Mehmet Toker
Mehmet Toker Dava Şuuru Nedir, Olmadan Olur mu?

Dava Şuuru Nedir, Olmadan Olur mu?

Yurt dışında görev yaptığım yıllarda, camide eğitim vermekte olduğum ortaokul lise çağındaki çocuklara şöyle bir soru yöneltmiştim. "Çocuklar!" dedim. "Şu günden başlamak sûretiyle, nasıl bir hayat planladığınızı, hayatınızın ileriki dönemleri için neleri gerçekleştirmeyi düşündüğünüzü, bana anlatın..." Aşağı yukarı birbirine yakın olan cevaplardan şöyle ortak bir metin çıkıyordu. "Hocam, liseyi bitireceğim, kazanabilirsem üniversiteye gideceğim, kazanamazsam bir işçi veya meslek sahibi olacağım, para kazanacağım, kendime bir spor araba alacağım, sonra herhalde evlenirim, sonra... sonra.... sonra... ııııı... sonrası yok!  En sonunda da ölürüz galiba..." "Peki arkadaşlar! Sizin ideallerinizin Jean'ın,  Julien'in, Maxim'in,  Pascal'ın,  Emmanuelle'in, Remy'nin hayat anlayışlarından, planlarından ne farkı var? Sahip olduğunuz Türk ve Müslüman kimliğinin hayatınızda hiç mi yeri ve belirleyiciliği yok?" Düşündürtmeyi başardığıma inanıyorum...

Aradan 10 yıldan fazla zaman geçtiğinde Türkiye'deki aynı yaş aralığındaki gençlerinde hayata dair gelecek planlamaları aşağı yukarı böyle. Geçenlerde sayıları 25-30 civarında hepsi üniversite öğrencisi olan, Türkiye'nin yüksek puanlı üniversitelerinde, Uluslararası İlişkiler, Uluslararası Ticaret, Kamu Yönetimi, Hukuk, Yazılım, Bilgisayar, Mekatronik, Elektrik-Elektronik vb. farklı mühendislikler, Tıp, Genetik, ve benzeri bölümlerde okuyan, aynı zamanda beş vakitlerini camide cemaatle kılmak için gayret sarfeden, Riyazu's Salihin'i şerhiyle beraber baştan sona okumuş, pek çok hadis ezberlemiş, İlmihal'i okumuş bitirmiş, imanlı, ihlaslı, pırıl pırıl, gelecek vadeden, gençlerle sohbet etme imkanı buldum. Sohbet esnasında gençlere, İttihat ve Terakki nedir? Sabetayizm nedir? Sabatayistlerin ilânihaye hedefi nedir? Siyonizm nedir? Hareket ordusunun amacı neydi?  Hareket Ordusunun  günümüze yansımaları veya izdüşümü var mıdır? Türkiye'nin Libya'da, Suriye'de, Sudan'da  ne işi var? Fulbright Antlaşması'nın konusu neydi, ne gibi sonuçları oldu? Montrö Antlaşması'nın amacı nedir? Kût'ül Amare Zaferini hangi coğrafyada kime karşı kazandık? gibi, bir takım yakın tarihimizle alakalı farklı sorular yönelttim.  Türkiye'nin bugünkü büyük problem ve sorunlarının temelinde yatan, yakın tarihe ait kavram ve hadiselerden bir çoğunu ilk defa duyuyorlardı.  Üniversite sınavına hazırlanırken ezberleyip, sınav biter bitmez unuttuklarının da içeriğinden bîhaberdiler.

Geleceğimiz diye gördüğümüz, belki bir on-onbeş yıl sonra ülkenin kaderinde söz sahibi olabilecek gençlerimiz, şuur ve ideolojik alanda maalesef çok ciddi bir anlamsızlık ve boşluk içerisinde. Yakın tarihten ve günümüzdeki iz düşümünden bîhaber olmaları gerçekten çok düşündürücü.  Yetişmiş muhafazakar, dindar, yerli ve milli kesimler olarak, gençlerimize eksiklerimiz olmakla beraber, Kur'an-ı Kerim'i yüzünden okumayı, Hadisleri, İlmihali öğretiyoruz. Yani silah, teçhizat, askeri malzemeleri ellerine veriyoruz. Ancak gençlerimiz nerede nöbet tutması gerektiğini, üzerine doğru gelen bir kimsenin dost mu, düşman mı olduğunu, tehlikenin nereden geldiğini ayırt edemeyecek derecede dava şuurundan ve pozitif ideolojiden yoksun. "Düşmanıma" şiirinde Necip Fazıl'ın: "Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın, Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!" diye ifade ettiği idealist bir düşünce yapısından ve hayatı anlamlı kılan manevi motivasyondan eksik olarak yetişiyorlar.

Dünya hayatını anlamlı kılan, insanın maddi hedeflerinden daha ziyade manevi hedefleri olmasıdır. Tarih içerisinde ecdat, bu manevi hedefleri yetişmekte olan kuşaklara, nesillere, "İlây'ı Kelimetullah, İslam Birliği, Osmanlıcılık, Hürriyet... vb. manevi hedefler olarak koymuş, bu manevi hedeflere Kızılelma ya da ülkü diye isimler verenlerde olmuş. Ama neticede, dününden, gününden, gündeminden, yarınından haberdar olan, ne ile mücadele etmesi gerektiğinin şuurunda olan, almış olduğu maddi ve manevi eğitimleri, kazanımları, donanımları nerede, nasıl kullanacağının şuurunda ve bilincinde olan bir toplum yapısı oluşmuş. Ki, bu sadece örgün eğitim alıp, diploma sahibi olan, toplumun mürekkep yalamış, eli kalem tutan kesimlerinde değil; yediden yetmişe toplumun tamamına yayılmış. 15-16 yaşlarında ki evlatlarının başına kına yakıp, cepheye yollayan anaların ve bebeğini son kez emzirip, "Bebem, anasız büyür ama vatansız büyüyemez!" diyerek cepheye koşan Nene Hatun'ların sahip olduğu bu yüksek manevi şuur, bize hürriyeti, getiren şuurdur.

Bugün toplumda özellikle yerli ve milli duygulara sahip insanların böylesi yüksek ideolojilere ve manevi şuura sahip olma eksikliğini her zaman hissedebiliyoruz. Patates-soğan ile vatan arasında tercih söz konusu olduğu zaman, patates-soğanı tercih edebilenlerle karşı karşıya kalabiliyoruz. Dava şuurunun eksikliği ve bu şuurun toplumun ekserisine yayılamaması, geleceğimizi ciddi anlamda tehdit edebiliyor. Bu durumun elbette ki üzerinde durulup düşünülmesi gereken farklı psiko-sosyolojik sebepleri de söz konusu.  "Su akarken testiyi doldurma" anlayışı içerisinde olanlar, hasbel kader tutmuş olduğu baldan dolayı  parmağını değil, elini dirseğine kadar yalama anlayışı içerisinde olanlar, aynı hizada saf tuttuğu, omuz omuza mücadele verdiği, arkadaşlarının başarılarını kıskanıp, iftiralarla arkasından kuyusunu kazananlar, ayağına çelme takanlar, maalesef ideolojik olarak manevi şuurlanmaya ciddi anlamda zarar veriyorlar ve negatif bir algı ortaya çıkmasına vesile oluyorlar. Halbuki, ideolojileri olmayan, yani manevi alanda dava şuuru olmayan toplumlar, esen her rüzgarın önünde savrulmaya mahkum olurlar.

İdeoloji faşizanlığa ve rasiszme dönmediği müddetçe toplumları bir arada tutmak ve harekete geçirmek için gerekli bir kuvvedir. Siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan bir hükümetin, bir siyasi partinin, bir toplumsal sınıfın, davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, ahlaki, estetik düşünceler bütününe ideoloji deniliyor. Tüm bu alanlarda, düşünceler bütünlüğü sağlanmadan salt olarak kapitalist ya da pozitivist bir mantıkla ya da komünist ve sosyalist bir anlayışla toplumu ruh sağlığı açısından sağlıklı bir geleceğe hazırlamak pek de mümkün gözükmemektedir.

Bizim kuşağı, (yetmiş-seksen arası doğanlar) şuurlandıranlar, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Alaaddin Özdenören, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Abdurrahim Karakoç gibi isimlerdi.  Z Kuşağı denilen yeni nesil, bu isimleri, -şayet tanıyorsa- sadece bir dizideki karakterler olarak tanıyor. O bile şüpheli.  Fikirlerini, ideallerini, ideolojilerini maalesef bilmiyorlar, tanımıyorlar.

Maddi refah, muhafazakar ve dindar dünyada manevi rehaveti beraberinde getirdi. Manevi rehavet, insanları daha sekülerist bir hayat anlayışına doğru konuşlandırdı ve koşullandırdı. Dolayısıyla bugün hem maddi, hem dini bilgi ile donanmış olan gençlerimizin esen rüzgarlara, oluşan cereyanlara, yapılan algı operasyonlarına göre yön belirlememesi için yapmamız gereken şey sadece mesleki ve dini bilgilendirme değil; aynı zamanda fikri anlamda yetişmelerine vesile olacak, düşünce dünyamızın düşünürleri ile buluşturmak olacaktır. Mevzisini, sınırlarını, düşmanını, nöbet mahallini, kendi mıntıkasını tanımayan, bilmeyen asker, elindeki en teknolojik silahı ya kendisine ya dostuna doğrultur. Bugünkü halimizin özeti de budur. Dost acı söyler. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi