Mehmet Toker
Mehmet Toker Nasıl Bir Din ve Diyanet Arzu Edersiniz Efendim?

Nasıl Bir Din ve Diyanet Arzu Edersiniz Efendim?

Her yıl Ramazan'a bizim mahallenin mensuplarının ısıtıp önümüze koyduğu, ihtilâfı metali veya geçen haftaki yazımızda ifade ettiğim şekliyle imsak vakti tartışmaları ile girerdik. Fakat bu yıl Ramazan'ıŞerife maalesef (okuyucularımın affına sığınarak) ibnelik tartışmalarıüzerinden giriyoruz. Sebebine gelince, Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş'ın, 24 Nisan cuma günü, Ankara Hacı Bayram-ı Veli Camiinde, okumuş olduğu hutbedeki tek bir paragraf üzerine; Ankara barosunun koparmış olduğu yaygaradan kaynaklanıyor.

DİB'nın normal hutbelerinin 3 katı uzunluğundaki bu hutbede baronun ve tüm LGBT sevicilerin sataşmasına konu olan paragraf şu şekilde: "İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesi. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu Hiv virüsüne maruz kalıyor. Geliniz, bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim." Burada kınanan, fail değil. Baro ve yandaşları neden üzerlerine alındılar anlayamadım. Bu paragrafta kınanan fiil.  Ki; İslam'ın irşat metodu, davet usulü, emr-i bi-l ma'rufnehy-i anilmünker anlayışı, suçluyu değil suçu eleştirmeyi, kötülemeyi esas alır. Usul açısından doğru bir dil kullanılmış. Eşcinsellik ve zina sadece İslam'ın kabul etmiş oldu büyük günahlardan değil. Tevrattaki On Emir'in yedinci maddesinde, "zina etmeyeceksin" diye bildiriliyor. yineTevratın YaratılışBabı'nın 18. bölümünde: "Sodom ve Gomora büyük suçlama altında, günahlarıçok ağır..." diye anlatılıyor. Devamında LûtAS'ın kavminin yaptığı ahlaksızlık ve helak edilişleri anlatılıyor. Kutsal kitapta, Yasanın Tekrarında 5. bölümde açık bir şekilde ifade edilen bu 10 Emir ve Tevrat'ın YaratılışBabı'nın 18. ve 19. bölümleri hem Yahudiler hem de Hristiyanlar tarafından kabul edilen ortak metindir. Burada şu soruyu soralım; şayet Ali Erbaş yerine, RavİsakHaleva, konuşmasında: "Ey insanlar Yahudilik zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor lutiliği, eşcinselliği lanetliyor..." demiş olsaydı; Ankara Barosu aynı tepkiyi gösterecek miydi?

Burada ibnelik üzerinden gösterilen tepkinin amacı hutbede zina ve eşcinsellik suçunun kötülenmesi değil, doğrudan İslam'ın toplum hayatından, kamusal alandan dışlanması anlayışı vardır. Yani İslamı namaz, oruç, hacc, zekat ve kurbana -ki her sene kurban bayramı geldiğinde de gösterilen tepkiler ortada- hapsetme anlayışıdır. Hutbedeki bu paragrafa karşı basın açıklaması yapan Ankara Barosunun açıklaması ne kadar masum? Açıklamanın ilk cümlesindeki: "insanlığın bir kesiminin nefretle aşağılayıp kitlelere hedef gösterdiği konuşma..." deniliyor. Halbuki hutbede suçluyu eleştirme, suçluyu hedef gösterme değil; suçu eleştirme var. İkincisi "sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın..." deniliyor. Eğer DİB'nın her bir ferdi, o çağlar öncesinden gelen mesajın sesi olabiliyorsa; anayasal görevlerini eksiksiz yerine getirebiliyorlar demektir. Kaldı ki, İslam'ın zinayı ve eş cinselliği yasaklamasına karşı baronun savunmuş olduğu livata fiili, İslam'dan en az, 2500-2600 yıl önce işlenen bir fiildir. Savundukları kendi fiilleri çok daha çağlar'ın gerisinden geliyor. "Bir devlet kurumunun başında oturup söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşaa ederek..." deniliyor. Evet Diyanet, bir devlet kurumudur. Hem de 3 Mart 1924 kurulmuş türedi bir kurum da değildir. 1425'te mütevazi bir Şeyh-ülİslam'lık olarak kurulmuş, tarih içerisinde Meşihât Dairesine ve Şeriyye Nezaretine dönüşen köklü bir kurumdur. Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun, bu kurumun kuruluş amacınışu şekilde ifade eder: "İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, Din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek..." anlaşılacağıüzere, Sayın Başkan devlet kurumunun varolma esasına uygun davranmıştır. "Kutsal sayılan değerler..." ifadesi de yanlıştır. Kutsal değerdir, inanılan değerlerdir. Kur'an-ı Kerim'in zinayı ve ibneliği yasaklayan bölümleri tartışmaya açık değildir. "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesi..." ifadesi hangi halkı sorusunu sormanızı gerektiriyor? Zira bu halkın %99'nun bu kutsal değerlere inanan Müslümanlar olduğunu devletin resmi istatistik kurumu olan TÜİK söylüyor. Şayet baro doğruysa, TÜİK yanlıştır. Ülkemizdeki Yahudi ve Hristiyan azınlıktan da böyle bir karşı savunma gelmediğine göre, Ankara Barosu kimi temsil etmekte, hangi halk adına konuşmaktadır?

