Kur’an-ı nasıl anlamalıyız?
Kur’an-ı Kerim zaman ve mekân üstü evrensel ilahi bir kitaptır. Tüm kâinatı ve insanı yaratan Allah (c.c)’nün insanlığa gönderdiği son vahiydir. Tarihin belirli bir zamanında, belirli bir coğrafyada inmiş olmakla beraber, belli bir tarihi zaman dilimine ve inmiş olduğu coğrafyaya hasredilemez. Onun hükümleri, örnekleri, tasvirleri, buyrukları her devir ve her kültür için geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’de tarihi örnekler ve anlatımlar, tarihi bilgi vermek için değil ibret vermek için veya bir yanlış bilgiyi tashih içindir. Zaten bu tür örneklem anlatımlarda tarih, coğrafi yer, zaman ve isim vermez. Genelde sıfat kullanır veya ortak noktaları nazar-ı dikkate verir. Bu anlatım o örneğin her zaman ve her yerde geçerli olduğunu ifade eder. Kur’an’ın bu anlatım özelliğinde sembolik bir dil kullandığını, verdiği örnek spesifik bir örnek gibi gözükmekle beraber tüm zamanlarda Kur’an’ın muhatabı olacak insanlara bir ibret, ders ve kıyas noktası oluşturmak içindir. Sıfat ve değer ilişkileri açısından sembol haline getirilen spesifik bir konu, kişi veya hadise ifade olarak statik bir anlatımı olsa da fakat ihtiva ettiği mana bakımından dinamik bir hüviyete sahip olur. Kazanılan bu dinamik hüviyet ise anlam, yorum, ihata ve ihtiva ettiği değerler zaviyesinden evrensel bir karakter kazanır.
Kur’an-ı Kerim’de, hem nazil olduğu dönemle alakalı hem de önceki tarihlerle alakalı pek çok örneklem ve sembol kişiler ve hadiseler üzerinden anlatım vardır. Bu anlatımlarda bazen bir topluluğun genel karakteristik özelliklerinden bahsedilip eleştirilirken bazen de pozitif bir örnek olarak yer verilmiştir. İsrail Oğullarının menfaat ve dindarlık arasında salınan tutum ve davranışları olumsuz karakter yapılarını ifade ederken, Ashab-ı Kehf’in dik duruşları olumlu bir örnek olarak zikredilir. Kur’an-ı Kerimde velev ki bir isimden bahsedilse bile o anlatım ve örneklendirme sadece o kişinin şahsını bağlayacak, onunla başlayıp bitmiş bir hadise veya durum konu edilmez. Mutlaka umuma şamil olacak bir hukuki veya ahlaki hüküm ya da örneklik söz konusudur. Mesela Zeyd bin Harise Kur’an-ı Kerimde ismen zikredilen tek sahabi olmasına rağmen başından geçen hadiseden hareketle hukuki bir uygulamaya örneklik teşkil ettiği için bahsedilmiştir. Yoksa sırf ismi öne çıkarmak için değildir. Kur’an’ı Kerimin nazil olduğu dönemden çok önceki tarihlerde yaşamış olan, Samiri, Karun vb. isimler de sembolize ettikleri karakter yapısı itibariyle örneklem olarak zikredilmiştir. Onların tutumları ve davranışları yerilmektedir. İman noktasında savrulmaya örnek karakter yapısına dikkat çekmek için bahsedilmektedir.
Diğer bir zaviyeden değerlendirildiğinde Kur’an’ın ana hedefi insandır. İnsanların inanmasını temin etmek ve iman temeli üzerine bir hukuk, ahlak, kültür ve medeniyet inşa etmektir. Ana hedef ve muhatap insan, Peygamberin davası ve tebliğinin özü de insan yetiştirmek olduğuna göre Kur’an’da karakterle ilgili yapılan yanlışların dillendirilmesi, güzel örneklerin taltif edilmesi vahyin tabiatı açısından isabetli bir değerlendirmedir. Çünkü insan örnek alarak, taklit ederek ve öncekileri takip ederek yaşayan ve ahlakını şekillendiren bir varlıktır. Bu zaviyeden kullanılan sembolik dil, bahsetmiş olduğu insan tipolojilerinin, karakter yapılarının, sembol kişi veya ahlaki davranışların her dönemde görülebileceğini söylemektedir. Kur’an’ın verdiği mesaj, tasvir ettiği karakterler evrenseldir. Kıyamete kadar tüm coğrafya ve zamanlarda, tüm insan toplumlarında görülebilecek davranışlardır.
“İnsanlara ulaştığı haliyle Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça olması, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin kuralları içinde ifade edildiğini gösterirken diğer taraftan bunun ötesinde lisanî olanın bütün özelliklerini üzerinde taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu husus onun anlaşılabilirliğinin esasını teşkil etmektedir. Bu aynı zamanda, Kur’an’ın mucize olması üzerinde durulurken tabii bir dilde mümkün olan en yüksek ifade gücüne sahip olmasını açıklamaya yönlendirmekte, bu çerçevede birçok ilme konu verirken aynı zamanda lisanın sahip olduğu zaman ve mekânın üstünde bulunarak değişmeden değiştirme imkânının da esasını oluşturmaktadır.”
Bir ayetin ne zaman, nerede, hangi şartlar içinde ve hangi olayla ilgili olarak indirildiğini bilmek ayetin ilâhî maksada uygun şekilde yorumlanması, fıkhî hükümlerin çıkarılması, teşri‘ hikmetinin kavranması, ayet ve sureler arasındaki uygunluğun bilinmesi, ayette hasr veya tahsis bulunup bulunmadığının anlaşılması bakımından önem arz eder. Lakin anlatılanlar sadece o olaya veya kişiye özgü değildir. “Kur’an’ın dili tarihselci bir dil, Kur’an’da belirli bir dönemde inmiş tarihi bir kitaptır” şeklindeki yaklaşım isabetli bir yaklaşım değildir.
Bununla birlikte bu özel durum ve sebebin de Kur’an-ı Kerîm’in bütünlüğü ve genel ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Ayetleri esbâb-ı nüzul kabul edilen özel olay ve tarihî şartlarla sınırlı olarak ele almanın ilâhî mesajı genel ve ebedî maksatlarından uzaklaştıracağı, yorum zenginliğine engel olacağı şüphesizdir. Ayetlerin daha doğru anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden yararlanma yolunun açık tutulmasında fayda bulunmakla birlikte anlatılan konuyu, yapılan analizleri, tasvir ve tavsif edilen karakter, kişilik, psikolojik veya sosyolojik handikapları, tutum tavır ve davranışları sadece örnek ile sınırlamak Kur’an’ın evrensel mesajını sınırlamak olup alınması gereken dersi ve çıkarılacak ibreti kavrayamamaya neden olur.
Kur’an-ı anlamada ve yorumlamada sebeb-i nüzulü dikkate alarak ancak ayetlerdeki mesajların evrensel olduğunu unutmadan ve doğrudan kendimizi ayete muhatap kılarak okuduğumuzda Kur’an’ın daha dün akşam inmiş gibi taze ve güncel olduğunu, mesajının ise doğrudan günümüzdeki olayları, olumlu veya olumsuz anlamda belirli karaktere sahip kişilerden bahsettiği, örnek verdiği olayların çevremizde de olup bitmekte olduğunu net bir şekilde görebiliriz. Kur’an’ı doğru anlamak için anlamadaki niyetimizin, usulümüzün, kalbi ve zihinsel alt yapımızın doğru ve sağlam olması gerekir. Yoksa okyanusu sadece kıyıdan seyretmekle yetiniriz.