Çanakkale'yi Anlayabildik mi?
18 Mart Cumartesi günü, Çanakkale Zaferi'nin 108 yıl dönümüydü. Çanakkale, tarihimizde gerçek anlamda bir dönüm noktası ve tarihe altın sayfalarla yazılması gereken bir zafer. Her yıl 18 Mart tarihinde Çanakkale Deniz Zaferinin yıldönümünü sadece kahramanlık türküleriyle veya destansı lirik anlatımlarla yâd etmek, hamasi bir takım nutuklarla geçiştirmek, Çanakkale'ye yapılan belki de en büyük haksızlıklardan bir tanesidir.
Çanakkale, bir milletin topyekûn var olma savaşı verdiği, yeniden ayağa kalktığı, azim ve imanın, dönemin en modern savaş silahlarını, en vahşi ordularını boğazın serinliğine, tarihin derinliğine gömdüğü yerdir. İmkânsızlıklar içerisinde olan bir milletin imkânsızlığı aklına bile getirmeden “İman varsa imkân da vardır!” anlayışı içerisinde hareket etmiş olduğu bir cephenin adıdır. Çanakkale'yi anlamak ve anlamlandırmak için, kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela olan düşman ordularını Çanakkale'ye getiren motivasyonun ne olduğunu ve aradan geçen 108 yıldan sonra bir motivasyon kaybının olup olmadığını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.
Peki, Çanakkale'ye İngilizlerin önderliğinde pek çok devleti onlarca yüzlerce savaş gemisiyle getiren o motivasyonda bugün için herhangi bir değişiklik var mı? Yani 108 yılda ne değişti, ne değişmedi? Siyonist/emperyalist yamyamları, sırtlanlar gibi Anadolu coğrafyasına getiren, iştahlarını kabartan, Anadolu'nun jeopolitik, teopolitik, jeostratejik, teostratejik, jeokültürel ve teokültürel konumu ve durumu değişmedi. Türkiye, aradan geçen 108 yılda yaşanan pek çok dejenerasyona rağmen hâlâ dünya üzerinde Müslümanların umudu olan, halkının %90'dan ziyadesi Müslüman olan bir milletin yaşamış olduğu bir ülke. Anadolu, Dünya Müslümanları tarafından İslam’ın sancaktarı olarak görülen bir milletin/kültürün varlığını devam ettirdiği bir coğrafya. Anadolu hâlâ üç kıtanın kesişme noktası. Enerji yollarının birleştiği bir koridor ve Uzak Doğudan, Orta Asya'dan Avrupa'ya ulaşan ticaret yollarının kesişmiş olduğu bir nokta. Sıcak denizlere sahip olan ve lojistik kavşak olan bir coğrafya. Bunun da ötesinde doğal gaz ve petrol bölgelerine, diğer yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip olan bir coğrafya. Dahası Siyonistler için bir megola idea olan arz-ı mevud/vaad edilmiş toprakların büyük bir bölümünü elinde tutan bir milletten/devletten bahsediyoruz. Yani 108 yıl önce Anadolu ve Türkiye coğrafyası Siyonist/emperyalist güçler için ne anlam ifade ediyorsa aradan geçen 108 yılda hâlâ aynı anlamı ifade ediyor.
Peki, aradan geçen bu 108 yılda ne değişti? Siyonist/emperyalist güçlerin savaş taktiği değişti. Artık kendileri doğrudan üzerimize gelmiyorlar veya ellerini ateşe sokmuyorlar. Çünkü o el, 108 yıl önce o ateşte yandı ve parçalı kırıklar oluşturacak, alçı tutmayacak şekilde kırıldı. Bundan dolayı artık savaş taktiklerini değiştirdiler. Maşalar kullanıyorlar. PKK, PYD, YPG, DAEŞ, FETÖ, DHKP/C, TİKKO, MLKP gibi terör maşaları ile milletimizi/devletimizi yıpratmaya ve zihin dünyamıza ‘burada yaşanmaz!’ fikrini inşa etmeye çalışıyorlar. Artık savaşta cepheler değişti. 108 yıl önce Çanakkale cephesinden saldıranlar, bugün itibarıyla kültür cephesinden saldırıyorlar. Dizilerle, filmlerle, hatta çizgi filmlerle, yarışma ve kadın programlarıyla saldırıyorlar. Dün bombalarla, mermilerle, savaş teçhizatı ile yenemedikleri, esir alamadıkları bu milleti; ahlâki açıdan çökertmek suretiyle esir almak ve paryalaştırmanın yollarına arıyorlar. Bugün Çanakkale cephesinden saldırmıyorlar. Ancak ekonomik cepheden çok daha büyük saldırılarla üzerimize geliyorlar. Bugün, bilinçsiz, kültürsüz, tarihinden bihaber, geleceğine ilgisiz, vurdumduymaz, hedonist bir kuşak oluşturmak suretiyle zihinsel, kültürel, ahlâki alanlarda işgal edilmiş ve neticede kendisini batıya teslim edecek bir topluluk oluşturmanın savaşını veriyorlar.
Dün Çanakkale'yi geçemeyenler, bugün hedefe giden yolu değiştirdiler. Çanakkale, İslam’ın halifesine giden en kestirme ve en kısa yoldu. Çanakkale'yi birkaç gün içerisinde geçip, İstanbul'da halifeyi teslim alıp, boğaza karşı şaraplarını yudumlamak hevesiyle gelenlerin hevesleri kursağında kalınca stratejiyi değiştirdiler. Halifeliği lağv ettirdiler ama hilafet düşüncesinin varlığı bile onları rahatsız etmeye devam ediyor. Şekersiz üzüm hoşafı, yağsız buğday çorbasıyla öğün edip ülkesi için canını feda eden gençlerin yerine starbuck’s cafelerde zıkkımlanıp, LGBT’ye özgürlük tweetleri atan, patates soğana ülkesini satan, Dolar’a Euro’ya tapan, dininden milliyetinden utanan, hedonist ve sekülerist kuşaklar yetiştirme hedefine odaklandılar. Siyasal, kültürel, ekonomik alanda işbirlikçi hainler oluşturmak suretiyle, bizden gibi gözüküp bizden olmayan içimizdeki beyaz taşları kullanarak pirinçleri ezmeye çalışıyorlar. Aradan geçen 108 yılda savaşta kullandıkları silahlar değişti. Artık toplar, mitralyözler, savaş gemileri, uçaklarla bombardımanın yapmıyorlar. Ancak kitle iletişim araçları, sosyal medya ve medya ile bilinçaltını bombalıyorlar. İşbirlikçilerine kendi PR’larını yaptırarak şirin gözükmeye, kendilerini kamufle etmeye, işgalcileri kurtarıcı, hainleri kahraman göstermeye çalışıyorlar.
Peki, aradan geçen bu 108 yılda bizim cephede bir değişiklik var mı? Köprünün altından çok sular akmakla beraber, köprü hâlâ sapasağlam yerinde duruyor. Onun için sorumluluklarımız, misyonumuz değişmedi. Çanakkale bize ne diyor? Çanakkale, 108 yıldır bize tarihten ibret almamızı, bir ve beraber olmamızı, bizi biz yapan değerlerden, İslam’ın ruhundan uzaklaşmamamız gerektiğini söylüyor. Çanakkale bize, eziklik psikolojisinden kurtulmamızı ve dünya üzerindeki özgül ağırlığımızın farkına varmamız gerektiğini söylüyor. Çanakkale bize, üzerimizde oynanan oyunların, etrafımızdaki ateş çemberinin, içimizdeki hainlerin farkında olmamızı söylüyor. Çanakkale bize, tarihin nesnesi değil öznesi olun diyor.
Çanakkale tarihte yaşanmış, olmuş-bitmiş, mazide kalmış olan bir savaş değildir. Çanakkale savaşı bugün ekonomik, kültürel, politik, siyasal cephelerde hâlâ bütün sıcaklığıyla devam etmektedir. Biz bu savaşta hangi cephede durmamız gerektiğinin kararını vermekle sorumluyuz. Bir ve beraber olup güçlü devlet, özgür millet tarafında mı olacağız; yoksa sömürgeci, Siyonist/emperyalist güçlerin maşaları, içimizdeki mandacı, IMF’ci, teslimiyetçi zilletin tarafında, cephesinde mi olacağız? Bu karar, 108 yıldır sürmekte olan savaşın neticesini etkileyecek. Bilmem anlatabildim mi?