Mehmet Toker
Mehmet Toker Kimliklerimizi Çalıyorlar, Farkında mıyız?

Kimliklerimizi Çalıyorlar, Farkında mıyız?

Artık toplumun her kesiminden rahatsızlık, şikayet sesleri  yükseliyor. Bu bir tatminsizlik durumu mu; yoksa akıntıyla sürüklenerek aşağıya doğru giden teknedeki insanların imdat ve kurtuluş çığlıkları mı iyi ayırt etmek durumundayız. Maddi konularla ilgili şikayetler, yakınmalar elbette ki bir tatminsizlik durumu olarak değerlendirilebilir.  Zira Hz. Enes’ten gelen rivayette,  Peygamber Efendimiz: “İnsanoğlunun bir ova / vadi dolusu altını olsa, ikinci ovayı / vadiyi daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 117 “1048”) buyurmuştur.

 

Manevi değerler konularındaki  şikayetlenmeler, itirazlar, yakınmalar elbette ki bir tatminsizlik değil. Onun da ötesinde yozlaşmaya karşı bir feryat olarak değerlendirebiliriz. Özellikle kültürel değerlerimiz de ki yozlaşmalar, ciddi anlamda ictimai sıkıntıları  da beraberinde getiriyor.  Kültür, edebiyat, sanat, musikî, aile ve benzeri hususlardaki çarpıklıklar her geçen gün daha net gün yüzüne çıkıyor. Kültür, musikî, edebiyat, alanındaki yozlaşma ve bozulmalar, dil hassasiyetini kaybettiğimiz gün başladı.  Türkçe'den yabancı kelimeleri ayıklama iddiası ile başlayan, o günkü  devlete hakim zihniyet eliyle yapılan bilinçli ve müteammiden yozlaştırma, bugün gelmiş olduğumuz sonucun ciddi anlamda müsebbibi olarak görülebilir. Yıllardır halk tarafından, edebiyatçılar, şairler tarafından benimsenen ve kullanılan dile müdahale, ortaya çarpık bir iletişimsizlik çıkardı. Zira dil kültür ve edebiyatın, ilim ve medeniyetin, insanın kendisini ifade etmesi olan beyânın en önemli nakil aracıdır. Aracı bozduğunuz zaman hedefe ulaşmanızda mümkün olmayacaktır, olmamaktadır... Dil ile başlayan bozulma, tarih, kültür, medeniyet ve edebiyatı kaybetmemizi beraberinde getirdi. Dildeki bozulma, iletişimsizlik suretiyle toplumdaki pek çok kurumu etkilemiş, kültürel kodlardan sapmaya sebep olmuştur.

 

Geçtiğimiz hafta birtakım sosyal medya mecralarında haklı olarak itiraz veya isyan söz konusu idi. Yıllarca söylediği bozlak ve türkülerle halk musikîsinde zirve olmuş, Devlet Sanatçısı olarak onore edilmiş,  Bozkırın Tezenesi'nin dört milyon izlendiği bu ülkede;  yeni yetme bir kız çocuğunun bedenini teşhir ederek söylediği şarkıları dörtyüz milyon izlenmeye ulaşması, yılların değme yazar ve şairlerin kitaplarının ikinci baskıyı bile göremediği bu ülkede, tek marifeti bir medya patronu ile kısa süreli evli kalan ve aylık yaklaşık altmışiki asgari ücret nafaka alan, bir "ne oldum delisinin" kitap diye yazmış olduğu bir ürünün satışta kırkbin rakamlarına ulaşması, esas kişinin kitabının 25 TL'ye satılamadığı bir ülkede, hiçbir orjinal ve kaynaklı tarihi bilgi ve fikri yiyorum içermeyen, esas kişinin ismi istismar edilerek piyasaya süren sözde kitabın 2500 TL den 1881 adet satılması, yılların görsel sanatçılarının tanınmadığı toplumda, cinsiyeti bozuk yeni yetmelerin milyonlarca hayranın olması toplum mühendisliği çalışmalarının bizi nereden nereye getirdiğinin bariz bir göstergesidir. Tabii bu bozulma sadece dil ve kültür alanında da kalmıyor ailelere sirayet ediyor. Çocukları, gençleri etkisi altına alarak gelecek kuşaklara sirayet ediyor. 

 

Descartes'in "düşünüyorum. o halde varım!" felsefesinden "görünüyorum, o halde varım...!?" felsefesine dönüşümüz çok ciddi bir felaket olarak toplumumuzun sarmış durumda. Düşünce olmadan sadece görüntülerle hareket etme yani algıya kapılma, maalesef çok çabuk yönlendirilebilir, yönetilebilir, kandırılabilir toplum haline getirdi bizleri.  Hadisâtın sebebini, illetini,hikmetini, sonucunu düşünmediğimiz için ve düşünmek içinde yeterli bilgi sahibi olmadığımızdan dolayı fayda-zarar bağlantısını bile kuramaz hale getirildik. Bunun neticesinde de özgürlük ile ahlaksızlığı, hakaret ile eleştiriyi, vatan hainliği ile demokrasiyi birbirinden ayırt edemez duruma getirildik. Kimliksizleştirme noktasındaki büyük planların, piyonları durumuna düşürüldük.

 

Kimliksizleştirme çalışmaları bu ülkede ilk önce farklı yollarla denendi ancak çalışmalar, çatışmaya dönerek farklı sosyal travmalara sebep oldu. Sağ-sol, alevi-sünni çatışması ve benzeri çatışmalar kimliksizleştirme ve buna karşı gösterilen aksülamel neticesinde ortaya çıktı. Bunun üzerine "B" planı diyebileceğimiz "fetö" devreye sokuldu.  "Dinler Arası Diyalog!" çalışmaları bu ülke insanının,  dini kimliğinden koparılması adına ve dini kimlik, dini aidiyet duygularının törpülenmesi köretilmesi adına yapılan büyük projelerden birisiydi. Bu proje "hoşgörü" ambalajı ile paketlenerek topluma yutturulmaya çalışıldı. Akabinde milli kimlikten koparma "dünya vatandaşlığı" anlayışı ile devreye sokuldu bir taraftan milli değerler aşağılanırken farklı milletlere ait değerlerin sanki genelgeçer evrensel ahlaki derlermiş izlenimi verilerek yine "humanizm, hoşgörü, küreselleşme" ve benzeri kılıflarla toplumun bilinçaltına yerleştirilmeye çalışıldı. Yerli ve Milli olana davet edenler ırkçılıkla suçlanarak susturuldu. Bunda da kısmen başarılı olundu.  Üçüncü aşamada insanın fıtratında var olan, kendi tercihi olmayan, cinsiyet kimliği ile oynanmaya başlandı. Öncelikle kadın erkek eşitliği ifadesi ile kadınların erkekleştirilmesi, erkeklerin kadınlaştırılması hedefine giden yol açıldı. Takım elbiseyi giyip erkeksi tavırlarla hareket eden, mesleki ve kariyer basamaklarını tırmanmayı ailenin, annelik duygusunun önünde, ötesinde gören kadınlar sınıfı ortaya çıkarıldı. Kadınlara "ayaklarınızın üzerinde durun!" denildi. Ancak kadının varlığı sayesinde ayakta duran aile kurumu, kadının ayağının altına alarak yükselmesi için bir anlamda dolgu malzemesi, basamak yapıldı. Akabinde göğüs kıllarını aldıran, kırıtarak konuşan, sakal ve bıyıktan utanıp aldıran, kadınsı renkler ve elbiseler giyen, bakımlı erkek diye kamufle edilen erkekler sınıfı oluşturuldu. İstanbul Sözleşmesi denilen garabet bu yangına benzin döküp harlayarak, neticesinde de geldiğimiz noktada erkek erkeğe, kadın kadına evliliklerin, özgürlük! olduğunu savunan, legal yasal görevini yapan polise, "şerefinizle fuhuş yapıp öyle para kazanın!" diye anıran üniversiteli gençlik üretildi. 

 

Şimdi bu noktada aklı başında olan insanların şikayetlenmesi elbetteki haklı bir durum.  Ancak öyle görünüyor ki yazımın başında da ifade ettiğim gibi biz dili kaybettiğimiz gün;  iletişimi,düşünceyi, doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğimizi de kaybettik. Bilgi ile beslenmeyen dil, söven, hakaret eden dile dönüştü. Bilgi ile beslenmeyen akıl, görüntülerle beslenir hale geldi. Görüntülerle beslenen yeni nesiller, dini, milli, insani kimliğinden uzaklaşmış oldu. Kimliksiz yeni nesiller, gittikçe büyüyen ve felakete doğru yuvarlanan bir çığ görüntüsü veriyor.

 

 Bütün bu tespitlerden sonra gelelim, "zararın neresinden dönersek kârdır" sorusuna cevap aramaya...  Burada öncelikle alınması gereken tedbir, yetişmekte olan nesillere kendilerini doğru ifade edebilecekleri, doğru düşünceden beslenen, 100 yıl öncesinin eserlerini anlayabilecekleri bir dil eğitimi, dil bilinci vermekten geçiyor.  İkinci olarak doğru kaynaklardan, sahih bir dini eğitim vermek gerekiyor.  Zira fetö ve türevleri marifetiyle ikinci bozulma dini kimliğimizle başladı.  Üçüncü olarak sahih kaynaklardan yakın geçmiş ve yakın tarih bilgisi eğitimi vererek, milli kimliği kurtarmaktan geçiyor.  Dördüncü aşamada ise erkeğin kadınla eşit olmadığını, fıtratlarının farklı olduğunu, erkek ve kadının birbirlerine ihtiyaç duyan, sevgi, saygı ve adalet çerçevesinde bir ve beraber olmaları gerektiğini zihinlere kazıyacak; LGBT ve türevlerinin sapkınlık olduğunu anlatacak bir ahlâk eğitiminden geçiyor.

 

Özgürlük, adalet, demokrasi ve insan hakları konusunda Müslüman Türk  toplumunu; mevcut  üniversitelerinin %10'unun "kadın üniversiteleri"olan,  metrolarında pembe vagon bulunduran Japonya ve LGBT ve türevlerinin faaliyetlerinin 2012'den itibaren yüzyıl boyunca ülkesinde yasaklayan Rusya örnekleri ile de tanıştırmak gerekiyor.  Eşcinsel evlilikleri yasalaştıran AB üyesi ülkeleri körü körüne taklit eden toplum mühendislerinin elinden, bu şirazesinden kaymış olan toplumumuzu kurtarmak gerekiyor.Son söz: kültürel, dini, milli ve insani kimliklere karşı kasten işlenen suçların cezasının caydırıcı olması için gerekli tedbirlerin de alınması lazım. Yoksa aşağıya doğru büyük bir hızla yuvarlanan bu çığ  kütlesi önündeki her şeyi yıkıp,  yok edip, mahvedecek. Çığ altında ceset aramamak dua ve temennisiyle...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi