Bereket Kaynağı Dut Ağacı
Konya'da eskiden her mahallede yol boyunda veya müstakil bahçeli kerpiç evlerde bir Dut ağacı bulunurdu. Çocukluğumun geçtiği Araplar Mahallesi'nde 1968-75 yılları arasında dut ağacı meyve verdiği ve olgunlaştığı zaman gelip geçenler ve mahallenin çocukları çoğunlukla beyaz dut olmak üzere canları çektiğince ve istedikleri kadar kırmızı dut yerler idi. Hatta komşular bahçelerine de alırlar ve dut yedirirlerdi.
Özellikle kırmızı dut yerken ellerimiz, ağzımız kırmızıya boyanır, hatta üstümüz başımız da kıpkırmızı lekeler olurdu. Eve dönünce annelerimizden epey bir fırça yerdik. Pekmez zamanı olduğunda ise pekmez yapan komşuların kaynattığı kazandaki köpükleri hemen dut ağacından kopardığımız yaprağını kaşık şeklinde tutar ve pekmez şırası içerdik.
Dut her dalı bereketli olan, onlarca meyveyi sunan bir ağaç. Dut ağacı ipekçilik ile eş anlamlı bir ağaç olmakla birlikte mobilya sektöründe ve özellikle müzik enstrümanı olarak saz ve tar gibi çalgıların tekne yapımında çok kullanılan bir ağaçtır.
Ayrıca süs bitkisi çeşitleri arasında dut bitkisi de bulunmaktadır. Besin değeri oldukça yüksek olan dut meyvesi, tüm vitaminleri de içerisinde barındırır.
Ülkemizde dutların tip özelliğine sahip olmamasından kaynaklı, ticari bahçe kurulması için yeterli dut fidanı çeşidi bulunmamaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde de dut sadece ipek böceği yetiştiriciliği için kullanılmakta, meyvesinden harici şekilde yararlanılmamaktadır. Bu sebeptendir ki dut ağacı, dut yetiştiriciliği ve meyvesi hakkında yeterli bilgi yoktur. Türkiye’de gözlemlemek gerektiğinde, beyaz dut %97 karadut ve kırmızı dut ise yalnızca %3 oranda üretim ve tüketimde kullanılmaktadır.
Ayrıca Türkiye’de hasat zamanı toplanan dut meyvelerin %70’i pekmez yapımında kullanılmaktadır. Geri kalan %10’u köme yapımında, %3 pestil yapımında, %4 kuru dut şeklinde, %5 anlık tüketim, %8’lik bir oran ise diğer üretim yöntemleriyle değerlendirilmektedir. (https://www.ufuktarim.com/dut-yetistiriciligi?fbclid=)
Türklerde önemli bir yeri olan tabiata ait unsurların tespiti ve bunların çeşitli motifler hâlinde gelecek nesillere aktarımı kültürel değerlerimizin yaşatılması açısından önemlidir. Evrenin var oluşundan itibaren su, hava, toprak kadar elzem, hayatın merkezinde var olan bir unsur da ağaçtır. Ağaç her şeyden önce var oluşu, hayatı, canlılığı, bereketi temsil eder. Türk ve Dünya kültüründe ağaca çağlar içinde birbirinden farklı pek çok rol verilmiştir.
Eski Türklerin ilk dönemlerinde çeşitli tabiat unsurlarına ve bunların arasında ağaca atfedilen kutsallık ona ibadet etme şeklindedir. Bu dönemde çeşitli tabiat unsurlarına dinî- mistik manada bağlanma “kült”leri meydana getirir.
Ağaç kültü içerisinde kutsallık atfedilen ağaçlardan biri de dut ağacıdır. Evin ruhu olarak adlandırılan dut ağacı, evin huzurunun, istikbalinin ve bereketinin de sembolüdür. Türk geleneksel yapısında evin temeli atılmadan etrafına meyveli ağaçlar dikilmesine öncelik verilir.
Hacı Bektaş Veli Velayetnamesinde yer alan Ahmet Yesevi’ nin fırlattığı ucu yanmış dut ağacının Hacı Bektaş Dergâhının önüne dikilmesi ve Eski Türk dininde önemli yeri olan dut ağacının dallarına bez bağlanarak dileklerin dilenmesi ağaca bir kutsallık kazandırmıştır. Bu durum özellikle Alevi Bektaşi geleneği içerisinde önem kazanmış ve çeşitli ritüellerle günümüze kadar gelmiştir.
Dut ağacı, ipek böceği, ipek yetiştirilmesi açısından da önemlidir. Bu konuda tarihî ipek yolu üzerinde bulunan yerleşim yerlerinin bitki örtüsü ve özellikle de dut ağacına ait menkıbeler, Eski Türklerden günümüze dut ağacının önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. (https://dergipark.org.tr/tr/pub/tkhcbva/issue/71940/1157366, Türk kültüründe ağaç kültü ve Dut Ağacı, Ülkü Gürsoy)
Şimdilerde ne eski mahalle, ne sokak ne de Dut ağacı olan bahçeli evler kaldı. Zaman zaman betona yenilmemiş Konya'nın dış çeperlerindeki Lalebahçe, Hatip, Gödene ve Çayırbağı, Uluırmak, Karaarslan, Hasanköy gibi nisbeten müstakil bahçesi bulunan evlerde veya istinat duvarı önünde dut ağacına rastlamak mümkün.
Bu duruma dair en iyi izdüşüm Ankara yolundaki bir tek Alıç ağacına şiir yazan rahmetli Fevzi Halıcı üstadımın dikkat çektiği gibi galiba Meram Eski Yoldaki İğde ağaçları ve Gödene mahallesi girişindeki yalnız başına ayakta kalmaya uğraşan Dut ağacı gibi nitelikli ağaçlara şair değiliz şiir yazmadık ama yazı yazmak zorunda kaldığımız günlerdeyiz. Gödene yaylasında bu anlamda hudâyinâbit yetişen dut ağaçlarını koruma altına almak ve evlerde dut ağacı yetiştiriciliğini teşvik etmek ve korumak gerekir.
Düşünün ki Selçuklular ve Osmanlılar devrinden bu yana Meram Dutlu mevkii, Dutlu kır mevkiinde bile dut ağacı yok ise ve ipekçilik yapılmıyor ise geriye galiba Meram Şehir ve Kent kültürü müzesindeki temsili ipek böceği kozaları ve ipek işçiliğini anlatan balmumu heykel ve halı tezgâhı koymak durumunda kalmanın dayanılmaz bir hafifliği ile kala kalmışız demektir. Üstelik yine Meram'da Bürümcek başında ne dut ağacı ne bağ ne Bürümcek çayı kalmamış ise ve kimse Bürümcek kumaşı üretildiğini neredeyse 75 yıldır görmedim, duymadım diyorsa iş işten geçmiş demektir. (https://www.yenihaberden.com/meramda-burumcek-basi-nereye-derler-14527yy.htm)
Nereden yola çıktık bilinçli olarak dikilen bereketli ve haneyi koruduğuna inanılan dut ağacından bahis açmıştık. Tek tük de olsa Gödene yaylasında dut ağacına rastlamak mümkün. Özellikle sağlık ocağından aşağıya doğru yeni yapılan ağaçlandırma sahasındaki ıhlamur, iğde ve aralara eklenen dut ağacından yapılan peyzaj seçimi isabetli olmuş. Bugün Cuma namazına 19.yyda yapılan ahşap camilere iyi bir örnek olan 1867 yılında yapılmış sütunlu, minber/mihrap, balkon ve vaaz kürsüsü yekpare ahşap motif ve işlemeli Gödene merkez camiine giderken tam hisar mevkiini geçip yukarı çıkarken çeşmeye varmadan bir ağaç gözüme çarptı. Oysa 15 yıldır ağaç orada ve onlarca kez önünden araba ile geçmiş ve ne ağacı olduğuna hiç dikkat etmemiş idim. Dut ağacı olabileceğini yaprağından tahmin ettim ve cami çıkışı Toki’ye dönerken yan tarafındaki çeşmeye park eder bakarım diye niyetine aldım.
