Talibanlı Afganistan
Amerika’nın, askerlerini çektiği, Türkiye’ye Kabil havaalanı ile ilgili bir takım sorumlulukların verildiği ve bu arada ülke yönetimini Taliban’ın eline geçirdiği şu günlerde, dünyanın gözü kulağı Afganistan’da.
Söz konusu Taliban ve onun hedeflediği “Şeriat düzeni” olunca laik ve seküler dünya, daha da dikkat kesilmektedir. “Bize Kur’an yeter” diye yırtınan, sapık fikirlerine alan açtığı için laikliği kendilerini koruyan bir şemsiye olarak gören dâl ve mudıl tayfası da; “Şeriatçıların gerçekten gözü aydın olsun! Sonunda özlemini çektikleri, hayallerini kurup rüyasını gördükleri Şeriat devletini kuracak olan Taliban, zafere ulaştı. O halde laik, demokrat, sosyal ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere, vatandaşı olduğu ülkeyi, Şeriat ile yönetilmediği gerekçesiyle beğenmeyen ve özlemle şeriat ülkesi arzulayarak her yere "Huzur İslâm'da" yazıları asan şeriatçı kardeşlerimizin özledikleri huzura kavuşabilmeleri için bir an önce Afganistan'a hicret etmelerini bekliyoruz” diyerek “Şeriatı” tî’ye aldıklarını görüyoruz.
Evet, yanlış duymadınız, bu sözler, sözüm ona kendilerini “Kur’an Müslümanı”(!) olarak vasıflandıran bir kişinin kaleminden dökülmüştür. Allah Kur’an’ında: “Sonra biz sana ŞERİAT verdik ona uy. Bilmeyenlerin (cahil cühelânın) heva ve heveslerine uyma” (45Casiye:18) diye buyurmasına rağmen, Kur’an’ı kendilerine ölçü edindiklerini söyleyen bu yalancı düzenbazlar, bu ayeti yok mu sayıyorlar? Yoksa sıkça yaptıkları gibi keyfi yorumlarla ayetin içini boşaltıp işlevsiz hale mi getiriyorlar?
Efendiler! Şeriat, Allah’ın peygamberlerine gönderip amel etmelerini/hayata geçirmelerini istediği emir ve yasaklardır. Yani İslam’ın kendisidir. Müslüman olduğunu iddia eden biri ona teslim olur, onu tî’ye alarak imanını sorunlu hale getiremez. Kafasına göre “Şeriat” tanımı yapıp kavramlara takla attıramaz.
Taliban’ın “Şeriat” söylemini değil, uygulamalarda yaptığı hataları eleştir ve o konuda olması gerekenleri söyle. Bunlar başımız gözümüz üstünedir. Bir zamanlar amansız Atatürk karşıtı olup da son geldikleri hali ile “Üç Mustafa’yı seviyorum. Biri Muhammed Mustafa, diğeri Kemal Mustafa, üçüncüsü de İslamoğlu Mustafa” diyenlerden başka bir şey beklemek de eşyanın doğasına aykırıdır.
Konumuza dönersek; şu an Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesine her ülke, cemaat, hizip ve parti bulunduğu yerden bakıyor. Elbette laikliğe iman etmiş, seküler bir dünya görüşünü benimsemiş ve hayatını da ona göre yaşayan, heva ve heveslerini ilah edinmişlerin, Şeriat’ı hayata hâkim kılacağını söyleyen bir anlayışın devlet olmasına hoşgörü ile bakması beklenemez.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau yaptığı açıklamada, “Taliban'ı Afganistan'ın resmi hükümeti olarak tanımayacağını” belirtti. Kefere devletlerin ekserisi ve onların kuklalarının ortak kanaatleri böyledir. Böyle olması da tabiidir. İslam’ın yeryüzünden sökülüp atılması için tarihte haçlı seferleri düzenleyenlerin torunlarından bundan başkasını beklemek, yılandan bal salgılamasını beklemek kadar abes olurdu. Bunlar bize dokunmuyor. Müslüman postu giymiş Protestan İslamcılar bizi kahrediyor. Çünkü onların açtıkları yara daha büyük ve onulmaz türden olmaktadır. Onların durumu Dede Korkut’un: “Kahpe içerden olunca kapı kilit tutmaz oğul! Halk içinde bozgunluk yapan haindir oğul!” cümlesinde mündemiçtir. Yani kahpe ve hain içimizdedir.
Dediğimiz gibi herkes kendi zaviyesinden bir şeyler söylemektedir. “Yer altında altın ve diğer değerli madenler bulunan Afganistan’ı Amerika niye terk etsin? Bu bir taktiktir. Amerika’nın hâlâ Afganistan’da neden durduğunu kendi kamuoyuna anlatacak mazereti kalmamıştır. Şimdilik Taliban’a göz yumacak, Afganistan’da kardeşkanı dökülmesi için elini yine ordan çekmeyecek. “Siyasal İslamcı” bir yönetime karşı aleyhte dünya kamuoyu da oluşturup Afganistan’ı tekrar kuşatmak için yeni fırsatlar oluşturacaktır” diye tahliller yapılmaktadır. Bütün bunlar doğru olabilir. Bu, kulların takdiridir. Kullar, kaderlerini böyle çizmek istiyorlar. Ama kaderin üstündeki kader ne diyecektir? Bunu hiç gündeme getiren yok gibidir.
Amerika’nın hesabı böyle olabilir. Onların bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır. Onlar tuzak kurarlarsa Allah’ın da onların tuzaklarını başlarına geçirme gücü vardır. “Allah’ın bilgisi dışında bir yaprak dahi dalından düşmez.” (6En’am:59). Bundan dolayı “Ben Müslümanım” diyen herkes Allah’ı da hesaba katarak olayları değerlendirmelidir. Burada “Müslümanlar olarak biz bir şey yapmayalım. Allah’ın gücü onları alt eder” diye “kaderci” bir yaklaşımla olayları değerlendirelim demiyorum. Allah olayları sebep-sonuç ilişkisine bağlamıştır. Kur’an’da “Ey iman edenler! Eğe Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar/kaydırmaz.” (47Muhammed:7) buyurmaktadır. Allah’ın yardımı, Müslümanların İslam’a yardım etmeleri şartına bağlanmıştır. Yani İslam’ı olduğu gibi nefislerinde yaşamaları, onu tanıtmaları, kabul edilmesi ve yaşanması için emri bi’l maruf, nehyi ani’l münker yapmaları, zulmetmemeleri, hak ve hukukun hâkim kılınması için bireysel ve toplumsal görevlerini Allah’ın istediği şekilde yerine getirmeleri gerekmektedir.
Kâfir milletler topluluğu ne derse desin biz Allah’ın ne dediğine bakıp “Kınayanın kınamasına aldırmadan” söylem ve eylemlerimizi Kitap ve Sünnetin ifade ettiği şekilde, Allah’ı da hesaba katarak, Allah’a rağmen değil O’nunla beraber ortaya koyarız. “Ey Musa! Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız” ((5Maide:24) diyen yahudi mantığıyla hareket etmeyiz. “Rabbin, Sen ve biz de gider savaşırız” diyen Müslümanların tavrını ortaya koyarak sorumluluk bilinciyle hareket ederiz. İşleri Allah’a ihale ederek sorumluluktan kendimizi kurtaramayız.
Onun için şu an Afganistan’da gelişen bu olaylara “Elhamdülillah dünyada nihayet bir şeriat devleti kuruluyor” diye sevinç çığlıkları atmadığımız gibi “Taliban bir terör örgütüdür. İşid’ten bir farkı yoktur” diye algı yönetenlerin oyununa da gelmeyiz. Şu bir gerçek ki Amerika’ya hizmet etmeyen, İsrail ve ABD emperyalizmine direnen her örgüt “terör” örgütü olarak ilan edilir. Bu gün İsrail zulmüne direnen HAMAS da “terör örgütü” olarak ilan edilmiştir. Bizler de Batı emperyalizminin geliştirdiği bu algının peşine takılıp gitmekteyiz. İnandığımız değerler ölçüsüne vurarak analizler yapmamaktayız.
Evet, Taliban’ın geçmiş uygulamalarında İslam’ın merhamet ve müsamahası ile ilgili birçok ihlalleri vardır. Hayrettin Karaman hocamızın ifadesiyle “Bundan üç yüz yıl önceki Osmanlı döneminde uygulanan Hanefi fıkhını en katı bir şekilde uygulayan” bir yapılanmadır. Taliban geçmiş yanlışlarından vaz geçer, mezhebî bir devlet dayatmasına gitmez de İslam’ın değişme kabiliyetinde olan ictihadî hükümlerini güncelleyip evrensel İslamî değerleri hayata geçirerek Medine sözleşmesindeki esaslar doğrultusunda diğer görüş ve inanç gruplarına da hayat hakkı tanırsa dünya Müslümanlarını yanında bulur.
En büyük fitne, inançlara yapılan baskıdır. Kendi ictihadî tercihlerini dayatıp diğer ictihat ve inançlara baskı yaparlarsa bu, Allah’ın dinine yardım değildir. Allah, dinine yardım etmeyenlerden yardım elini çeker. Allah “Fitne tamamen yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar savaş verin” (2Bakara:193) derken “Dünyadaki herkesi müslüman yapıncaya kadar savaşın” demiyor. “İslam’ın ve diğer bütün inançların kendilerini medenî bir şekilde ifade edinceye kadar savaşın ve inançlara yapılan baskının, öldürmekten daha şiddetli olduğunu çünkü ölenin ‘bir defa’ öldüğünü ama inancına baskı yapılan kişinin ‘her gün’ öldüğünü” ifade ediyor.
Onun için şu an ihtiyatlı olmalıyız. Bekleyip görmeliyiz. 1989 yılında başlayan ve Ruslara karşı kazanılan Afgan cihadı sonucu dış düşman yenilmiş ama içeride ırkçılık fitnesine yenik düşerek birbirlerine girmişler ve dünya Müslümanlarını hayal kırıklığına uğratarak boyunlarını yere eğdirmişlerdi. Şu anda Afganistan’ın, Amerika’nın hâkimiyetinden çıkıp Taliban’ın hâkimiyetine girmiş olması, iç çekişmeler, ırkçı söylemler ve mezhebî dayatmalarla kirletilecek olursa Allah onları kendi hallerine bırakır. Allah’ın yardım elini çektiği bir toplum da iflah olmaz.