Çağın ölümle ilişkisi üzerine
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
N.F.K.
Çağın insanları olarak ne çok ölüme şahit oluyoruz. Depremlerden sellere, tsunamilere, Kalp krizinden trafik kazalarına, terör saldırılarından savaşlara, intiharlardan cinayetlere, salgın hastalıklardan adını bile duymadığımız türlü çeşitli illetlere kadar birçok ölümle her gün karşılaşıyoruz. Ölüm ilk bakışta soğuk bir kelime, ancak öyle şeyler görüyoruz ki ölüm olmasa bu insanlar ne yapardı bile diyebiliyoruz. Yıllar önce bir ihtiyarın yolda ağır aksak, zar zor yürüdüğünü gördüğüm zaman anlamıştım ölümün de bir nimet olduğunu. Elbette öleceğiz. Bu konuda bir tereddüdümüz de yok, itirazımız da... Ama çağın ölüm sahnesi o kadar çeşitlendi ve hunharlaştı ki amiyane tabirle, insanın dudağını uçuklatıyor.
Hoca Nasrettin’in de altını çizdiği gibi doğuma inanıyorsak, ölüme de inanacağız. Bizim üzüntümüz ölümlü bir dünyada yaşamaktan değil, özellikle son dönemde birçoğuna şahit olduğumuz pisipisine ölümlere üzülüyoruz. Toprağın üzerinde olup bitenlerin, toprağın altındaki seferimizde bize ayak bağı olacağının korkusu ve hüznü aslında bu biraz da. Sevgilileri tarafından öldürülen insanlar var bu çağda; sevgili ve can alan nasıl aynı insan olabilir? Camilerinden beş vakit ezan okunan, her yıl sayısız hafız yetiştirilen ve sürekli Kur’an okunan, tefsir, hadis dersleri yapılan bir ülkede nasıl can cana, canana kıyabilir? İşte bizi üzen, şaşırtan, mahcup eden şey bu.
Ders çıkarmayı, ibret almayı, olayları yorumlamayı unuttuk. Kimse kimseyi dinlemiyor. Onun kadar benim de aklım var, o da kim oluyor gibi hiç de akıllıca olmayan düşüncelerle, diklenmelerle, arzularının peşinde koşan, egolarının tatmini için her yolu mubah gören insanlarla yaşıyoruz. Havaya sıktığı silahtan çıkan kurşunun sesine kapılan, taşkınlığının insanların canından olabilme ihtimalini hiçe sayan bir güruhla burun buruna yaşıyoruz. Kaçamak yaptığı adamla yapıp ettikleri duyulmasın diye öz çocuğunun öldürülmesine göz yuman annelerle yaşıyoruz. Bir heves uğruna çocuklarını, dünyanın her türlü tehlikesiyle baş başa bırakıp evlerini terk eden adamlarla yaşıyoruz.
Oysa hayat bu kadar zor değil. Mutluluğu, saadeti, huzuru karmaşık olanda aramak yerine, sadelikte, rutinde ve basit olgularda arasak daha çabuk çözebilir aslında. Şehvete, arzuya, hırsa kapılmanın bir anlamı yok. Sel yataklarına ev kurmanın, yol ortasında yürümenin, son sürat araba kullanmanın belki macerası, adrenalini olabilir ama akılla, izanla ve daha da önemlisi huzurla bir alakası yok. Eskiler azıcık aşım, ağrısız başım derlerdi. Nerde duracağını bilmek, yetinmeyi öğrenmek gerek. Şu fani dünyada, ölümsüzlüğü aramak yerine, insanın özünde olan ölümsüzlüğü keşfetmek daha zekice bir tutum olmalı.
Sevgiyi bulmak, yuva kurmak, çocuklarının ebeveyni olmak, her şeye değer. Sade bir hayat, helal bir kazanç ve asil bir neslin temini için ömür harcamak, her türlü hazzın, eğlencenin, zevkin üzerinde bir duygudur. Kötü olmak kolay, bir insana bir tokat aşk edersin ya da hakarette bulunursun, işte kötü oluverdin. Ama bir insanın gönlüne girmek bu kadar kolay değildir. Bu yolda zor olanı seçmeli ve iyiliği öldürmemeliyiz ki iyi ölebilelim.
Yazımızı üstat Necip Fazıl Kısakürek’in yukarıda verdiğimiz şiirinin devamıyla bitirelim. Ancak önce bu şiirin neler söylediğini, insanı nasıl bir duygu ve düşünceye sevk ettiğini biraz açalım. Öleceğiz müjdeler olsun diyen bir insanı anlamak kolay değil elbette, günümüz düşüncesinde, ancak o derinliği kazanmak için de bu şairlerin, yazarların, düşünce insanlarının yakınında durmak gerek. Azrail’e hoş geldin diyebilme yürekliliği ancak bu mısraları anlamaktan geçebilir. Ölüme gülerek bakmak içinse imanlı olmak lazım gelir. İşte bu şiir bunların altını çiziyor ve fani yolculuğumuza anlam katıyor.
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner...
O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?
Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!
Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta...
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!
Sevgiyle kalın.