Ben Sokağı’ndaki Abdullah Abim
“Neylersin ölüm herkesin başında” derken Cahit Sıtkı, böyle bir hayatı ve sonunda gelen ölümü düşünmüş müydü acaba?
Benim bir Abdullah abim vardı. Ben Sokağı’nda otururlardı. O zamanlar bir tekerleme gibi anılırdı o sokaklar: Han Sokağı, Ben sokağı, orta da taksi durağı diye. Kaç kez duymuştum bu söz dizisini rahmetli babamdan. Babamın halasının oğluydu Abdullah abim. Onu benim için özel kılan şey onun da benim gibi engelli oluşuydu. Biz Araplar’da otururduk. Akraba ziyaretleri ihmal edilmezdi o zamanlar. Seksenli yıllar... Birkaç seferlik ziyaretimizi iki açıdan hiç unutmam. Birincisi Abdullah abimin yataktan alınıp yanımıza getirilerek, birkaç cümlelik de olsa sohbetlere katılmasıydı ki o kelimeler dudaklarından zorla dökülürken duyduğu heyecanı bugün bile içimde duyarak hatırlarım. İkincisi ise televizyonun ilk yıllarında Şefika halamların bu teknolojik alete sahip olmalarıydı. Sanırım ilk Türk filmini onlarda seyretmiştim. Tarık Akan ve Perihan Savaş’ın oynadığı bir filmdi ve adı da sanırım Para idi. Çocukluk işte. Ancak Abdullah abime bakışım, duygularım ve onunla kurduğum empati hiç de çocukça değilmiş. Onu belki de en iyi ben anlamışım.
Bir gün ben bakkal dükkanında otururken babam: “Şefika halamın Abdullah vefat etmiş” dediğinde onun yüzündeki üzüntüyü hatırlıyorum. Oysa benim içimde yalnız bir üzüntü uyandırmamış, aynı zamanda tarifsiz bir kasırga estirmişti babamın dudaklarından dökülen bu cümle. Belki de yaşamadıklarını dünyada bırakıp giden Abdullah abimde kendi hayatımın da bir temsilini görmüştüm.
Kırk iki yılı yatakta geçirmek. Kırk iki yıl bir insana her türlü ihtiyacında yardımcı olmak. Bir olayın iki ayrı pencereden görünüşü... Bir tarafta yaşadığı ömrün her çağında akranlarının yaşadıklarını yaşayamamak; okula gidememek mesela, asker olamamak örneğin, evlenememek ve baba olamamak farzı misal. Şüphesiz ki bu saydıklarım ölümden öte bir acılar kaynağıdır. Ve her anı nefes almanın can vermekten zor olduğu bir hayat... Bunu ancak yaşayan bilir.
Ve böylece geçen kırk iki yılın sonunda gelen ölüm. Tam adı Abdullah Şenoğlu idi. Anne babasının şefkatiyle kırk iki yıl dayanabilmişti hayata. Ki annesinin ve babasının ona olan ilgileri bütün akrabalar ve görenler tarafından büyük bir takdirle karşılanıyordu. Gerçekten de çok iyi ilgilenmişler, çok iyi bakmışlardı. Allah onlardan razı olsun.
Benden büyüktü, onu ilk gördüğüm gün sanırım bir bayram ziyaretimizde olmuştu. Onu hep kafamda yaşatır, onunla paralellikler kurardım düşünce dünyamda. Belki de kendimi özdeşleştirirdim onunla. Onun yaşayamadıklarından kendi yaşayamayacaklarımı görür, ikimize birden hüzünlenirdim. Ben yalnızca yürüyemiyordum. O ise yemeğini dahi kendi yiyemiyordu. Ama biliyorum ki hayatın farkındaydı. Dile getirmese de olup bitenlerin ne demek olduğunu biliyordu. Kız kardeşleri gelin olmuş, erkek kardeşleri için eve gelinler gelmişti. Ama onun için bunlar bir masal bile değildi. Olsundu. O her acıyı yüreğine gömmesini becerebilen büyük bir tevekkül insanıydı. Yeri geldi içindeki fırtınaları unutarak, etrafındaki acılı küçük esintileri teselli etmeyi bile becerdi. İnsandı o, herkes kadar sevmeye sevilmeye hakkı vardı. Belki de herkesten daha çok... Çünkü sevmeyi bilen, menfaatler uğruna bozulmamış bir yüreği vardı.
Ama artık o yok bu dünyada. Geldi ve geçti gitti... Elbette ölüm insanoğlu için kabul edilmesi zor bir olay ama pek çok insan onun ölümüne “kurtuldu” kelimesini sıkça kullandı. Sahi kurtuluş kimin içindi? Maddi birtakım çıkarlar için hiçbir engel tanımadan koşuşturan şu insanlar o Abdullah abimden daha mı değerli bir hayat yaşıyorlar? Ayaklarını kullanamadan yaşamak, bu imkânı olup da olmadık şeylerin peşinde koşmak daha mı muteber bir şey? Hadi o öldü kurtuldu diyelim, ya siz dünyaya inanmış talihsizler, siz ölüp kurtulabilecek misiniz?
Bunları yaşadığım günlerin üstünden yıllar geçti şimdi. Artık ne haber aldığımda beklediğim bakkal dükkânı var ne o haberi veren babam... Şefika hala da yok eşi Ahmet Enişte de... Allah hepsine rahmet etsin. Sizler, Abdullah abimi ister tanıyın ister tanımayın. Eğer bir gün yolunuz Acıdort Köyüne (şimdi mahalle oldu) düşerse mutlaka Acıdort Mezarlığına uğrayıp ruhuna bir Fatiha okuyun. O sizleri mutlaka duyacaktır.
Sevgiyle kalın.