Cahillik mi, İman Zaafiyeti mi?
10 Nisan Cuma akşamı, gece 12'den itibaren, 48 saatlik sokağa çıkma yasağı ilan edileceği duyulunca, insanlarımız adeta yasağı kutluyormuşcasına caddelere, sokaklara, fırınlara, marketlere hucum etti. Sosyal mesafe, temassızlık, hijyen kuralları diye bir şey kalmadı. Gecenin sonunda ekranlara, üç-dört adet, iki buçuk litrelik Amerika menşe'li gazlı içeceği kucağına doldurmuş yada çikolatalı, karamelli bisküvileri koltuğunun altına sıkıştırmış veya cips ve alkollü içecekleri poşetine, çantasına tıkıştırmış insan manzaraları yansıdı. 15-20 ekmek alanları yada bir tane bile ekmek alamadığı için ekmek alanlarla kavga edenleri gecenin sonunda ekranlardan izlemek durumunda kaldık.
Ortaya, üzerinde düşünülmesi gereken ilginç manzaralar çıktı. İnsanları böylesine güdüleyen, motive eden mefhum neydi? İki gün sokağa çıkma yasağının uygulanacağını duymak, neden bu denli, bu derecede bir toplumsal reflekse sebep olmuştu? Sadece 48 saat... Kaldı ki hayati ihtiyaç duyulan yerlerin, fırınların açık olacağı da ilan edilmişken... Bu tabloyu sadece cehaletle, aç gözlülükle, sürü psikolojisi ile izah etmek mümkün mü? Yoksa cehaletin de ötesinde değerlendirmemiz gereken bir husus mu söz konusu? Basit bir vurdumduymazlık, "bana bir şey olmazcılık" anlayışına indirgenebilir mi? Bunlar kısmen etkili diyebiliriz. Ancak asıl meselenin, maalesef toplumumuzda ki iman zaafiyeti olduğunu ifade etmemiz gerkiyor. Yani kral çıplak.
Bizim imanımız gayb'a imandır. Görmediğimiz, tecrübe etmediğimiz, edemediğimiz ve dünya hayatında edemeyeceğimiz, bize haber olarak ulaştırılan, esaslara inanırız. İman esaslarımızın başında, kainatın yaratıcısı, hâlîkı, fâtîrı, rabbi, maliki, meliki, rezzakı olan tek bir Allah'a inanmak vardır. Allah CC, kendisini Kur'an-ı Kerim'de bizlere bu özellikleriyle tanıtır, anlatır. Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın gücünün her şeyin üzerinde olduğu, yegâne iktidar sahibinin Allah olduğu vurgulanır. Allah'ın aynı zamanda "mü'min" olduğu, koruyucucu olduğu, merhamet sahibi olduğu, yine ilahi mesajda sık sık vurgulanan konulardır. Bütün bunlar neden Kur'an-ı Kerim'de anlatılır. Gayb'a iman eden insanın imanını içselleştirmesi(İlm-el yakin), aklîleştirmesi(hakk-el yakin) içindir. İlahi mesaj, insanoğlunun başıboş bırakılmadığını, imtihanda olduğunu bildirir. Bu imtihanın ömür boyu süreceği, imtihan sürecinde korku, açlık, mallardan, ürünlerden ve canlardan eksiltme şeklinde soru(n)larla karşılaşacağı, imtihanın içeriğinin nasıl olacağı hususunda bize bilgi verir. İnanan insanın, bu bilgiler doğrultusunda, korkudan emin olarak, güven içerisinde hayatını sürdürmesi ve sadece imtihana odaklanması istenmektedir.
Cuma gecesi ortaya çıkan manzarada insanlar; davranışlarıyla, refleksleriyle korkudan emin olmadıklarını, yani korku imtihanını kaybettiklerini ortaya koydular. Bu davranış, aç kalabilme ihtimaline karşı ortaya koydu bir refleks değildi. Bu sürü psikolojisi yansıtan davranışı, psikolojik savunma refleksi gibi sığ bir pozitivist anlayışla açıklamak zor gözüküyor. Bu süreci tetikleyen zihinsel kırılma, insanların gönlündeki Allah'a olan iman/güven duygusunun eksikliğidir. Çünkü günümüz insanında "ilah" kavramı, soyut bir düşünce haline getirildi. O, inandığını iddia etmiş olduğu ilahın, kendisine şah damarından daha yakın olduğunu, kendisini her daim gördüğünü, gözettiğini, işittiğini ve kudretinin her şeyin üzerinde olduğunu bilinç düzeyine getiremedi. İmanı bilinç düzeyinde olmadığı için, hayatında imtihanın bir parçası olarak karşılaşmış olduğu alışılmadık durumlara şuurlu bir davranış da geliştiremiyor.
Korku; kaygı ve endişe halidir. İnsanın tahmin ettiği/varsaydığı veya açıkça bildiği bir emareye dayanarak, kötü bir hâl ile karşılaşacağından kaygılanmasıdır. Bu hal huzursuzluk, endişe ve karamsarlığa sebebiyet verir. Bu korku halinin izalesi için en etkili çözüm, insanın kendisine güçlü bir dayanak noktası bulması ve güçlü bir üst varlığa sığınmasıdır. Ancak mikroskopla görülebilen, dünyanın süper gücü diye görülen ülkelerinin dahi bîçare kaldığı, Avrupa Birliği Ülkelerinin, Amerika'nın sağlık sisteminin çöktüğü bu pandemi karşısında insanlık; paranoya seviyesine doğru yükselmekte olan kaygı, tedirginlik ve endişe durumu yaşıyor. Bu kaygı ve endişe karşısında insanın yegâne sığınağı ve nokta-i istinâdının Allah'a iman olması gerekiyor. Çünkü güçlü olarak lanse edilen kurumsal insani yapıların kifayetsizliğini, acziyetini, zaafiyetini her gün müşahede ediyor. Allah'a iman etmeyen, iman ettiği ilahının gücünü ve diğer özelliklerini içselleştirmeyen, aklîleştirmeyen insan, sokağa çıkma yasağı gibi hayatında nadiren tecrübe etmiş olduğu bir durum karşısında şuurlu, akıllı, bilinçli bir davranış refleksi gösteremedi. Neticesinde de ortaya nâhoş görüntüler çıktı.
İki aydır can siperâne gayret gösteren bütün sağlık personelinin emeği, mücadelesi iki saatte heba edilmiş oldu. Bu durum bize bir kez daha gösterdi ki; istatiksel veriler ışığında, %99'unun Müslüman olduğu iddia edilen toplumumuzdaki en büyük problem, iman problemidir. Şayet bilinçli, şuurlu iman sahibi bir toplum olmuş olsaydık; “İşte o şeytan yalnız kendi dostlarını korkutabilir. Şu halde onlardan korkmayın, benden korkun” (Âl-i İmrân 3/175). mesajının öğretisi doğrultusunda hareket ederdik. Korkulması gereken tek gücün, tek sığınak olan merhametlilerin en merhametlisi olan, Rezzak(rızık verici) olan, Şafii (şifa verici) olan, Allah olduğunun bilincinde olurduk. İnsanları cuma akşamı evden çıkmaya güdüleyen güç zahiren, açlık korkusu gibi gözüksede; gazlı içecek, cips, çikolata, rakı, bira, tuvalet kağıdı stoklayarak dönen insanların, şuursuz bir korku, anlamsız bir endişe içinde olduğunu değerlendirebiliriz. Bütün bunların sebebi, asıl korkulması gereken gücün yerine, bir takım sûni korku odakları koymuş olmasıdır. Bu kafa yapısı, Allah'a inanmayıp veya inandığını iddia etmekle beraber, birtakım sûniilahcıklar, putlar yaparak savaş tanrısı, rüzgar tanrısı, su tanrısı, güneş tanrısı, bereket tanrısı gibi tanrıcıklar oluşturup, onlara kulluk etmesi, tazim ve hürmette bulunmasıyla eşdeğer bir durumdur.
Bu durum şu hakikati ortaya koydu ki; sekülerleşme ve pozitivist düşünce iflas etmiştir. Kendisi iflas ederken, kendisine bel bağlayan, iman eden bağlılarını da iflas ettirmiştir. Son yüzyıldır bu topluma dayatılan laik, kemalist düşünce ve inanç yapısı da iflas etmiştir. Kemalizme ve laisizme inananları, bağlılarını da iflas ettirmiştir. İflası kabullenemeyen bu anlayışların savunucuları yansıtma psikolojisi içerisinde, sürü psikolojisi içindeki davranışlarının suçunu devlete veya cehalete yıkmaya çalışmaktadırlar. İslam açısından değerlendirdiğimizde insanların devletlerine güveni de, Allah'a iman ve güven ile doğru orantılıdır.
Bunlarla beraber cuma gecesi ortaya çıkan toplumsal davranış acı bir gerçeği daha ortaya koymuştur. Diyanet İşleri Başkanlığının, İlahiyat Fakültelerinin, İmam Hatip Liselerinin, Din Eğitimi veren STK'ların, imanı kuvvetlendirme hususunda, imanın toplumda belirleyici güç olmasını temin noktasında yetersiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Asıl meseleyi bırakıp, kim demiş, kime demiş, ne demiş türü ...miş-mişleri fişleyerek vakit kaybettiğimiz ortaya çıkmıştır. Bir öz eleştiri yapmamız gerekir.
Pazartesi günü faaliyete başlayacak olan Toplum Bilimleri Kurulunda görev alacak (y)etkili kimselerin, pozitif psikoloji ve sosyolojiyi bilmenin ötesinde, iman sahibi ve toplumun maneviyatını güçlendirecek, imani alt yapısına katkı sağlayacak, inanç noktasında telkinlerle, dudaklardaki "inanıyorum" sözcüğünün, kalbe indirilmesini organize edebilecek yetkinlikte kişiler olması zaruridir.
İman yoksa dünyanın bütün süper güçleri de bir araya gelse, korku, endişe, panik halindeki toplumu teskin edecek, topluma tevekkül kazandıracak, paranoya durumundan kurtaracak, etkili bir çözüm ortayaya koyamamaktadır, koyamayacaktır. Bunu Avrupa ve Amerika toplumlarının içerisine düşmüş olduğu halden, basına ve ekranlara yansıyan manzaralardan da görmekteyiz. Cuma gecesinden sonra birtakım kimseler sosyal medyada, "şekersiz üzüm hoşafı, yarım ekmek ile Çanakkale Zaferini kazananların torunları, iki gün evde kalacağız diye birbirini yediler!" şeklinde paylaşım yaptılar. Dedeler ile torunları davranış zaviyesinden kıyaslarken atladığımız ya da görmek istemediğimiz en büyük fark; dedelerin sahip olduğu, torunların kaybetmekte olduğu imandır. O imanın ortaya koymuş olduğu Allah'a güven ve tevekküldür. Allah'a imanın olduğu yerde ümitsizlik yoktur. Bir kalpte veya toplumda, korku, endişe ve ümitsizlik varsa, ciddi bir iman zafiyeti vardır.
"Onuncu kattan düşen ölür mü? diye bunu kendimizin tecrübe etmesi gerekmemektedir. Tecrübe edileni, tecrübe etmek aptallıktır. Avrupa ve Amerika toplumu, virüs korkusuyla ruhsal çöküntü içerisinde yaşayamayacak hale gelmiştir. Türkiye'nin de paranoyak hale gelmemesi için yapmamız gereken, insanların taklidi ve geleneksel imanlarını, tahkiki ve fiili iman haline getirmektir. Yoksa fırınlarda ekmek bulamayınca birbirimizi yemeye, marketlerde gazlı veya alkollü içecek bulamayınca da birbirimizin kanını içmeye başlarız. Gelecek güzel gelecekse; bu insanların Allah'ın dinine yardım etmesi, yani Allah'a, Ahiret Gününe ve bütün iman esaslarına şeksiz, şüphesiz iman etmesi ile mümkün olacaktır. İlahi gücün yardımı, yegane Şafi'nin, üzerimizde tecellisiyle olacaktır. İman, en büyük güçtür. Gücü elinde tutanda iktidardır.