Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci KANATLARI HÜZNÜMÜN

KANATLARI HÜZNÜMÜN

            Bahardı bahar olmasına da gökyüzü bugün öyle kapalı ve öyle hüzün doluydu işte. Biz mi yükleriz koca gökyüzüne bu hüznü yoksa hüzün mü yakışır bakışlarımıza? Bir kuşkanadı çırpınışı ile yürek devletine uçabilme ihtimali sandığımızdan çok daha zor belli ki…

            Ağır adımlarla çıktı evden, kırık dökük üç beş eşyanın barınmak için sığındığı o iki göz oda ve küçük bir bahçe “ev” denilirse. Bahçenin ortasında evin harabe haline inat gökyüzüne ulaşmak çabasında bir ceviz ağacı… Geldi ağacın altına oturdu, siyah beyaz bir hayatın son karesini resmediyor bu sahne ve bu sahneyi bozan tek şey uçmak için sabırsızlanan güvercinler…

            Adam, içli bir ruh haliyle şikâyet etmeden ve lakin yenilmiş bir savaşçının mağrur duruşuyla ellerine baktı uzunca. Nasır tutmuştu parmakları ve avuçları. Dönüp eve baktı, pencereye yansıyan siyah bulutları, hafifçe sallanan perdelerin çıkardığı sesle birleştirdi. Bir türkü, bir şarkı değildi bu melodi buna rağmen acı bir tebessüm gelip dudaklarına yerleşti. Camları kırıktı diğer odanın penceresinin ve bu durum artık olağandı. Yeni bir cam takılsa iğreti dururdu sanki.

            Yerinden kalktı adam, dağ gibi devrilerek, çıplak ayaklarıyla bahçenin köşesinde yuvalarında onu bekleyen güvercinlere doğru yürüdü. Bir telaş başladı yuvanın içinde, neşeli bir bağırış çağırış mı, özgürlüğe hasret bir haykırış mı bu cıvıldaşmalar? Yok, ne bir telaş ne bir haykırış… Sevdalıların vuslatı belki bu, ya da akşamdan sabaha özleyenlerin ilk görüş neşesi…

            Sıvası dökülmüş, pencereleri kırık, kilit görmemiş kapısıyla, yüksek duvarların içinde tek bir ceviz ağacıyla ve bu resmi tamamlayan hüzün dolu o adam… Belki bu sahneye ait olmayan tek ey o güvercinler… Oysa güvercinlerdir bu resmi bir arada tutan.

            Adam, kapısını açtı yuvanın, bir dost gibi açtı, bir âşık gibi açtı, bir yalnızlığın son ustası gibi, tek başına en güçlü ordulara kafa tutan bir komutan gibi… Kapı açılınca tüm sesler kesildi, kuşlar adama, adam kuşlara baktı… Güvercinlerde vefa, adamda şefkat, telaşa mahal yok, olan olduğu gibi. Sükûnet ve huzur şimdi yüreklerde, kaçıp gitmeye de gerek yok sımsıkı tutup üzmeye de.

            Avucunu açtı adam, belki beş belki on tane buğday tanesi, gelip kondular teker teker, sadece birer tane aldı sırası gelen. Önce adamın nasırlı ellerine sonra omzuna konup çırptılar kanatlarını, uçtular ve uçtular, arzın bu noktasında evi çeviren duvarların yukarıya doğru çizdiği sınırları bilerek sadece yukarıya doğru çırptılar kanatlarını.

            Özgürlüğe doğru kanat çırpan her güvercin için omzunu verdi adam, gülen yüzünü verdi, yalnızlığını ve şiirlerini verdi, hüznü taşır gibi yüreğinde bölüşüp hüznünü verdi. Gökyüzü gelip içine doldu adamın, adam alıp içindeki gökyüzünü uçuşan kuşlara doldu, kuşlar doldu gökyüzü.

            Gelip kondu birisi önce avucuna sonra omzuna en sonda kalmış olarak, adama baktı, gözlerinin içine, derinine baktı. Adam alışmıştı güvercinin bu huyuna, tavrına. Onunla adam arasında başka bir şey vardı ve bu şeyin adını koymaya ne kuş ne adam gerek duydu. Bu güvercin hiç uçmazdı, o pencerenin o kırık camına kadar kanat çırpmaktan başka. O kırık camın kenarına konar adamı seyreder, öylece oraya ait değilmiş de gitmeye cesareti yokmuş gibi beklerdi. Adam bilirdi o kuşun kendini izlediğini, düşecek olsa kanat çırpar, hüzün saatlerini adam gibi beklerdi. O güvercin için cam taktırmıyordu belki de.

            Başını kaldırdı adam, gökyüzüne baktı, sevinçle uçan kuşlar adamın yalnızlığını biliyor da onu çağırır gibi taklalar atmaya başladı. Evin üzerinde, adamın yüreğinde, ağacın dalları arasında hayal gibi dolaştı kanat sesleri, bir hüzzam şarkı oldu.  Yüreğini salıverdi kuşların arasına, kuşlar elinden tuttu. Ne kadar çıktılarsa yukarıya doğru o evin o duvarlarını aşamadılar ve o kırık camın kenarına konan güvercinin bakışları izleyip durdu adamın yüreğini.

            Neşesi yoktu zaten günün, adam yalnızlığına bir anlam yüklemek için oturdu ağacın altına, adam bakmayınca kuşlara, kuşlar gökyüzüne küstü, döndüler yuvaya. Hepsi önce adamın omzuna sonra ceviz ağacına kondular. Ne kanat sesleri kaldı geride ne kuş cıvıltıları. Adam kırık camın kenarındaki güvercine baktı, kuşun önünden uçarak hayal gibi geçtiler tüm kuşlar, hüzünlü şarkılar gibi hüzünler bırakarak.

            Kırık camın kırık kalpli güvercini girmedi o gün yuvaya, belki şimdi gitmek vaktiydi. Ayağa kalktı adam, hüznünü alıp kırık camın önüne geldi, uzattı elini, güvercin verdi yüreğini. Ağacın dalları arasından esip gelen bahar rüzgârı hafif bir uğultu bıraktı. Kuş sessiz bir hayal gibi, adam masum bir çocuk gibi… Adam dönüp ağaca baktı, o bakınca tüm kuşlar yuvalarına doğru kanat çırptı. Cam kırığı gibi acıdı adamın kalbi. O güvercin uçmadı bekledi, adam anladı sessizce dönüp gitti. O gün ne yuvanın ne evin kapısını kilitledi. Adam içeri girdi, kuşlar yuvalarına çekildi. Tek bir kanat sesi, o güvercin ilk defa böyle yükseldi. Adam dönüp bakmadı, olanı anladı, gelip hüzün yerleşti o kırık camın kenarına.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi