İstiklâl Marşı’nı Değiştirme Çabaları
Geçtiğimiz hafta İstiklal Marşımızın yazılış hikâyesini konu edinmiştik. Bu hafta belki pek çoğumuzun ilk kez duyacağı duyduğunda üzülüp şaşıracağı bir konuya değinmek istiyorum: İstiklal Marşı’nı değiştirme çabaları.
İstiklal Savaşı’nın aziz hatırası olan İstiklal Marşı, Milli Mücadele zamanında TBMM tarafından kabul edilip benimsenmiştir. Ne hikmetse, Cumhuriyetin ilk yıllarında defalarca marş yarışmaları düzenlenmiştir. Muhittin Nalbantoğlu “İstiklal Marşımızın Tarihi” adlı eserinde milli marşın kırk iki yılda yirmi bir defa değiştirilmek istendiğini belirtir.
Mehmet Akif’in o artık benim değil milletimin ortak malıdır dediği milli marşımız tıpkı bayrağımız gibi vatanımız gibi dilimiz gibi kutsaldır. Değiştirilemez. Mahir İz ve Sezai Karakoç marşımız için “Ruhları coşturan bir hamaset ve belagat abidesi; bir daha yaşanmaz milli maceranın kelam anıtı” demişlerdir.
Meyve veren ağacı taşlarlar diye bir atasözü vardır dilimizde. Mehmet Akif, ruhunun ağacından kalemine dökülen öyle leziz bir meyve ortaya çıkarmış ki art niyetli kişiler tüm zamanlarda olduğu gibi kötülüklerini yapmışlardır. Batı hayranı kimseler, manda ve himaye için alkış tutan zihniyet, marşımızda geçen “Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli; Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli/ Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli; Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli/ O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım…” satırlarında geçen İslam’ın vazgeçilmez unsuru ezan, şahadet, secde gibi kavramları beğenmediler. Şairin İslam vurgusunu haklı olarak yaptığı bu marşa ilk mecliste belki bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar ret cevabı vermiş; marş kabul görünce işin peşini bırakmamışlardır.
Bir düşünelim. Geniş halk kitlelerinin kendini bulduğu milli mutabakat metnini değiştirmenin kime yararı olur ki? Sizce de ortak metnin yok edilmek istenmesi fitne tohumları ekme değil de nedir? Yoksa büyük çaplı bir kültür ve medeniyet değiştirme mi hedeflenmiştir, bilemeyiz.
Marş değiştirme faaliyetleri açıklanmadan önce, garip şekilde Akif ve yakın çevresi kıskaca alınır. Hiç ilişkisi olmadığı halde Akif’in başyazarı olduğu dergi bir isyanla ilişkilendirilerek kapatılır. 6 Mart 1925’te Bakanlar Kurulu kararıyla Sebilürreşad kapatılır. Akif’in can dostu Eşref Edip idamla yargılanmak üzere tutuklanarak İstiklal Mahkemelerine gönderilir. Mehmet Akif’in arkasına polis hafiyeleri takılır. Bunu fak eden Akif çok üzülür ve davet üzerine Mısır’a gider. “Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum işte bundan gidiyorum” der. 1925 yılı sonunda Mısır’a giden Akif, orada on bir yıla yakın gönüllü sürgün hayatı yaşar; ölümüne kısa zaman kala yurda döner.
Akif’te açık bir Batıcılık ve Batı aleyhtarlığı vardı. “Sözün odun gibi olsun hakikatin olsun tek” diyen Akif,1925 yılı sonunda Mısır’a gitmiştir. Batı aleyhtarlığı tavrını yalnız İstiklal Marşında değil diğer şiirlerinde de ortaya koymuştur. Hassasiyeti kültürel-ahlaki sapma ve kimlik aşınmasına tepkiden kaynaklanır. Haçlıların medeniyet, gelişme ilerleme adına yaptıkları saldırılarını şu sözlerle kınar: “Tükürün ehli salibin (haçlı) o hayasız yüzüne!/ Tükürün onların asla güvenilmez sözüne/ Medeniyet denilen maskeli mahluku görün/ Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!”der.
Hak, Hakk’a tapmak, ezan, din, şehitlik, hilal gibi kavramların yer aldığı bir metnin milli marş olamayacağı öne sürülür. İtiraz edenlerin temel gerekçesi Batı medeniyetine “tek dişi kalmış canavar”, “alçaklar” denmesidir.
İstiklal Marşı’nın sözlerini değiştirmek üzere Cumhuriyet Devri’nde ilk defa 13 Kasım 1925’te güfte yarışması yapılır. Beste seçimi Türkiye’de yapılmayacak, toplanan eserler Paris, Viyana, Napoli konservatuarlarında incelenip ayrılarak seçim yapılacaktır. Bir düşünelim bu yapılan çelişki değil midir? Daha şehitlerin kanı bile kurumamışken savaştığımız devletlerin hakimiyeti altına girmeyi kabul etmek değil de nedir? Kazım Karabekir bu konuda: “İstiklal uğruna çarpışan bir milletin yabancı bir adama veya memlekete kendi marşını seçtirmesi mucibi teessürdür” demiştir.
Konya Yazma Eserler Bölge Müdürlüğü kütüphanesinde saklanan belgelere göre, marş değiştirme şartnamesinde şunlar bulunuyor: Batı medeniyetine canavar deme, Türk kelimesinin geçmemesi, lidere şükrane yokluğu ve şiirin uzun olması. Türk adına sığınılarak marş değiştirme isteği ile Avrupa medeniyetine söz söyletme çelişmektedir.
Pekçok eser katılmış fakat hiç biri İstiklal Marşı kadar etkili olmayınca 25-26 yılları arasındaki Marş değiştirme çabaları başarısız olur. 1938 yılında yeni bir marş değiştirme çabası başlar. Bu sefer yöntem değiştirilmiş Kaldırımlar şairi Nacip Fazıl’dan güdümlü bir şiir yazılması istenmiştir. Onun tüm şartlarını kabul edeceklerini yeter ki bu şiiri yazmasını isterler. Şair zoraki kabul eder, şiiri yazar. Akif’te hoşa gitmeyen İslami hava bu şiirde gizliden gizliye üstü kapalı halde verilmiş; kelimelere herkes kendince yorum kattığından kimse Necip Fazıl’ın asıl niyetini anlayamamış şiir çok beğenilmiştir. Fakat Mustafa Kemal’in vefatıyla bu şiir Milli Marş olacakken Büyük Doğu marşı olur.
Sözün sonuna gelecek olursak İstiklal Marşı’nın değiştirilmesi yolundaki her türlü teşebbüs başarısız kalmıştır. Akif’in vasiyetinde belirttiği gibi “O şiir bir daha yazılamaz. Ben de yazamam. O şiir artık benim değil; milletimin malıdır.”
Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın. Selam ve dua ile…