Şenol Metin
Şenol Metin Üniversite reformu: Ortak akıl ile başarabiliriz

Üniversite reformu: Ortak akıl ile başarabiliriz

Türkiye’nin 10 yıldır çabaladığı Orta-Gelir tuzağından çıkabilmesi inovatif, kreatif  beyinlerin yetiştirilmesine bağlıdır. Bu beyinleri yetiştirecek olan üniversitelerimiz maalesef gençliği ve akademiyi tehdit olarak gören 12 Eylül Askeri Cuntasının üniversite tasavvuru olarak doğmuş Yükseköğretim Kanunu ile yönetilmektedir. Kanunu işletenlerin ve Kurul üyelerinin kimliklerinden bağımsız olarak, ontolojisi güvenlik olan bu kanun, kurgusu gereği sistematik çatışma üretmektedir. Çatışan tarafların birbirini jurnallemesi üzerine kurulan sistem, üniversite içi denetim mekanizmalarının çalışmayışının da etkisi ile Bilim alanındaki çalışmaları ile medyada yer alması gereken akademi maalesef cinayet, taciz, mobbing, neopotizm ve şatafata dayalı yolsuzluk manşetleri ile gündem olmaktadır.  Güvenlik öncelikli, gençliğe ve akademiye potansiyel suçlu olarak bakan 12 Eylül askeri cuntasının hazırladığı  Yükseköğretim Kanunu ile bu manşetleri daha çok görürüz. Çünkü bu kanunun kurgusu budur.  

2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu, 12 Eylül Askeri rejiminin Türkiye tasavvurunun Yükseköğretim boyutunda yansımasıdır. Bu kanun, güvenlik ve özgürlük denkleminde güvenlik ve özgürlüğün bileşik kap olarak değerlendirildiği ve güvenliği önceleyen bir zihniyetin kodifikasyonudur. Bu şaşı bakışın sonucu olarak, 40 yıllık süreçte  özgürlükler ihmal edilmekle kalmamış, güvenliği de imha eden bir sonuç üretmiştir.

Yasanın kabul edildiği 1981 yılı öncesinde Türkiye’de toplam 19 üniversite vardı. 1982’de kurulan 8 üniversite ile toplam üniversite sayımız 27 olmuştu. Bugün 78’i Vakıf Üniversitesi olmak üzere 207 üniversite vardır. 1982’de 250 bini zor bulan öğrenci sayımız, bugün 8 milyona yakın; 1982’de 20 bini bile bulmayan akademisyen sayımız,  bugün 175 bine yakın ve bunun  90 binden fazlası öğretim üyesi…

Sayıların bize ifade ettiği 2547 Sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği koşullar çok değişmiştir. Türkiye artık eski Türkiye değildir.

2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu  68 madde ve 81 Geçici madde ile 121 sayfadan oluşan bir metin olarak, değişmeyen maddesi kalmadı.  İlki yayınlandıktan 6 ay sonra yapılan değişiklikten sonra bugüne kadar 84 Kanun, 21 KHK ve 10 Anayasa Mahkemesi Kararı ile Yükseköğretim Kanunu’nun değişikliğe uğramamış maddesi yoktur. Hatta bazı maddeleri defaatle değişikliğe uğramış, yamalı bohçaya dönmüştür. Hastalıklı zihniyetin mahsulu bir metin olarak, Yükseköğretim Kanunu’nun biçim bütünlüğü bozulmuştur. Böylesi zihniyeti hastalıklı, biçim bütünlüğü bozulmuş, yayınlandığı tarihteki koşulları değişmiş bir kanunda yapılacak revizyon ile 2023 Türkiye’sinin Yükseköğretim sistemi yönetilemez. Bu kanunda revizyon değil topyekun bir reforma ihtiyaç vardır, yeniden yazıma ihtiyaç vardır. Zaten revizyon sayılabilecek onlarca değişiklik yapıldı ama sorunu çözmeye yetmedi.    

YÖK’ün iç dinamikleri ile böylesi kapsamlı bir reformu başaramayacağı açıktır. Ancak yine de Yükseköğretim sisteminin çatı kuruluşu YÖK, ortak aklı arayan bir bakış açısı ile tüm paydaşlara alan açarak, 2547 Sayılı Kanunu tartışmaya açması ve siyasi iradeye rehberlik etmesi mümkündür.

Bu sürecin en temel parametresi katılımcılık olmalıdır. Bu çerçevede her bir üniversitede tüm toplumsal kesimlerin, hususende alan STK’larının etkin katılımı ile bölgesel çalıştaylar sonrası oluşturulan raporlar, 2023 Türkiye’si Yükseköğretim Vizyon  metnine kaynaklık edebilir.

Bu süreçte en önemli ve öncelikli husus Yükseköğretim sisteminin kim tarafından ve hangi örgütsel modelle yönetileceği sorunudur.

Halen koordinatör çatı yapı olarak kurgulanmış ancak koordinasyon boyutunu çoktan aşmış Yükseköğretim Kurulu benzeri bir yapı üzerinden mi yönetilmeli veya Yükseköğretim sistemi bakanlık yapısı üzerinden mi yönetilmelidir?

Öncelikleri ne olmalıdır?

Bu tercihlerin olumlu olumsuz yönleri detaylı olarak tartışılmalıdır.

Yükseköğretim sisteminin Bakanlık olarak örgütlenmesi düşünülüyorsa üniversitelerin, Bakanlık ile ilişkileri nasıl kurgulanmalıdır?

Atom Enerjisi Kurumu, Uzay Ajansı, TUBİTAK, İleri Teknoloji Enstitüleri gibi bilim üreten kuruluşlar ile üniversitelerin senkronizasyonu nasıl sağlanabilir?

Bakanlık olarak örgütlenecekse YÖK’ün işlevi ne olmalıdır?

YÖK, Regülatör  Yapı (EPDK, RTÜK, vb.) olarak standart tanımlayan akreditasyon kurulu işlevi görebilir mi?

Üniversite bilgi üretme (araştırma), bilgiyi transfer etme (eğitim/öğretim) hizmet sunumu fonksiyonlarını hangi örgütsel formda gerçekleştirebilir?

Her ilimizde açılan üniversitelerimiz ile erişim problemi kalmayan yükseköğretimin kalite sorunu nasıl aşılabilir?

Üniversitenin program içerikleri ile işgücü piyasasının talebi arasındaki uyum nasıl sağlanabilir?

Sorular, sorunlar…

Sonuç olarak;

Yükseköğretimin devasa yapısal sorunlarına ve reform ihtiyacına rağmen başarabiliriz. Türkiye’nin bu sorunları çözecek enerjisi ve bilgi birikimi vardır.

Ortak aklı aramaya devam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenol Metin Arşivi