Mehmet Toker
Mehmet Toker Savaşın Ahlâkı Olur mu?

Savaşın Ahlâkı Olur mu?

Karadeniz'in hemen kuzeyinde cereyan eden savaştan her gün şu tür haberler yansıyor: "İçerisinde kadın ve çocukların olduğu tiyatro binası bombalandı!", "Çocuklara rağmen füzelerle vurdular!", "Sivil binaları hedef aldılar, 14 katlı apartman füzelerle vuruldu!", "Onlarca sivil öldü ya da kayıp..." vb.

Bu minvâlde haber başlıkları, basında her gün tekrarlanıyor. Buna bir de Batı medyasının, batılı kafanın ırkçı söylemleri ekleniyor: "Bunlar Irak veya Afganistan'lı değil, sarı saçlı mavi gözlü insanlar!" "Ukrayna, uygar(Hristiyan) bir ülke, Ortadoğu(Müsülüman Ülkeler) gibi onlarca yıldır kaos yaşayan bir ülke değil!" gibi bütün bu söylemler vicdan sahibi her insanı ister istemez düşünmeye ve bir muhakeme bir mukayese yapmaya zorluyor.

Onlarca yıldır Müslümanların yaşamış olduğu coğrafyalarda batılı emperyalist güçlerin sebep olduğu katliamlar, soykırımlar, çocukların, kadınların ölümleri veya sakat kalmaları, tecavüz ve işkenceler dünyayı hiç enterese etmemişti. Yukarıdakilere benzer başlıkları görmemiştik. Daha ağırı yaşandığı halde medeni diye lanse/reklam edilen Batı Düşüncesi maalesef buna benzer tepkiler ver(e)memişti. Batılı anlayış, kendisine yönelik kriz anlarında yüzündeki maskeyi düşürüyor ve barbarlık, ırkçılık, vahşilik hemen gün yüzüne çıkıyor  ve batı düşüncesinin gerçek yüzünü ortaya koyuyor.

"Savaşı'nda bir ahlakı, bir hukuku olması gerekmez mi?" sorusu şu günlerde daha fazla sorulup dillendiriliyor. Dünyanın tarih boyunca yaşamış olduğu tecrübeler, özellikle son yüz yıldır yaşanan sömürü savaşları Batı düşüncesinde, savaşın bir ahlakı, hukuku olmadığını çok açık ve net bir şekilde göstermektedir. Filistin, Irak, Suriye, Bosna Hersek, Libya, Cezayir, vb.ülkelerde yaşanan, Müslümanların maruz kaldığı katliam ve soykırımlar, gerekse batılıların algıda seçicilik yapmak zorunda kaldığı Ukrayna savaşındaki yaşanan hadiseler Batı Kültürünün bir çok alanda olduğu gibi çok barbar bir savaş mantalitesine sahip olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Savaş anlayışının, yok etme amacına matuf, kendisi dışındaki hiçbir varlığa yaşam hakkı tanımayan bir barbarlığı ve gaddarlığı barındırdığı artık kamufle edilememektedir..  

Dünyayı medenileştiren, insanlığa ilim, bilim, ahlak, kültür ve medeniyet öğreten İslam dininde savaşın da bir hukuku ve onun da üzerinde bir ahlakı vardır. Savaş, modern devletler hukuku doktrinine göre: "tarafların çıkarları doğrultusunda birbirlerine isteklerini zorla kabul ettirmek amacıyla ve devletler hukukunca öngörülmüş kurallar çerçevesinde!!! iki veya daha fazla devlet arasında yapılan silahlı mücadele" şeklinde tanımlanmaktadır. İslam dini bu kadük tanımlamanın ötesinde savaşı; Allah yolunda (fi sebilillah) olması gerektiği ile sınırlandırılmış, istila, sömürü, baskı, zulüm, katliam, soykırım gibi sebep ve sonuçlardan arındırılmıştır. Savaşta aşırıya gitmeyi yasaklamış ve aşırı gidenlerin(hukukun dışına çıkanların/Allah'ın çizdiği kırmızı çizgiyi ihlal edenlerin)  Allah'ın sevgisinden mahrum kalacağını ifade etmiştir.

Savaş sebebi olarak İslam yeryüzünde baskı, şiddet, zulüm, fitne kalmayıncaya kadar ve adalet, ahlak inşa edilinceye kadar savaşılmasını bir gerekçe olarak koymuştur. 1400 yıl boyunca Müslüman toplulukların ve devletlerin yapmış olduğu savaşlar: toprak edinme, istila, işgal, sömürgeleştirme, soykırım amaçlı savaşlar değil; haksızlık, hukuksuzluk, fitne ve zulme karşı yapılan savaşlardır. İslamın temel iki kaynağı olan Kur'an-ı Kerim ve Sahih Hadisi Şeriflerde  savaşlarda aşırılığa kaçılmaması, kadınların, çocukların, hasta ve yaşlıların öldürülmemesi, müsle (öldürülen düşman askerinin beden bütünlüğünün bozulması) yapılmaması, ibadethanelerdeki din adamlarının öldürülmemesi, tabiata, zirai alanlara, ormanlara zarar verilmemesi, evlerin yakılmaması/yıkılmaması, ekili tarlaların ve bahçelerin korunması buralara zarar verilmemesi, hayvanların katledilmemesi ilkelerini ahlaki bir erdemlilik olarak kesin ve tavizsiz bir dille emretmiştir. Aynı zamanda esirlere iyi davranılması, savaşılan taraf antlaşma istediğinde antlaşma yolunun tercih edilmesi ve savaşta da olsa insanlara iyilik edilip, ahlaki hassasiyetin korunmasını emreden ifadeler bağlayıcı ahlaki ilkelerdir.

Maalesef batılı ülkelerin uyduruk gerekçelerle sebep olduğu dünyayı sömürme ve tek tipleştirme savaşlarında bu hassasiyetlerin hiçbirini göremiyoruz. Batılı sömürgeci güçler Ortadoğu'da, Uzakdoğu'da, Balkanlarda, Afrika'da ve savaş cereyan eden bütün coğrafyalarda en vahşi katliamları, en insanlık dışı barbarca tutum ve davranışların sergilediler,  sergilemeye de devam ediyorlar. İslam Ahlâkı, Müslümanlara sığınan insanların dinine, ırkına bakmaksızın onların emân altına alınmasını, korunmasını ve insanca bir hayat yaşamalarının teminini emretmektedir. Irkçılık barış zamanlarında olduğu gibi savaş zamanında da yasaklanmıştır. Allah, din konusunda Müslümanlarla savaşmayan, Müslümanları yurtlarından çıkarmayan kimselere nezaketle ve adaletle davranmayı emreder. Ancak Müslümanlarla savaşan, onları yurtlarından çıkaran ve bunlarla  işbirliği içerisinde olanlarla ve Müslümanlara ihanet edenlerle savaşmayı meşru kılmıştır.

İslam'ın temel hedefi(Makasıd-üş Şeria): din, can, akıl, mal ve neslin korunmasıdır. İslam fıkhında bu kavramlar, korunması gereken beş temel haktır. Bunlar insanların insanca yaşamasını temin ve tesis etmek için zaruret olarak değerlendirmiştir. Kendisinden olmayana yaşam hakkı tanımayan, insanların ırkları ve dinlerine göre yaşamalarına müsaade eden,  kendi dindaş ve ırkdaşlarının yapmış olduğu zulümleri, katliamları soykırımları görmezden gelen ya da meşru gören anlayış, insani ve medeni bir anlayış değildir Yahudilerin  Filistin'deki, Sırpların Bosna'daki, Amerikalıların/İngilizlerin Afrika, Afganistan, Suriye... vb. bir çok coğrafyadaki  istila ve katliamlarına sessiz kalan, kadınlara tecavüz etmeyi, çocukları öldürmeyi, camilere saldırmayı meşru gören batının, savaş kapısına dayandığı ya da dindaş ve ırkdaşlarının  zarar gördüğü bir savaşla karşı karşıya kaldığı zaman adaletten, insanlıktan bahsetmesi inandırıcı olmuyor. Uluslararası kuruluşların eylem ve söylemlerinin sloganlardan ibaret kaldığını görmek, adalet ve hak kavramlarını bile kategorize etmek insanlığın karşı karşıya kaldığı sorunlara çözüm olmuyor.

Çözüm, insanlığı yaratan, yaşatan mutlak irade ve idarenin, insanlığın selameti için belirlemiş olduğu hukuki ve ahlaki ilkeleri yeryüzüne hakim kılmaktan geçiyor. Bunu temin etmenin yolu ise "Kıtal ile Cihad'ı" birbirine karıştırmadan tüm mesaimiz, gücümüz ve varlığımızla yeryüzünde hakkın temin ve tesisi için cehd etmekten geçiyor. Yoksa keseri elinde tutanlar hep kendine doğru yontmaya devam edecektir.

Savaşın ahlakı olmazsa, hedefe giden yolda herşey mübah görülecek, yeni dünya, katliamların, soykırımların, masum ve sivil ölümlerinin artarak devam ettiği kaotik bir dünya olacaktır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi