milli çalgı aletlerimiz nedir? Davul, zurna...  O zaman havralar da, sinagoglarda Hazan yerine davul zurna çalalım, kiliselerde çan yerine pazar günleri âyin saati geldiği zaman davul, zurna, klarnet çalalım. Hem böylece laik bir devlette inanç gruplarına eşit davranılmış olur ve hem de bütün inanç grupları millileştirilmiş olur. Türkçe ezan üzerinden kusulan ifrazat ve kinlerin millilik ve millileşme ile alakası olmadığını akıl sahibi her insan anlar.  Buradaki asıl düşüncenin bu toprakların bin yıldır mayası, özü, medeniyeti ve kültürü olan İslam dinine ve onun sembollerine saldırmak olduğunu da her akıl sahibi insan bilir. Ezan Türkçe'ye değiştirilsin diyenlerle, Irak şehirlerinde veya Suriye şehirlerinde top atışlarıyla, makineli tüfeklerle minareleri hedef alıp yıkan DAEŞ, zihniyet olarak aynı zihniyettir. Ya da Bosna Hersek'te minareleri, Mostar Köprüsü'nü, cami kubbelerini hedef alan Sırp canilerle, ezan Türkçeleştirilmeli diyenler aynı çizgide, omuz omuza buluşan İslam karşıtı düşünce sahipleridir.

Yine geçtiğimiz hafta içerisinde gündemi meşgul eden diğer bir husus; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın, tarihçi-yazar Kadir Mısıroğlu'nu ziyaretiydi. Bu ziyaret üzerinden Diyanet kapatılsın hezeyanları koparanlarla, ezan Türkçe'ye değiştirilsin diyenlerin de yine aynı şizofrenik düşünce yapısına sahip kişiler olduğunu ifade edebiliriz. Kadir Mısıroğlu'nun, bu ülkede düşünce özgürlüğüne düşman olan şizofrenler tarafından sevilmemesinin sebebi, ezberlettirilmiş, yalan yakın tarihi eleştirmesi ve doğrusunu insanlara öğretmeye çalışmasıdır. Diyanet Reisinin Kadir Mısıroğlu'nu ziyareti sebebiyle Diyanet kapatılsın diye hezeyanlar savuranlar, neden, terör suçu sabit olmuş teröristleri, vatan hainlerini ve terörist cenazelerini ziyaret edenlerin ait oldukları kurum, kuruluş, parti, dernek  vb. oluşumlar da kapatılsın demiyorlar? Bu zihniyete sahip insanlar kendi zihinlerindeki, kendi düşüncelerindeki dogmatik hale getirdikleri putlarına bırakın dokunulmasını, o putların eleştirilmesini bile hazmedemiyorlar. Maalesef, zihinlerdeki putlar yıkılmadan düşüncelerin özgür olması beklenemez. İnsanların zihinlerindeki putları yıkmak, dışarıda tahtadan, taştan, madenlerden imal edilmiş putları yıkmaktan çok daha zordur. Bu ülke insanının zihnine küçük putçuklar yerleştirilerek ve zaman içerisinde putçuklar beslenip, semirtirilerek, büyük putlar haline getiriliyor ve özgür olarak düşünmesi engelleniyor. Bu durum özellikle ezan Türkçe'ye değiştirilsin düşüncesinde olan toplum nezdinde, artık şizofrenik bir rahatsızlık haline gelmiş gözüküyor. Bu tahlili veya bu teşhisi yine kendi içlerinden çıkarmış oldukları şizofrenik kişiler ifade ediyor. Bütün bu yaşananlara karşı bizim yapmamız gereken, ısrarla bilgi temelinde, yakın tarihin gerçeklerini insanlara doğru bir şekilde anlatmak olmalıdır. Bugün bu topraklar üzerinde yaşanan çatışmaların temelinde; yobaz, çağdışı,  dogmatik inanç sahibi, kalıplaşmış cümleler, sloganlar  ile konuşan şizofrenlerin kendilerini; özgürlükçü, demokrat, çağdaş, aydın, ilerici görmeleri ve İslam inanç ve ilkeleri doğrultusunda, usûl çerçevesinde düşünen, konuşan, yazan insanları gericilikle, yobazlıkla suçlamalarından kaynaklanıyor. Tarih yeniden şekillenirken zihinlerimizi özgür düşünceye açık, putlarından arınmış bir mekan haline getirmemiz gerekiyor. Yoksa düşünsel putperestlik zor zanaat, insanı netice de şizofren yapıyor. Demedi demeyin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi