Oruç İbadetinin Dini Yönü
Ramazan orucu Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretinin ikinci yılında farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, Ramazan orucunun farz kılınmasıyla ilgili bir âyette şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye size de farz kılındı.” (Bakara 2/183). Bu ayetten oruç ibadetinin sadece Müslümanlara değil, İslam’dan önceki semavi din mensuplarına da farz kılındığı anlaşılmaktadır.
İslam’ın beş temel esasından birisi olan oruç, ibadet niyetiyle, tan yerinin ağarmaya başlamasından itibaren güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsel yakınlıktan nefsi men etmek şeklinde tanımlanır. Dini açıdan oruç tutmaya engeli olmayan, akıllı ve ergenlik çağına ulaşan kadın ve erkek her Müslümana Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Dinimizde yolcu olan ve oruç tutamayacak derecede yaşlı olanlar, oruç tutmaya engel kronik hastalığı bulunanlar, hamile ve emziren kadınlar, ağır ve meşakkatli işlerde çalışıp sağlığının bozulmasından endişe edenler oruç tutmayabilir. Ayrıca covid-19 teşhisi konulmuş ve doktoru tarafından oruç tutması sakıncalı bulunanlar da sağlıklarına kavuşuncaya kadar oruç tutmayabilirler. Yolcular ve sağlığına kavuşanlar ramazandan sonra tutamadıkları günler sayısı kadar oruç tutarlar. Bu saydığımız kişiler içerisinde ömür boyu oruç tutamayacak derecede mazereti olanlar ise, tutamadıkları günler sayısınca sabahlı-akşamlı bir fakiri doyuracak derecede fıtır sadakası verirler. Buna halk arasında fitre de denir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu yılın fitre miktarını 27 TL olarak belirlemiştir. Bu asgari miktar olup, imkânı olanlar fitre miktarını daha yüksek tutabilirler. Dinimizde zekât verebilecek düzeyde bulunan her Müslümanın ailede bulanan bütün fertlerin fitresini Ramazan bayramı namazından önce vermesi vaciptir. Fitrelerin, toplu olarak bir fakire verilmesi daha uygundur. Çünkü ihtiyaç sahibi bir kimse, bu fitreleri sermayeye dönüştürerek herhangi bir iş kurabilir, üretime yatırım yapabilir.
Arapça’da oruç anlamına gelen “savm ve sıyâm” sözcükleri; “kendini tutmak” manasına gelir. Bu da bir çeşit korunmayı ifade eder. Bu sebeple dilbilimciler, savm sözcüğünün karşısına “tutmak, zapt etmek, zaptu rapt altına almak” anlamına gelen “imsak” kelimesini yerleştirmişlerdir. Bu bakımdan “takva, savm ve imsak” sözcükleri arasında her ne kadar lafız bakımından bir farklılık varsa da mana bakımından bir birliktelik vardır. Her üç kelimenin temel anlamı; tutmak ve korunmaktır. İşte oruç, insanı kötü ve hoş olmayan sevimsiz işler yapmaktan alıkoyan, insan hayatını derleyen, düzenleyen ve disipline eden bir ibadettir. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz: “Oruç, bir kalkandır” (Buhârî “Savm” 2) buyurmuşlardır. Oruç, mecâzî anlamda, belirli saatlerde insanı yeme-içme ve nefsanî arzulardan uzaklaştırdığı için, kalkana benzetilmiştir. Nasıl ki bir savaş âleti olan okun, bir kimseye isabet etmesine kalkan engel oluyorsa, aynı şekilde kişinin günah işlemesine de oruç engel olur. Bundan dolayı Hz. Peygamber (a.s), oruç kişiyi kötülük işlemekten alıkoysun, insan kendisini tutsun diye oruçlu kimsenin olumsuzluk karşısından nasıl bir tepki göstereceğini bize şöyle öğretir: “Sizden biriniz oruçlu olduğu bir günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. O’na birisi sataşır veya küfrederse, ‘ben oruçluyum’ desin...” (Buharî “Savm” 9). Bu sebeple biz, oruç tutarız; oruç bizi tutsun diye, tutarız. İnsanın hayatında başına gelen istenmeyen hâdiseler, kendisini tutamadığı için gelmektedir. İşte bu açıdan oruç, insanın iradesini terbiye etmede, benliğini kötü söz ve düşüncelerden arındırmada manevi bir eğitim vasıtasıdır.