Nitekim yanına vardığımda Dut ağacı olduğunu gördüm. Hem karadut hem beyaz dut birlikte idi ve aşılı olmalıydı. Yerler olgunlaşıp dökülen dutlar ile dolu idi. Çocukluk kadar olmasa da bir elim akan dut suyundan komple kırmızıya kesildi. Tişörte damlayan lekeleri ise tatlı su çeşmesinde hemen leke kalmasın diye temizledim. Bir iki avuç da dut ağacını seven ve özellikle kırmızı dutun ağız içi yaralara, dilde paslanmaya iyi geldiğini tecrübe eden refikama şifa niyetine olmak üzere topladım.
Bir müddet sonra fotoğraf çekmeye yöneldim. Pastoral bütünlük içinde öz çekim eklemeden doğal halini yansıttım. Dut ağacı ve yemişi sadece ağaç olarak değil, edebiyat ve düşünce dünyamızı yansıtan mâni, bilmece ve türkü olarak da karşımıza çıkıyor. Mesela dilimize pelesenk olan dut yemiş bülbül gibi deyimi ile birlikte konusu dut üzerine olan farklı yörelere ait türküler de var. Halk aşıklarının elinde gördüğümüz ve saz dediğimiz Türk milletine has enstrümanın en iyisi dut ağacından yapılır. Halk edebiyatında Aşık Veysel’in “sazıma” başlıklı şiirinde çok daha açık şekilde söylediği bir şey var:
Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme
Lâl olsun dillerin söyleme yalan
Garip bülbül gibi ah u zar etme
Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkâr etme
Sazın duttan yapıldığını açık açık bu dörtlükte görüyoruz.
Dut ağacının hayatımızdaki yeri üzerine araştırma yaparken bir de tasavvufi boyutuna rastladım. Yrd. Doç. Dr. Okan Baba'ya ait “Dut'un Türk Halk Edebiyatı ve Kültürümüzdeki Yeri” başlıklı makalesinde Konya ve Dut ağacı geçiyor: "Sultan Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin bir ağaç kılıcı vardı. Getirip Sultan Hacı Bektaş Horasaninin beline kuşattı ve daha ocakta dut ağacından bir od yanar idi. Bu eskiyi kapıp ruma doğru pertev etti.” ... Yani, burada dut ağacını Ahmet Yesevi alıyor ocaktan, Anadolu’ya atıyor. Ve diyor ki:” Rum’da bunu tutalar”. “Ol eğsi havada yana yana Konya’da bir eve vardı, Sultan Hoca Fakih derler idi. Ol odu kapıp hücresinin önüne dikti. Kudret-i İlâhî ol eski bitti, tepesi yanık aşağısı dut idi. El-haleti hazihi şimdi yemiş verir.” …
İmdi Sultan Hacı Bektaşi Veli o gice seccade üzerinde yattılar ve kudretten avaz geldi dendi ki, eylenme, Rum’a var!” İşte menakıpnamede görüyoruz ki, edebiyatımızın başka bir boyutunda da dut yine önemli" Bu kara dut için Hacı Bektaş-ı Veli’nin: Bu ağaç dut verdikçe bilesiniz Anadolu bizimdir.” dediği rivayet edilir. ((https://www.dutana.net/2019/01/13/dutun-turk-halk-edebiyati-ve-kulturumuzdeki-yeri/)
Ezginin günlüğü grubunca seslendirilen bir Azeri türküsünde denildiği gibi Dut ağacı boyunca, dut yemedim doyunca denilmesi de bana enteresan bir söyleyiş olarak geldi. Fırsat bulduğunuz bir zamanda dalından koparıp taze dut yemeniz dileğiyle, kalın sağlıcakla.
Ezgi'nin Günlüğü, Dut Ağacı