Mehmet Toker
Mehmet Toker Fransa Yangınını Söndürmek Mümkün mü?

Fransa Yangınını Söndürmek Mümkün mü?

27 Haziran günü Paris'in banliyösü Nanterre’de 17 yaşındaki Cezayir asıldı Mahir Mezrouk’un polis tarafından öldürülmesi ile başlayan hadiseler Fransa’yı yangın yerine çevirdi. Kısa sürede Fransa’nın neredeyse tamamına sıçrayan hadiseler polisin orantısız güç kullanımı ve şiddetli müdahalesi ile daha da arttı. Olaylar devam ederken Adalet Bakanı, “çocuklarıyla ilgilenmeyen ebeveynlere iki yıl hapis ile 30 bin Euro para cezası verileceğine” dair söylemi ile adeta bu yangına benzin döktü.

Fransa, işgalci, sömürgeci tarihi ve özellikle Afrika, Güney Amerika ve Hint alt kıtasındaki adalarda, sömürdüğü coğrafyalarda yapmış olduğu zulümlerle tarihteki yerini almış bir ülke. Fransa, yıllarca Afrika’nın her türlü yeraltı ve yerüstü zenginliklerini gasp etti. İşgal ettiği ve ülkelerin halklarına yapmış olduğu işkenceler ve insanı insanlığından utandıran melanetlerle adını tarihin utanç ve zulüm tablosuna yazdırdı. Şimdi Fransa, tarihte döktüğü kan ve gözyaşlarının karşılığı ile yüzleşiyor. Yüzyıllar boyu sömürülen Afrika halklarının çocukları, zorla göç ettirildikleri veya göç etmek zorunda kaldıkları Fransa’da, vatandaşlık veya daimi oturum almış bile olsalar hâlâ ikinci sınıf insan muamelesi görmeye, ırkçı saldırılara, ayrımcı muamelelere maruz kalmaya devam ediyorlar.

Bugün Fransa’yı yakan ateşin iki yanıcı ya da yangını körükleyen, artıran etken maddesi var. Birincisi sömürgecilik, ikincisi ise ırkçılık. Fransa'da neredeyse tüm kamu binalarının portalinde ya da binanın kemerinde, alnında yazan “liberte, egalite, fraternite”, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganı sadece duvarlarda kalmaya maalesef devam ediyor. Fransa 1800’lü yıllardan itibaren 1958 yılına kadar fiili olarak pek çok Afrika halkını/devletini sömürerek zenginleşmiş bir ülke. 1858 yılından sonra da önceki sömürgelerinden “kolonyal vergi” (koloni vergisi) adı altında hâlâ sömürüyü devam ettiriyor. Fiili işgal bitmiş gibi gözükse de; zihni, fikri,kültürel ve mali işgal ve sömürü maalesef hâlâ devam ediyor. Bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri hâlâ Fransa'ya akmaya devam ediyor. Ancak bu sömürgelerden gelen maddi zenginlik ve refah, sömürülen ülkelerin Fransa’da yaşamaya mecbur bırakılan insanlar bu refah ve zenginlikten hak ettiği payı alamıyorlar. Zira ırkçılık burada devreye giriyor. Banliyölerde yaşayan yabancı kökenli gençler, göçmenler öteki olarak görülüyor. Potansiyel suçlu olarak değerlendiriliyorlar. Göçmen kökenlilerin hele hele bir de beyaz Fransızlarla din farklılığı bulunan Müslüman ya da farklı Afrika dinlerine sahip bu göçmenlerin asimile edilmeden entegre olamayacaklarına dair hâkim siyasal düşüncenin baskısını da iliklerine kadar hissetmeye devam ediyorlar. Fransa’da entegrasyon sözcüğü göçmenlerin asimilasyonu olarak değerlendiriliyor. İşte, Fransa'da entegrasyon maskesinin altındaki asimilasyon politikalarına maruz kalan, rasist politikalarla ötekileştirilen göçmenler bu ayrımcı politikalara karşı en ufak bir kıvılcımı alev topuna döndürebiliyorlar. Çünkü Fransız Hukuku ancak suç işledikleri zaman onları muhatap kabul ediyor. Göçmenlerin yüzyıllardır içlerinde biriktirdikleri ezilmişlik, aşağılanmışlık psikolojisi bir öfke ve intikam duygusu olarak patlıyor. Fransa son yüzelli ikiyüz yıldır, Afrika'nın altın, Elmas, doğalgaz, uranyum, petrol gibi yeraltı kaynaklarını Afrika orta kuşağında bulunan ülkelerin verimli topraklarını yer üstü kaynaklarını sömürmeye devam ediyor. Aynı zamanda Afrika, Fransa için hala ucuz işgücü olarak görülüyor. Afrika’dan getirilen bu insanlar olayların patlak verdiği Nanterre gibi banliyölerde iskân edilmek suretiyle Fransızların kendilerinin çalışmadığı/çalışmayacağı, beden gücü gerektiren ağır ve ölümcül risk taşıyan işlerde de istihdam edilmeye devam ediyorlar.

“Zulüm ile abat olanın sonunun berbat olacağı!” hakikatinden hareketle Fransa'nın ve diğer sömürgeci ülkelerin gün gelip yapmış oldukları zulüm, işkence, sömürge, asimilasyon faaliyetlerinin faturasını en ağır şekilde ödeyeceği kaçınılmaz tarihi bir gerçektir. Fransa’yı bugüne getiren iki tarihi hakikat var. Bunlardan birisi; Fransızların ve esasen tüm kapitalist düşünceye sahip insanların sahip olduğu bencil egoist düşüncedir. “Ben tok olayım diğerleri açlıktan ölse de umurumda değil!” anlayışı. Diğeri de, “benim konforum bozulmasın ama konforunu sağlamak için başkaları ne tür sıkıntı ve zorluklar çekerse çeksin umurumda değil” anlayışıdır. Yıllardır her türlü zulüm ve haksızlığa maruz bırakılarak mağdur edilen insanlar artık iki yüz yıllık gaflet uykusundan uyanıyorlar. Dünyadan haberdar oluyorlar. Tarihlerini araştırarak milli kimliklerini yeniden inşa etme çalışmaları ve bunun neticesinde de kimlik ve kişiliklerini korumak adına her türlü asimilasyona ve ırkçılığa karşı bir tavır geliştirmeleri bugünkü neticeyi önümüze koymuştur.

Fransa açısından değerlendirdiğimiz zaman bu hadiseleri, jandarma ve askeri de işin içerisine sokarak daha büyük çaplı polis şiddetiyle önleyip bastırabilir. Ancak bu tür uygulamalar tutuşmuş yanmakta olan bir yağ tavasına söndürmek için su sıkmak gibi olacaktır. Geçici olarak olaylar durulmuş veya bastırılmış gibi gözükse de bir sonraki kıvılcım da çok daha büyük kitlesel hadiselere sebep olacaktır. Fransa'nın Avrupa'daki topraklarında güven, huzur ve sükûnet içerisinde yaşayabilmesinin yolu Afrika'dan, Guadaloupe, Martinique, Guyanne, vb. ada ülkelerinden tamamen elini eteğini çekmesi ve o coğrafyaların zenginliklerini, o coğrafyalarda yaşayan insanlara bırakmasından geçiyor. Yoksa Fransa Avrupa Baharı'nın başladığı ülke olacaktır. Ülkede başlayan hadiseler İngiltere, Belçika, Hollanda, İtalya, İsviçre, İspanya, Almanya gibi diğer sömürgeci ülkeleri de tutuşturacak ve yakacaktır. Çözüm duvarlarda yazan “liberte, egalite, fraternite” sloganını duvarlardan indirip sokaklarda ilke olarak uygulayabilmekten geçiyor.

“Bu hal, muhal. Ya yeni hal ya izmihlal!” Fransa ve tüm sömürgeci ırkçı devletler çıkmaz bir sokağa girmişlerdir. Ya vahşi batı düşüncesini meşrulaştıran her türlü izm’den vazgeçip yaratılana yaratandan ötürü değer verip medenileşip insani bir medeniyet oluşturacaklar. İnsancı veya insansı değil. Ya da tüm dünyanın gözü önünde yüzyıllardır diğer insanlar için kazdıkları kuyuya, kurdukları tuzaklarına kendileri düşüp kaybolacaklar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi