Mehmet Toker
Mehmet Toker Yerli ve Milli Kafa Üretebilir miyiz?

Yerli ve Milli Kafa Üretebilir miyiz?

Geçtiğimiz cuma günü, Türkiye'nin yerli ve milli otomobilin prototipi, Gebze'deki Bilişim Vadisi'nde tanıtıldı. Türkiye için tarihi bir gündü. Böyle bir otomobilin üretilecek olması, 1900'lü yılların başından beri, Anadolu halkının, Türkiye Devletinin bacağındaki, siyonist prangalardan bir tanesini daha kırdığının bir göstergesiydi. Ortaya çıkan modelin, futurist çizgiler taşımasının, bize özgü bir model ve marka olmasınında  ötesinde; Türkiye'yi sektörel açıdan,  pazar olarak esir almış olan, içerideki Sabetayist Siyonist Yahudi tekelin/kartelin kırılması için büyük bir adım atıldığın da fotoğrafıydı.
 
Yerli otomobil ile beraber, 1936'dan beri yine Türkiye'yi esir almış siyonist aklın bu gücünü kırmak için mutlaka yapılması gereken Kanal İstanbul Projesi de aynı şekilde gündemi işgal ediyor. Esasen, aklı selîm olan her insan, her iki projeye de "içimizdeki İrlandalılar" hariç, Müslüman vatandaşlarımızın %100 destek vermesini bekliyor. Ancak bakıyoruz ki; işin tam da burasında Sabetayist Siyonist tekelin/kartelin algı yönetimine kapılarak, kendisine dayatılmış, anlatılmış bir takım masallara, tarih diye inanan insanımızın büyük bir kısmı, hem yerli otomobile çamur atmaya, hem de Kanal İstanbul Projesini engellemeye çalışanların değirmenine su taşımaya gönüllü, arzulu ve istekli olduklarını görüyoruz. Nedeni, her ne kadar kendileri, bu toprakların insanı gibi gözüksede kafalarının, yani zihniyetlerinin bu topraklara çok yabancı olmasından kaynaklanıyor. Yerli otomobil prototip olarak üretildi. Tasarımını, İtalyan tasarımcılar yapmış olsa da, özgünlüğü ile ve marka değeri ile %100 bize ait olması ile yerli ve millidir. Otomobilin üretilemeyeceğini iddia edenler, üretilmesinden rahatsızlık duyanlar, en başta, uluslararası ırkî ve dini bağlantıları münasebeti ile İtalyan, Alman, Fransız markalarını Türkiye'de montajlamak suretiyle veya doğrudan ithal edip satmak suretiyle Türkiye'yi pazar olarak görüp ve yerli ve milli otomobilin üretilmesi ile bu pazarı kaybedeceği korkusuna kapılan "içimizdeki irlandalılardır!" Bunun yanı sıra da "içimizdeki İrlandalıların!"  -onların kim olduğunu yukarıda ifade ettim- gönüllü çanak yalayıcılığını  yapan, İslam ile, Osmanlı ile, manevi değerlerle problemi olan, zihinleri, kafaları, gönülleri,  algı yönetimleri ile yabancılaştırılmış ama yabancılaştığının bile farkında olmayan, kendini aydın zannedecek kadar cahil, batı hayranı kimseler olduğunu görüyoruz. İşte, yüzde yirmilere tekâbul eden, zihinleri, "batı hayranlığı kanseri" ile iğdiş edilmiş, bu profan kafalar nasıl millileşebilir?  Bu yüzde yirmilik güruh, topluluk nasıl yerli duygularla hareket edebilir?  Bu soruna çözüm bulmamız lazım.
 
Birincisi; ülkemizdeki eğitim müfredatımızın millileşmesi gerekiyor. Yakın tarih ile ilgili gerçeklerin sansürlenmeden, çarptırılmadan, doğru bir şekilde öğretilmesi lazım. 1930'lu yıllardan itibaren, eğitim müfredatımızdaki, Tarih ve İnkılap Tarihi adı altında okutulan dersler; Osmanlı düşmanlığı ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurucularının ilahlaştırılması tabulaştırılması anlayışına dayanmaktadır.  Yerli ve milli bir kafa yapısı için, doğru ve milli bir tarih eğitimine ihtiyaç vardır.
 
İkincisi; içimizdeki kendini gizleyen Sabetayist Yahudilerin yani yerli ve milli olmayan, bu ülkenin nimetlerinden istifade ettiği halde, Anadolu insanına içten içe düşmanlık yapan, devletin imkânlarını kullanarak semiren, zenginleşen, bu kripto zümrenin, 1800'lerden itibaren hangi aileler olduğunun ve nihai amaç ve gayelerinin ne olduğunun bu aziz millete iyi anlatılması lazım. Böylelikle kimlerin niçin yerli ve milli projelere karşı çıktığı, kimlerin kimlerle işbirliği yapıp, sırtımıza kene gibi yapışıp kanımızı sömürdüğü de anlaşılmış olur.
 
Üçüncüsü; İslam dışı diğer dinlerin bizim aile yapımızla, kültürümüzle, bizim insanlık anlayışımızla, bağdaşmadığını, bağdaşamayacağını ondan dolayı atalarımızın İslam dininde karar kıldığını, Müslüman olduğunu ve İslam'ın bizim sosyal kimliğimizin, toplumsal yapımızın temeli olduğunu yetişmekte olan kuşaklara doğru anlatmamız lazım. İslamın Kültür ve Medeniyetinin büyüklüğünün farkında olmayan veya göremeyen, görmemesi için ilerlemecilik masalları ile uyutulan, Batı karşısında aşağılık kompleksine kapılarak ezik bir ruh haliyle yetiştirilen gençlerimize; batının gerçek yüzünü, barbarlığını, vicdansızlığını, vahşiligini, anlatmamız gerekiyor. Çünkü Batı, son 150 yıldır yine içimizdeki Sabetayistlerin medya çığırtkanlığı ve algı yönetimi ile bizden fersah fersah ileride, öykünülmesi gereken bir medeniyet, hayranlık duymamız gereken bir güç olarak gösterilmeye çalışılıyor. Sosyolojik ve siyasal ahlak ve adalet açısından değerlendirdiğimizde; toplumları, sadece ekonomik ve silah güçleri modern, gelişmiş, üstün ve ahlaklı yapmaz.  Toplumu medeni kılan kriterler, o toplumun şefkati, merhameti, adaletidir. Batının populist, hedonist anlayışını, ye, iç, eğlen üzerine kurulan seküler hayat anlayışını; çağdaşlık, ilericilik diye göstermeye çalışan toplum mühendisleri!, batının sahip olduğu ekonomik gücün, Afrika'nın, Uzak Asya'daki ada toplumlarının soykırıma tabii tutularak, ellerindeki tüm zenginliklerinin sömürülmesi ile elde edildiğini göstermezler. Batının elindeki silahlı gücü, diğer milletleri ve halkları sömürmek  için kullandığını, Cezayir'de, Hindistan'da, Trablusgarp'ta, Afrika'da soykırımlar, katliamlar yaptıklarını göstermezler. Bize modern diye yutturulan batının, Amerika kıtası'nda (70 milyon kızılderiliyi) yerlileri yok ettiklerini, arkalarında milyonlarca masum cesedi bıraktıklarını anlatmazlar. Batıyı modern, insan haklarına saygılı diye bize yutturmaya çalışanlar, batılı zihniyetin Vietnam'da, Uganda'da Afrika'nın farklı ülkelerinde, günümüzde Irak, Suriye, Afganistan ve benzeri ülkelerde milyonlarca insanı katlettiğini göstermezler, görmemizi istemezler. Onun için yerli ve milli olmak, batı karşısında eziklikten kurtulmuş bir zihniyete sahip olmak demektir. Gençlerimize İslam kültür ve medeniyeti, İslam ahlakı eğitimini vermemiz gerekiyor.
 
Dördüncüsü,  yerli ve milli olmak, batının kendi katliamlarına perde çekmek için üretmiş olduğu popülist ve hedonist kültürü kabullenmemek, perdenin arkasına bakarak, insanın yaratılış amacına uygun yaşamasından geçtiğini anlatmak ve inandırmaktan geçiyor.
 
Bugün dünya üzerindeki teknik ve teknolojik gelişmişlik  ile ekonomik seviye ile aramızdaki açığı ve açıyı  biraz çalışıp gayret edip planlı hareket ederek rahat kapatabiliriz. Ancak bugün annesi ve babası ile çocuğunun arasındaki,  yada dedesi ile torunun arasında oluşan zihniyet farklılığını, yabancılaşma açığını, kendi milli manevi değerlerine düşman olma alçaklığını kapatmamız için ciddi anlamda projeler üretip kafa yorup, çalışmamız gerekiyor.
 
Türkiye'nin sadece pazar olarak kalmasını isteyen güçler pazarı ellerinde tutabilmek için müşterilerinin gaflet uykusu içerisinde uyumalarını istiyorlar. Adına ister faiz lobisi deyin, ister montajcı ve distribütör tekel/kartel deyin, ister içimizdeki İrlandalılar! deyin, kökleri İspanya kadar uzanan, bir müddet İzmir ve Selanik'te konaklamış olan, şimdi de bukalemun misali içimizde yaşayan tüccar takımını  iyi tanıyıp, onların bizim dostumuz, müttefikimiz olmadıklarının şuurunda bilincinde olmamız gerekiyor ki; kafalarımız millileşsin ve yerlileşsin.  Yoksa biz bu kafayla gidersek, hâlâ Türkiye'nin müşteri/pazar olarak kalmasını isteyenlerin algı operasyonuna kanmaya devam edersek, yakında müşteri/pazar statüsünü de kaybedip tam manasıyla köle durumuna düşeriz. Onun için öncelikle kafaların değişmesi gerekiyor.  Bunun yolu da eğitimin millileşmesi ve yerlileşmesi, müfredatın ilmi, milli, yerli bir müfredat olarak düzenlenmesi, özellikle yakın tarih ile alakalı bilgilerin uykudan önce masallar kıvamından çıkarılıp, belgelere dayanan, gerçek tarih olarak okutulması gerekiyor. Nuri Killigil'in fabrikasını havaya uçuran, Nuri Demirağ'ın uçaklarını toprağa gömüp, arazisini, havaalanını, fabrikasını metrekaresi 1 kuruştan istimlak eden, Vecihi  Hürkuş'u engelleyen, 1961'de yapılan "Devrim" otomobilinin prototipini yürütürmeyen ve ürettirmeyen, Özdemir Sabancı'yı ve Toyotasa Genel Müdürü Haluk Görgün'ü katlettiren, Marmaray'dan, üçüncü köprüden, üçüncü havaalanına kadar ülke ve millet yararına olan bütün gelişmelere engel olmaya çalışan bu Sabetaist Siyonist Tekel 1897'deki kongre kararlarını bağlılıkla/kararlılıkla uyguluyorlar. Onlar davasının mücadelesini veriyor onu anlıyorumda;  onların gönüllü sözcülüğünü, maşalığını  yapan, zihinleri iğdiş edilmiş, kalpleri işgal edilmiş, bu milletin manevi değerlerine yabancılaştırılmış bu %20'lik profan güruh ülkeyi bir uçuruma doğru sürüklemekte sahiplerinden/efendilerinden daha kararlı, kraldan daha kralcı  gözüküyorlar.
 
Bizim asıl davamız, yegane hedefimiz milli ve yerli kafa yapısına sahip insan üretmek olması lazım. Fakat bürokratlarımız, eğitimcilerimiz, STK'larımız maalesef, kendilerini sekülerizmin, popülizmin ve hedonizmin o ışıltılı dünyasına bırakıp, algı yönetimlerine kanarak, gerçeklere karşı yorganı bir kat daha üzerlerine çekip, gaflet uykusunda, çağdaşlık rüyası görmeye devam edecekse; ne söylesek boşuna... Yerli otomobil, Türkiye'nin ayağındaki prangalardan birini daha parçalaması idi. Ama zihinlerdeki prangalar parçalanmadığı müddetçe, köleler, kendilerine yapılan zulmü, lütuf olarak algılayacaklardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi