Korkuyu Korkutabilir miyiz?
Son bir aydır tüm dünyada, son bir hafta, on gündür de Türkiye'de gündemin tek konusu var. Çin'de ortaya çıkan, çok sayıda ölüme ve tedhişe yol açan görüntüleri ortaya çıkaran akabinde, Avrupa'ya atlayan, daha etkin bir şekilde yayılan, binlerce insanın ölümüne neden olan Corona virüs salgını. Corana virüs ile beraber üç kelime hayatımızdan daha sıkı yer edinmeye başladı. Bunlar korku, tedirginlik ve panik. Bu üç kelimenin panzehiri olan, etkisini sıfırlayacak veya minimuma indirecek diğer üç kelime ise tedbir, tevekkül ve takdir...
Dünya ölçeğinde, gelişmiş diye reklamı yapılan, pazarlanan Avrupa ülkelerinin gelişmişliğinin, sadece şişirilmiş bir ekonomik ve sanayi gelişmişliğinden ibaret olduğunu, bu virüs bize bir kez daha gösterdi. Virüsün her türlü habâisi, haşerâtı afiyetle yiyen Çin'de ortaya çıkıp, yine necaset içinde yaşayan, taharet yoksunu Avrupa'da hızla yayılması medeniyet ölçüsünün ne olması gerektiğini veya insanlığın gelişmişliğinin, temizlikle eşleştirmesi gerektiğini (SU MEDENİYETİ) bir kez daha ortaya koymuş oldu.
Dün gece, sosyal medyada dolaşırken bir karikatür gözüme ilişti. "Üsküdar'a giderken aldı da bir yağmur" türküsünü canlandıracak şekilde, tasvir edilmiş bir çizim. Çizimde bir hanımefendi mendilini yere atıyor, teaşuk etmek için onu takip eden beyefendinin zihninde hemen virüs, hastalığın bulaşıcılığı hatırına geliyor, canlanıyor. Bazen sözlerin anlatamadığını, çizgiler veya sükut anlattığı için bu karikatür bana çok manidar geldi. Üzerinde düşünmeye başladım. Demek ki korku ve tedirginlik, insanların zihin yapısını etkileyebiliyor, değiştirebiliyor. Zihin değişimi, zihniyet değişimi deyince de aklımıza Peygamber Efendimiz (SAV)'in, 23 yıllık peygamberlik süresi içerisinde vermiş olduğu tevhid mücadelesi ve Kur'an-ı Kerim geliyor.
Kur'an-ı Kerim'i bir bütün olarak değerlendirdiğimizde Kur'an-ı Kerim'de dört aşamalı bir değişimden bahsedebiliriz. Bunlardan birincisi zihniyet değişimi, ikincisi alışkanlık değişimi, üçüncüsü hukuk ve kültür değişimi, dördüncü ise ahlak değişimi. Bunlar, her ne kadar bu şekilde sıralansa da, bazen iç içe geçmiş birbirini tamamlayan değişimler olduğunu da görüyoruz. Özellikle Mekkî ayetlerde zihniyet değişimine olan vurgunun daha yoğun ve sık olduğunu görüyoruz. "Görmedin mi? Düşünmüyor musunuz? Akletmiyor musunuz? Bakmazlar mı? Yaratan siz misiniz, biz miyiz?" türü soru ve kıyaslamaların bu zihniyet değişimine yönlendiren ayet vurguları olduğunu görüyoruz.
Rabb'in, fil sahiplerine nasıl yaptı, görmedin mi? Rabb'in, Ad Kavmine nasıl yaptı, görmedin mi? Yaratan siz misiniz, yoksa biz miyiz? Gökten su indiren siz misiniz, yoksa biz miyiz? Devenin nasıl yaratıldığına bakmazlar mı? ve benzeri ayetler örnek olarak verilebilir...
Ancak Mekkî ayetlerde, dikkatimizi çeken ve insan psikolojisine de hitap eden bir başka ayetler topluluğu daha var. Bu ayetleri de, korku ile insanların psikolojisini yönlendiren, korkutarak zihniyeti, inancı sorgulamaya, değiştirmeye yönlendiren ayetler olduğunu da söyleyebiliriz. Genellikle Mekkî Sûrelerde yer alan "kıyamet tasvirleri" dediğimiz bu ayeti kerimelerde, insanları başlarına gelecek bir durumla korkutma olduğunu görüyoruz. Cehennemi tasvir eden ayetleri de aynı şekilde değerlendirebiliriz. Henüz daha Allah ve Ahiret inancı bile olmayan, beş vakit namaz, oruç, hacc, zekat farz değilken, içki, kumar, zina, faiz haram değilken, Mekke'li müşriklerin kıyamet ile cehennem ile korkutulması insan fıtratında var olan, psikolojik durumu yönlendirmek ve bu sayede düşüncesini, inancını, zihniyetini sorgulamasını sağlamak için olduğunu söylememiz isabetli olur. Örnek olarak verecek olursak: " Güneş dürülüp karardığında, Yıldızlar dökülüp söndüğünde, Dağlar sökülüp yürütüldüğünde, Doğuracak develer başı boş bırakıldığında, Yabani hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, Denizler kaynatıldığında, İnsanlar (amelleriyle) eşleştirilip (buna göre) şekillendirildiğinde, Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda, Defterler ortaya serildiğinde, Gökyüzü sıyrılıp açıldığında, Cehennem ateşi harlatıldığında..." (Tekvîr 1-12). " Yer o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığında,Ve yer ağırlıklarını dışarı attığında, Ve insan, "Ne oluyor buna!" dediğinde, O gün yer, bütün haberlerini Rabb'inin ona vahyettiği şekilde anlatır." (Zilzal 1-5). " Sûra bir defa üflendiğinde, Yeryüzü ve dağlar yerlerinden sökülüp birbirine bir çarpışta darmadağın edildiğinde, İşte o gün olacak olur. Gök yarılır, o gün (bütün) bunların düzeni çökmüştür." (Hakka 13-16). "Sûra üflendiği gün, bölük bölük Allah’a gelirsiniz. Gökyüzü açılır da orada pek çok kapı oluşur. Dağlar yürütülür, serap haline gelir." (Nebe 18-20). "Yer şiddetle sarsıldığı zaman, Dağlar parçalanıp toz duman haline geldiği..." (Vâkıa 4-6) "O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yüne döner. Dost dostunun halini sormaz olur." (Meâric 8-10) Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Tasvir edilen sahneler, insanın imkansız gibi gördüğü bir takım hadisâtın gerçekleşeceğini, bunun fani alemin sonunun başlangıcı olduğunu haber veriyor. Bu anlatım tarzı, korkunun bir anlamda iyiye kanalize edilmesini ve insanların bu dehşet verici sahneleri yaşamadan önce tedbir almasını sağlamak içindir.
Kur'an-ı Kerim'deki kıyamet sahneleri öyle bir dil ile anlatılmıştır ki; sanki hemen oldu olacak, çok yakın gelecek zamanda gerçekleşeceğini haber veren bir dil kullanmıştır. İşte bu dil yapısı ve kullanımı, insanda ister istemez bir tedirginliği tetiklemektedir. Ve bu tedirginlik artıp çoğaldığı, topluma yayıldığı zamanda bir paniğe dönüşmektedir. İşte bu uyarı, bize şu gerçeği hatırlatıyor ki; korku durumu doğru yönlendirilirse düşünmeye, sorgulamaya; yanlış yönlendirilirse de korku ve paniğe sebep olur. Korkuyu doğru yönetebilmek için de tedbir almak gerekiyor. Kıyamete karşı alınacak tedbir: insanın iman etmesi, zihnindeki putları kırması ve gönlüne tevhidi yerleştirilmesidir. Yanlış yönlendirme de, tedirginlik ve paniğin topluma hakim olmasıyla, bilinçsiz olarak birtakım savrulmalar yaşayıp, günü kurtarma çabasına düşme veya korku duygusunun etkisiyle farklı psikolojik yansımalara girmesidir.
Bugün yapılması gereken kriz yönetimi, Corona virüsten dolayı, toplumumuzda oluşan korku ve tedirginliği; tedbire ve tevekküle yönlendirebilmek ve bu durumun da Allah'ım takdirinin içerisinde yer alan bir kader olduğu bilincini zihinlerde uyanık hale getirebilmektir. Şayet yanlış yönlendirecek olursa, o zaman tedirginlik ve panik havası toplumda daha büyük kırılmalara, endişe ile beraber İnsanların birbirlerine daha fazla zarar vermesi ve devlet ile toplumun karşı karşıya gelmesi gibi sonuçları verebilir. Böyle bir sonuçta hiç kimsenin istemediği, arzu etmediği bir sonuç olacaktır. Dolayısıyla korku ve tedirginlik dozajında olduğu, doğru yönetildiği zaman olumlu sonuçlar verir. Alınan tedbirleri küçümseyip veya alınan tedbirlere karşı bir muhalefet cephesi oluşturmak paniği artırır. Kaosu tetikler. Diyanet İşleri Başkanlığının tedbiren, camilerde cemaatle namaza ve cuma namazına ara verilmesine karşı çıkan yarım akıllıların olduğunu görüyoruz. Ya da karantina altına alınanların kaçma teşebbüsleri veya isyanlarına şahit oluyoruz. Tedbiri bozacak her türlü isyan ve muhalefet paniği ve kaosu artıracaktır. Bu, tevekkül veya takdire boyun eğme değildir.
Umarım virüsün oluşturmuş olduğu korku psikolojisi, kendimizle yüzleşmeyi, iç dünyamızı keşfetmemizi, acziyetimizin farkına varmamızı ve inancımızı hayatımızda hakim kılmayı temin eder ve kulluğumuzu idrak etmemizi sağlar. Bu korku psikolojisi, bize asıl korkmamız gereken yegâne gücün, Allah olması gerektiğini hatırlatır. Dünyadaki güç diye gördüğümüz, silahlarımızın, ekonomimizin, sanayimizin, bir gölgeler oyunundan, bir illüzyondan ibaret olduğunu anlayabiliriz. Bu korku psikolojisi, bizim dünyadaki asıl amacımızın ne olması gerektiğini, niçin yaşamamız gerektiğini, gayretimizin mücahedemizin ne için olması gerektiği fikrini biz de uyandırır. Yoksa virüsü yenip tekrar eski günlere döndüğümüzde daha da azgınlaşıp, gurur ve enaniyetimizin etkisiyle sapkınlaşacak olursak daha büyük korkularla sınanacağımızı unutmamamız gerekiyor. Zihniyet değişimi için, düşünmek, farkına varmak, şuurunda olmak, şuuruna ermek gerekiyor. Şuursuz bir iman, iman değil; sadece kabullenmedir. Sınanmamış iman, bizi yarı yolda koyabilir.
"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!" (Bakara 155)