Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Bir Demet Gül

Bir Demet Gül

Genç adam evden çıktığında henüz gün doğmamıştı. Bölük pörçük, natamam uykularını olduğu gibi bırakıp yastığın üstüne “nasıl uyunurdu” sualini portmantoya astı. Artık rengi solmuş, kol ağızları yıpranmış kaşe paltosunu omzuna aldı. Yeni bir palto alabilirdi, eş dost “yeter şunu değiştir” diyordu lakin eski alışkanlıklar, koparamadığın bağlar, onunla yaşadığın anılar var, üzerinde eskimiş misal, ömrü geçmiş seninle. Denemedi değil değiştirmeyi de gönlü el vermedi, kadim bir dosta nasıl veda edilirdi. Sahi insan bir eşyaya nasıl bağlanır? Takılmadı bu sarmal ve derin mevzunun peşine.

Yakasını kaldırıp paltonun, cebine soktu ellerini. Serin bir güz sabahı… Derince nefes alıp yürümeye başladı daha köşedeki simitçiye varmadan “Şehirler de üşür mü” diye sordu yanından geçen çocuk. Yapılır mı adama şimdi bu… Soruyu cevapsız bırakıp hızlandırdı adımlarını, simitçinin yanına vardı, cebindeki son parayla iki simit aldı. Simitçi el çabukluğuyla, simitleri sararken bir gazete parçasına “şehirler de üşür paşam, hem de ne üşür” dedi, uzattı simitleri. Oralı olmadı genç adam, ne söyleyeni garipsedi ne söyleteni, tebessüm etti ve yürüdü.

Kendi sokağından çıkıp ana caddeye ulaştığında yine söylendi kendi kendine “gitmek lazım buralardan; çok, her şey gereğinden çok burada. Çok pencere, çok kapı, çok gürültü, çok uzak gökyüzü… Ne ararsan var aramadıklarınla beraber. Simidin birini çıkarıp böldü ikiye, “ayakta yeme hay oğlum” derdi annesi, burada olsaydı şimdi. Ne zamandı tatil, en son hangi aydı gideli? “Telefon açayım bari” deyip teselli etti kendini.

Şimdi durağa gidecek, insan istifi toplu ulaşım araçlarında, zihninde onca savruk düşünce, izleyecek kendini camda. Dalıp gitmişken ve neredeyse ezberlemişken atacağı adımları yaşlıca bir kadın dikildi karşısına. Elinde bir demet gül, üzerinde eski örme bir ceket, üşümüş belli “Son demettir bu, al bakalım şu gülleri” Sabahın bu vakti ne gülleri diyecekti, diyemedi. Param kalmadı da demedi, sen de nereden çıktın demeyi beceremezdi, dili tutuldu sanki. “Neden hepsi sarı, kırmızı olmaz mıydı güller” suali merakında kaldı. Cebinden simidi çıkardı “yeter mi” kadın gülümsedi “nasipte bu varmış” dedi. Şehrin tam da bu noktasında onları karşılaştıran ne ise farklı yönlere savuran da o. Tam ayrılıp gidecekken “Ben ne yapayım, kime vereyim bunları” diyebildi sadece. “Bul birilerini” dedi kadın ve ekledi “bir güle kim hayır derki?”

Elinde gül demeti, omzunda eski paltosu, yarım kalmış simit ve üşümüş bir şehir vardı şimdi önünde. Bugüne kadar gül vermiş miydi birine, gül mü verilirdi sahi bülbüle? Koca şehirde yalnızlığıyla yarenlik eden biri nasıl gül verir zaten birine? Hercümerç olmuş zihni şaşkın değildi lakin sabahtan beri yaşananlar… Vardır bir hikmeti.

Tek tek saydı gülleri tam bir demet… Şimdi çevresine daha bir dikkat kesildi. Büyük bir görev, mühim bir emanetti sanki her biri verilmeli birine, “bul” dedi çiçekçi kadın. Nasıl bulunur o biri? Yürümeye karar verdi ve kim gelirse karşısına uzattı sarı güllerden birini. Lise çağlarında iki gence uzattı, kahkahalarla güldüler, biri diğerine “al kanka, manitaya paslarsın” dedi, öteki “çak” yaptı. Bankta oturan ihtiyar amcaya verdi diğerini “hatun göçtü göçeli, unuttuk evladım çiçeği böceği”.

Dükkânın önünde oturan üç beş kişi vardı biri “kaça aldın kaça satıyorsun” dedi öteki “bu işte iyi kâr var demek ki” diye çıkıştı. Biri güllerin sahte olduğundan beriki lüzumsuzluğundan dem vurdu. Dükkân sahibi “kırmızısı yok mu” diye itiraz etti. Oradan çabuk uzaklaştı adam sarı güllerini sakınarak. Sonra genç bir kadına uzattı gülün birini, kadın “ne münasebet” deyip azarladı, onun yanındaki kadın durumu anladı mütebessim halde gülü aldı.

Zerzevat satıyordu yolun kenarında manav “bizim köyde bunlardan daha güzeli var” dedi. Adamın biri sırıttı “vardır senin bir çıkarın, söyle ne istiyorsun bakalım.” Uzatıp kafasını göbekli biri “Hep oyun bunlar, kanmam ben böyle ucuz numaralara, milleti uyandırmak lazım güzellemesi” yaptı. “Sana mı kaldı bu iş” diyen de oldu, “kaldı mı senin gibi nazenin insanlar” diyen de.

Sonra misal boyacı çocuk gülümsedi sarı gülü görünce, öyle gülümsedi ki güller tazelendi. Adam kavga eden bir çiftin arasına girdi önce kızıp bağırdılar sonra tebessüm edip barıştılar. Kilitli kapıların zincirlerine koydu birer gül, bir taksinin camına, bir kuşun kanadına. İhtiyar bir amcaya rastladı mezarlığın yanında. Gülün birini bir kabre ötekini amcaya uzattı. İhtiyar derin bir nefes çekti “sana mı düştü bugün görev?” dedi, adam şaşırıp hayret etmekten vazgeçti.

Böylelikle bitirdi gülleri. Son bir tane kaldı elinde, kime dese kime sunsa alan olmadı. Ne bülbül istedi ne gökyüzü. Akşam olmuştu, şehir mütemadiyen üşüyor olmalıydı. Eve dönmek zamanı gelmişti çoktan, başı önde yorgun ama mutmain bir kalple gerisin geri döndü evine ve son sarı gülü emektar paltosunun iç cebine koyup emanet etti gönlüne.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi