Herkes nasibi kadar yer
Selamün Aleyküm. Bugün sizlere nasiple alakalı çok güzel bir hikaye paylaşmak istiyorum. Geçim derdinde olan bir çoğumuz rızkımızdan fazlasını yiyemeyeceğimizi bilmeden hırsla gayretle çalışıyoruz.
Elbette çalışmak çabalamak gerekir. Hele şu devirde bir çok asgari ücretli çalışıyor fakat ev kirası, ekmek parası derken yetişmeyeceğini düşünüyor ve hanımını çalışmaya teşvik ediyor. Halbuki hanımının vazifesi evde çocuklarını yetiştirmek, ev işleri vesaire uğraşması gerekir. Tabi ufak tefek el marifetine göre işler yapıp evinde eşine destek olabilir. Erkeklerin üzerinedir ev geçimini sağlamak. Bu onların üzerine farzdır.
Gülsüm hocamız bir sohbetinde buğday ekilirken üzerine kimin yiyeceği yazılır demişti ve kimse nerede olursa olsun kısmetini yer demişti. Bu beni çok etkilemişti. Bu hikayede de bir benzeri anlatılmış üzerine düşünmek lazım.
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Çok kazanmak rızkı artırmadığı gibi, çok kaybetmek de rızkı azaltmaz. Daha çocuk, anne karnındayken, Cebrail Aleyhisselam ona der ki:
(Sen hiç endişe etme! Allahü teâlâ yiyeceğin rızıkların hepsinin üstüne senin ismini yazdı. Rızık, ezelde takdir edilmiştir. Senin ne zaman, nerede öleceğin bildirilmiştir. O bir an ileri gitmez, geri de kalmaz.)
İnsan rızkını aramasa da, rızkı onu arar. Herkes ancak kendi ismi yazılı olan rızka kavuşabilir. Nitekim bir kimse, hastalanınca, belki kefaret gerekebilir diye, ihtiyaten orucunu bozmak için çiğ pirinç tanesi yutar. Nasıl olmuşsa pirinç, boğazına takılıp kalır. Öksürür, bağırır çıkmaz. Doktorlar, (Bunu almak için ameliyatla nefes borusunu yarmak gerekir, buna imkânımız yok, biz bunu yapamayız. Sen Evliya bir zata git, o sana okusun, dua etsin, belki öyle kurtulabilirsin) derler. O da, bir zata gider, o zat da, (Evladım, bu benim işim değil. Bağdat’ta şu adreste, şöyle mübarek bir zat var, sen doğru ona git) der.
İstanbul nere, Bağdat nere! Ama can meselesi olduğu için mecburen gider. Bağdat’ta, o mübarek zatı bulur. Durumunu anlatır. O zat da, (Evladım, burada mümkün değil, bu pirinç tanesini çıkaracak olan zat Buhara’da) der.
Adam çok üzülür, ama can tatlı, düşer yollara. Buhara’ya gelir, tekkeyi bulur. O mübarek zat da, sohbet ediyormuş, iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık. Kapının eşiğine oturur. Oturur oturmaz bir hapşırık gelir, pirinç tanesi yere düşer.
Oradaki bir kedi yavrusu, pat alıp kaçar. O kadar yer, o kadar zaman, o kadar sıkıntı. Çok şaşırır, bu ne hâl ya Rabbi der. Gelir hoca efendiye, bunun hikmetini sorar.
O mübarek zat da, (Allahü teâlâ bu pirincin üzerine kedinin ismini yazdı, ben ne yapayım? Bu pirinç tanesini bu kedi yesin diye seni İstanbul’dan buraya getirdi) cevabını verir.
Bugünün duası; Nasibimizi ararken Mevla’mız eşlerimizin yardımcısı olsun. sabahın bereketi evlerinize doğsun.