İslam'ın emrini müslümanlara söylemek, ne zamandan beri, kin ve düşmanlık sebebidir? Baronun bildirisi'nin devamındaki cümle daha vahim, şöyle diyor: "Aldığımız ibretse, anılan şahsın içinde bulunduğu takvim yılında yaşanmasına rağmen, bundan sekiz-dokuz nesil önceki büyükleri ile aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olmak için..." eğer bugün Ali Erbaş ve temsil ettiği kurum sekiz dokuz nesil önceki büyüklerimizle aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olabilirse, bu bütün insanlık için bir kurtuluştur. Fakat Diyaneti, sekiz-dokuz nesil önceki büyükleri ile zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olmakla suçlayan baronun kendileri, milattan önce 2000'li yıllardaki atalarıyla aynıahlâki ve sapkın sınırları onur zannetme hamâkati ile karşı karşıyadır. "İnsan onuruna karşı gösterdiği büyük direniş..."  ifadesi;  her üç semavi dinin de yasakladığı iğrenç bir fiil olan bu onursuzluk ne zamandan beri onur olarak kabul edilmektedir?

Sonraki cümle ve paragraf tamamen iftira ve kendi önyargılarını dillendirme çabasından ve İslam dinini, Hıristiyanlık öncesi pagan kültürü ile ayırt edememek dalâletinden ve gafletinden ibarettir.

Bu tartışmaların henüz daha külü bile soğumamışken aralarında sendika, siyasi parti, meslek örgütleri, derneklerin, bazı STK'ların da bulunduğu, 22 kurum, Diyanet İşleri Başkanlığının, hukuk sistemi kurallarını gözetmediğini eleştirmiş. Açıklamada ki ifadeleri de tahlil edecek olursak, nasıl büyük bir hamâkat ile karşı karşıya olduğumuzu daha net anlarız. Şöyle deniliyor: "DİB din ve inançözgürlüğü ile ilgisi olsun veya olmasın..." DİB'nın anayasal görevi, "İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek" yani Diyanet, herhangi bir dinin veya dinsizliğin, hedonizmin, laisizmin, sekülerizmin, pozitivizmin başkanlığı değildir. İslam Dininin temsil edildiği başkanlıktır. İslam dinide sadece ibadetlerden müteşekkil bir din değil, hayatın tamamını kapsamaktadır. Onun için ilgisi olmayan bir husus yoktur. "Hukuksal konularda dahil olmak üzere her konuda şeran fetva veren bir kurum niteliğine dönüşmüştür..." İslam Dininin müstakil ve 1400 yıldır uygulanan, kendine özgü bir hukuk sistemi vardır. Dolayısıyla hukuksal konularda fetva vermek Diyanet'in yetki ve görevi içerisindedir. "Şer'an fetva veren..." ifadesi, ağızdan çıkanı kulağın duymamasına ya da kişinin konuştuğunun manasının ne demek olduğunu bilmemesine, çok net bir örnektir. Fetva, zaten şer'an verilir. Seküler veya laik bir fetva olmaz. "Laik hukuk sisteminin kuralları ne gözeterek görev yapması gereken DİB..." deniliyor.  Soralım o zaman; Laik hukuk sistemine aykırı ne yapmış mesela? Devlet Başkanını mıazl etmiş? Baroyu mu aforoz etmiş? Atatürkçülük maskesi altında halkı ve devleti soyanların ellerini mi kesmiş? Öyle ya laik hukuk sistemi, baklava çalan çocukları hapse atarken devleti soyanları banka hortumlayanları dokunulmazlık zırhı ile korunmaktadır. Bildirinin bundan sonrası da yine kendi önyargıları ve niyet okumalarının bir ürünü olarak devam ediyor.

Gelelim asıl meseleye Ankara Barosu, İzmir Barosu ve bu 22 kuruluşİslam dinine, Müslümanlara savaş açabilme cesaretini ve gücünü nereden alıyor? 11 Mayıs 2011 tarihinde Avrupa konseyi tarafından İstanbul'da imzaya açılan,  Avrupa Birliği devletleri ve toplamda 46 devletin imza altına aldığıİstanbul Sözleşmesinden almaktadır. Başlık itibarıyla kadına şiddetin önlenmesini sağlamayı esas alan metin, ilerleyen bölümlerde "toplumsal cinsiyet eşitliği" adı altında eşcinselliği de yasal bir hak olarak düzenlemektedir. Dolayısıyla toplumun inanç ve ahlak ilkelerine taban tabana zıt bir tavır ve davranış yasal bir nitelik kazanmaktadır. Diğer taraftan, kadını koruma iddiasıyla ortaya çıkarılan bu sözleşme metni, aileyi ve ailenin üzerine inşa edilmiş olduğu örf, adet, gelenek ve dinleri de reddetmektedir. Bu sözleşme, kendisini kültür, örf, adet, gelenek, din gibi kumlarında üzerinde görerek bir anlamda kadının ilahlaştırılması ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini aşağılayarak, eşcinselliği vurgulaması ile tam bir fecaattir.

Feminizmin gölgesinde ailenin ve toplumun yaşayamayacağı artık ayan beyan ortadadır. Dolayısıyla toplumda aile ve ahlâkıçökerterek, milletimizi geleceğe yürüme yolundan, bu şekilde alıkoymak isteyenlere güç veren bu sözleşmenin bir an önce tek taraflı olarak fesh edilmesi, ahlaki erdem'in yüceltilmesi gerekmektedir. Yoksa bugün DİB'nı hedef alanlar, yarın doğrudan doğruya devletin bütün kurum ve kuruluşlarının tamamını hedef alabilme şımarıklığına da sahip olacaklardır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi