HER ŞEYDEN ÖNCE DOĞRU TEŞHİS
Birey için en büyük zenginlik sağlıktır. Şüphesiz ki sağlıklı yaşamanın ve sağlıklı kalmanın yolu, bebeklikten itibaren doğal ve organik gıdalarla beslenmekten geçmektedir. Aksi durumda ise, vücut direnci düşerek hastalığa yakalanılmaktadır. Tüm hayat boyunca sürekli sağlıklı yaşamak mümkün olmadığı gibi, devamlı da hasta kalınmaz. İki olgu arasındaki yaşam dengesi denklemini kuran temel etken, bilinçli beslenmektir. Olumsuz koşullar gerçekleşip hastalığa yakalanıldığında ise, zamanında teşhisten sonra doğru tedavi uygulamasıyla sıkıntılı süreçten çıkmaktır. İnsanlar için sağlıkla ortaya çıkan realitelerle ilgili olan koşulların benzeri, ülke ekonomileri içinde aynen geçerlidir. İster gelişmiş ister gelişmekte veya geri kalmış olsun, bir ülke her zaman potansiyel büyüme trendini yakalayamayacağı gibi, devamlı da resesyonda da kalamaz. Ekonomi biliminde konjonktür dönemleri, devri hareketler veya bazı makro iktisat kitaplarında iş çevrimleri olarak nitelendirilen söz konusu realiteden, hiçbir ülkenin kaçınma olasılığı yoktur. Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta, düzenli olarak gerçekleşmeyen ve ne zaman ortaya çıkacağı çok önceden öngörülemeyen iktisadi canlanma (refah, boom), daralma (resesyon, stagnasyon) tepe ve dip noktaları gibi kavramlardan oluşan konjonktürel hareketlerle, ülkelerin hangi sıklıklarda karşılaştıklarıdır. Bir ülkenin konjonktür dalgalarına bakarak gelişmiş mi veya gelişmekte olan ülkelerden birisi mi olduğu konusunda önemli oranda fikir verebilmektedir. Dip ile tepe arasındaki mesafe fazla ve iki tepe ile iki dip arasındaki zaman aralığı az olan ülkeler, gelişmekte veya geri kalmış ülkelerdir. Bu gruptaki ülkeler sürekli iktisadi krizler (yüksek enflasyon, yoğun işsizlik, bütçe açığı, dış ticaret açığı, cari açık, çarpan etkisi fazla olan yüksek teknolojiye dayalı imalat sanayi ağırlıklı üretim ekonomisinin gerileyip yerine finansal sektörün orantısız şekilde büyümesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin derinleşmesi (Gini Katsayısının 1’e yaklaşması, Lorenz Eğrisinin Mutlak Eşitlik Doğrusundan Uzaklaşması yani Pelikanın Gagasının sarkması, P80/P20 oranının büyümesi) ve siyasi çalkantılarla (boykot, gösteri, erken seçim talepleri, eleştiri boyutunu aşan ve toplumu kutuplaştıracak şekilde düzeysiz hatta hakarete varacak sataşmalar, popülist uygulamalar) boğuşurken, demokrasi, hukuk ve insan haklarının yeterliliği konusunda ciddi şüpheler ve soru işaretleri barındırmaktadır. Aynı şekilde dip ile tepe arasındaki mesafenin az ve iki tepe ile dip arasındaki zaman aralığı fazla olan ülkeler ise, çok büyük olasılıkla gelişmiş ülkelerdir. Gelişmekte veya geri kalmış ülkelerin aksine bu grupta yer alan ülkelerde ise; işsizlik ve enflasyon oranları düşük, iç ve dış ekonomik değerler daha dengeli ve sorunsuz, siyasi çekişmeler düzeyli ve nitelikli, temel hukuk ve evrensel insan hakları konularında bireyler, çok daha güven içinde yaşadıklarını hissetmektedirler. Bu iki farklı duruma göre ülkeler incelendiğinde Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin (BRIC), Türkiye, Güney Afrika, Arjantin vb. gibi ülkeler ilk grup, çoğunluğunu batılı ülkelerin meydana getirdiği Almanya, Fransa, İngiltere, ABD, Japonya, Kanada, Güney Kore gibi ülkeler de ikinci grup içinde sıralanabilir.
Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan ülkemiz ekonomisinin gelişim sürecine, özellikle ihracata dayalı sanayileşme stratejisinin uygulamaya başlandığı 1980 yılından itibaren bakıldığında, ciddi düzeyde bir başarı hikayesi ortaya konulamadığı gerçeğini kimse iddia edemez. 1950’li yıllarda kişi başına geliri üçte birimiz kadar olan Güney Kore, ülkeler karşılaştırmasında çok kısa olarak kabul edilen elli altmış yıllık bir dönemde dört katına çıkararak, bizi on ikiye katlayarak gelişmiş ülkeler grubuna yükseldi. Gelişmiş ülkelerle ilgili Güney Kore örneğinde genelleştirme yapıldığında, öncelikle sorunları doğru belirledikleri, çözüm önerilerini ülke ve toplum yapısına uygun şekilde belirledikleri, içinde bulunduğumuz çağın koşullarına uygun pratik–teorik dengeyi sağlayan eğitim sisteminin kurulduğu, hem kamu ve hem de özel sektöre aktarılan kaynakların etkin bir oto kontrol yoluyla denetlendiği, siyasetin toplumun refahını artırmak amacıyla yapıldığı, bireylerin ve firmaların demokrasi, adalet, liyakat ve hukuk sistemine güvenlerinin üst düzeyde olduğu görülmektedir. Çok fazla detaya inmeden kalın çizgilerle sıralanan gelişmiş ülkelerle ilgili maddeleri Türkiye için düşündüğümüzde, neden geçen onlarca yıla rağmen gelişmiş ülkeler sınıfına atlayamadığımız, Güney Kore’nin yaptığı ekonomik sıçramayı yapamadığımız açıkça ortaya çıkmaktadır. Hatta daha da ileri gidersek, şöyle bir soru soralım; Bırakalım çözüm önerilerini, ülkemizin sorunları konusunda bile toplumsal konsensüs sağlanabildi mi? Sorunu tam olarak bilmeden, doğru çözüm politikaları geliştirerek, başarıya ulaşan bir ülkeden söz edilemez. Geçen yıllara rağmen, maalesef ülke olarak sorunlar konusunda, fikir birliğinin dahi temin edilememesini açıklamak gerçekten zor.
Soru: Her zaman potansiyel ekonomik büyüme hızı gerçekleştirilebilir mi? Neden?
Sözün Gözü: Sözler cennetlik, davranışlar cehennemlik.