Parçalanmış hayatlar
Her şeyin iç içe geçtiği, parçaların bütünden daha mühim olduğu, hakikati aramak yerine hakikat “benim” inanışına kanmış bir çağda yaşıyoruz. Takıldığımız detaylar, aldandığımız kavramlar, bütünden kopan parçalar mevzunun aslına ulaşmamızı engelliyor.
İnsanı ve onun barındırdığı aşkın derinliği hesap edilebilir bir işlemin malzemesi, hayatın aslı yerine konusu haline sokmak, manevi dünyamızın maddi bilimlerin elinde deney malzemesi olmasına sebep oldu. İnsanın ne kadar harcayabileceği ve bunu ne kadar geliştirebileceği artık ekonomi ve istatistik biliminin konularından biri, hal böyle olunca maddi karşılığı ve finansal ederi olmayan değerler göz ardı edilmişti bile.
Ahlaki değerlerden ve hikmetten yoksun yaklaşımlar sayesinde insani değerler sayıların ve maddiyatın elinde kaybolup gitmek üzere.
“Kazanmak” denildiğinde “harcanabilecek” ederi olan her şey alışveriş piyasasına sunuldu. Burada kast ettiğim alışveriş kavramının sıradan bir ticareti belirtmediğini ifade etmiş olayım. Şöyle ki; makam için satabileceğiniz değerleriniz varsa ve bunu pazarlayacak bir piyasa oluşmuşsa artık hem o makam hem o makama getirecek her yol alışverişin konusu olmuştur. Piyasa seni parçalara ayırmış ve her parçanı kapital sistemde piyasa malı yapmıştır.
Son çağ, ütmek üzerine kuruldu. “Yok” etmek daha kolaydı aslında diyenler bunu beceremeyince hasmının varlığı üzerinden zenginleşmeyi tercih etti. Savaşta gayeler farklıdır, düşmanı alt etmek ve varlık olarak nesi varsa ele geçirmek temel gaye olarak düşünülür, savunan ise “var” olmasını idameye çaba harcar.
Kapitalizm tüm gelişim ve değişim sürecini sayısal veriler ve paraya dair istatistiklere dayandırdığından beri tablolar, kâr-zarar sonuçları ve ulaşılan hedefler üzerinden büyüyor ya da küçülüyoruz. Para trafiğini kontrol edenler hangi ülkenin nereden nereye kadar büyüyeceğini hesap ediyor. Paranın nereye harcandığı kadar nasıl kazanıldığı da aynıyla mühimdir prensibi çoktan unutuldu. Paylaşmak deyince boyunduruk altına alınabilecek kişiler akla geliyor.
Hesap içinde olanların başında Batı dünyası geliyor. Para trafiğini kontrol edenlerin batıl ve geçici olsa bile bir inançtan beslendiği ve bir hedef koyduğu yadsınamaz. Hedeflerinden biri temsil ettiği dünya algısını özelikle İslam karşısında galip getirmek… Batı dünyası yıllarca temsilcisi olarak gördüğü İslam’dan dolayı Doğuya savaşlar açtı. Geldiğimiz nokta hiç de savaş meydanı gibi değil. Bir yandan “hoş görelim, tek dünyamız var, insan hakları var” diyenler diğer yandan namert ve acımasız bir savaşa tutuştular.
Düşman artık yok olmamı istemiyor, tam tersine var olmamı ve benim varlığımla kendi varlığını kuvvetlendirmek istiyor. Yukarıda dediğimiz gibi, ütmek üzerine kuruldu sistem. Ütecek adam olmazsa, sistem çökecek. Ütmekle zenginleşen ve kuvvetlenen Hristiyan Avrupa ve onun temsilcisi Amerika, ütmenin kurallarını da belirledi. Kural “her durumda ben ütmeliyim” cümlesiyle son bulan bir maddeler yığını. Ürettiği tüm teknolojik ürünleri allayıp pullayıp kâh savunma sanayine kâh mutfağımıza ne varsa pazarlayıp duruyorlar.
Tüm bunlarla baş edebilecek cevher yine insanın ve inananların içinde mevcut. Diğer yandan parça parça olmuş kavramlar, değer yargıları, ihsan, irfan ve insanı insan yapan yekûn bu parçalanmış hayatlar arasında bahsi geçen cevheri nasıl işleyebilecek?