Mehmet Toker
Mehmet Toker İnsanlığın Aklı Kaçıncı Boyutta?

İnsanlığın Aklı Kaçıncı Boyutta?

Akıl, insanı kainattaki diğer varlıklardan ayıran en önemli kuvve ve melekedir. Akıl kelimesi, felsefe ve mantık terimi olarak “varlığın hakikatini idrak eden, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç” olarak tarif edilmiştir.
 
Aklın mahiyeti ve fonksiyonları üzerine, Aristo'dan itibaren neredeyse tüm filozoflar ayrı sınıflandırmalar, açıklamalar yapmışlardır. Aklın boyutlarını, aşamalarını, anlamaya ve anlatmaya akıl yormuşlardır. Aklın mahiyetini basitçe ifade edecek, sınıflandıracak/boyutlandıracak  olursak; bir: Egoist ve pragmatik akıl. (hayvâni akıl) Kendisini, kârını, zararını, menfaatini, çıkarını düşünen sebep sonuç ilişkisi kuran akıl. İki: imar, inşaa ve icad eden akıl. Üç: Duygusal akılda diyebileceğimiz, düşünen soyut değerler üreten, onları hayat gayesi haline getiren akıl. Dört:  Üst akıl ile iletişime geçen, kurucu akıl.( Nebevi akıl) Bu sınıflandırma,  mutlak böyle diye bir iddiamız söz konusu değil. Zira her filozofun değerlendirmesine göre farklılık arzeder. Bu gün insanlık olarak maalesef ilk iki boyuttan üçüncü boyuta geçememenin, kurucu akıldan uzaklaşmanın, soyut değerleri kaybedişimizin sıkıntılarını problemlerini yaşıyoruz. Adalet, merhamet, isar, vicdan, şefkat, hak kavramları ile ifade edilen hassalari kaybedişimizin yansımalarını yaşıyoruz.
 
Zaman zaman haber sitelerinde bir takım spot, sloganik cümleler görüyoruz. Dünyanın en gelişmiş ülkesi, dünyanın en gelişmiş sağlık sistemi, dünyanın en gelişmiş başkenti, dünyanın teknolojiden en fazla istifade eden toplumu, dünyanın en gelişmiş ekonomisi, dünyanın  en üst hayat standardına sahip toplumu, dünyanın en büyük ordusu, dünyanın en büyük savaş gemisi vb...  İkinci boyuttaki aklın ürünü diyebileceğimiz bu imar, inşaa ve icad faaliyetleri, bize, gelişmişlik olarak sunuluyor. İkinci boyuttaki aklın bu eserleri, esasen birinci boyuttaki aklın, yani pragmatik ve egoist aklın emredici gücü ile ortaya çıkmıştır.  İçimizdeki bir takım kimseler, özellikle sadece birinci  boyutta ve ikinci boyutta akledebilen, yani sadece kendisini ve kendi menfaatlerini düşünen kimseler, hayranlıkla bu sloganik ve spot ifadeleri yüceltme yarışı içerisine giriyorlar.  Kendi toplumunu, kendi ülkesinin ekonomik durumunu, askeri durumunu,  ordusunu, başkentini, kendi payına  düşen milli geliri; hemen bu "en" diye verilen örneklerle kıyaslama handikapına düşüyor. Halbuki insanî akıl, sadece birinci  ya da ikinci boyutta düşünmek, düşüncesini fiiliyata koymak  için var edilmiş yaratılmış bir kuvve, bir meleke, bir varlık değildir.  İnsan şayet ilk iki  boyutun ötesinde üçüncü ve dördüncü boyutlardada aklını kullanabiliyorsa, soyut kavramları düşünebiliyorsa, değerler, kavramlar üretebiliyorsa, bu değerleri ve kavramları hayatında uygulayabiliyorsa, kendi menfaatinin ötesinde yanındaki çevresindeki insanların da, hatta hayvanların da, diğer varlıkların da menfaatini düşünebiliyorsa, onlar içinde imar, inşaa ve icad  yapabiliyorsa işte o zaman aklını bir bütün olarak kullanabilen, akli melekesi kemale ermiş, kamil bir insan, değer üretebilen,kültür ve medeniyet oluşturmuş medeni bir insandır. Sadece kendi çıkarını yada ait olduğu kendi klanının/toplumunun çıkarını düşünüp, diğer insanları, diğer varlıkları düşünmüyor, onların yaşama hakkına saygı duymuyor, kendi varlığını sürdürebilmesi adına, hayatını daha konforlu sürdürebilmesi adına, diğer insanlara ve mahlukata her türlü zulmü, zorbalığı müstahak görüyorsa; o insan aklen gelişmemiş, medenileşmemiş, aklı ikinci boyutun ötesine geçememiş, insani yönü gelişememiş bir varlıktır.  Az önce yukarıda sıraladığımız o "en"leri, eğer aklın üçüncü ve dördüncü boyutları açısından, değerlendirecek olursak, maddi gelişmişliğin medeniyet olmadığını çok daha net görebiliriz.
 
Mesela, dünyanın en gelişmiş ülkesi ama gelişimini diğer ülkelerin maddi kaynaklarının sömürülmesine borçlu. O gelişmişlik seviyesini, birtakım ülkeleri sömürerek bir takım insanları köleleştirerek gerçekleştirdi ise bu ülke medeni bir ülke, erdemli bir ülke değildir. Güçlüler haklı, haklılar güçlü değilse, zalimler mazlumların sırtında yükseliyorsa, imtiyazlılar diğerlerini eziyorsa o ülke gelişmiş değildir. Dünyanın en gelişmiş ekonomisi, kendisinden başkasına faydası dokunmuyorsa;  maddi gelişmişliğine, zenginliğine, başka insanların aç kalması ile başka insanlara ait olan zenginlikleri gasp ederek ulaşmışsa o gelişmiş bir ekonomi değil, o medeni bir ekonomi değil, sadece kendisini düşünen egoist bir ekonomidir. Dünyanın en gelişmiş ordusu, dünyanın en gelişmiş savaş makineleri, eğer masumları öldürüyorsa, egoist, pragmatist, zalim güçlerin elinde; mazlum insanların sömürülmesi için yolu açıyorsa, aracılık ediyorsa, adaleti ve hakkaniyeti tesis edemiyorsa, o insani açıdan gelişmiş değildir. Dünyanın en gelişmiş başkenti diye sunulan  şehrin, kenar mahallelerinde, arka sokaklarında birtakım insanlar uyuşturucudan, alkolden hayatını kaybediyorsa,  o şehrin farklı yerlerinde  sakinlerinin bir kısmı bedenlerini satarak hayatta kalabiliyorlarsa, o şehrin sakinlerinin bir kısmı dilencilik yapıyorsa,  şehrin insanları o şehri kurarken etraftaki yaşam hakkı olan hayvanları katletmişse, şehrin atıkları tabiata zarar veriyorsa o başkent gelişmiş bir başkent değildir. Olsa olsa pozitivist, kapitalist, materyalist ve emperytalist açıdan gelişmiştir. İnsani açıdan, ahlaki ve vicdani açıdan gelişmiş değildir. Diğer her şeyi bu noktadan kıyas diyebiliriz.
 
Avustralya;  dünyanın en küçük kıtasındaki, kraliçeye bağlı bir vali tarafından yönetilen, dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında kabul edilen bir siyasi oluşum.  Gelişmişliğini,  kıtanın yerlisi olarak bilinen milyonlarca "Aborjin'in" kanı, kemiği, gözyaşı üzerine, "Aborjin'lerin" topraklarını, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini  gasp ederek, çalarak, yağmalayarak  kurduğu için kuruluşundan itibaren medeni bir ülke değil.  Bugün, o gelişmiş ülke bir aydır yanıyor. Yangını söndürmeye gelişmişliği yetmiyor. Dünya kamuoyunun gündemine, yangında patiler yanmış ya da dumandan kaçıp insanlara sığınmış kangurulara, koalalara su içirme görüntüsüyle gelen bu ülke insanı; nasıl pragmatik, (menfaatçi) materyalist, sömürgeci bir akılla hayata bakıyorsa; sayıları 20000 civarında ki yabani develerin ve yılkı atlarının toplu katliamını onaylayabiliyor. Kendi rahatlari için diğer insanları/ varlıkları acımasızca katledebiliyor.  İkinci boyuttaki aklın eseri olan, imar, inşaa ve icad ederken; egoist ve pragmatist akıl/felsefe, o kadar baskın ve belirleyici oluyor ki; diğer insanların, hayvanların, doğanın/tabiatın katliamı  bahse konu bile olmuyor. Sonra da, ya katliamlarına perde çekmek için veya zarar kendisine dokunmaya başladığında timsah gözyaşları dökecek kadar da riyakarlaşabiliyor.
 
Üçüncü boyuttaki akıl insana ne söyler? Üretmiş olduğu soyut kavramları yani adaleti, merhameti, îsarı, şefkati eser olarak ortaya koymasını ister, emreder.  Dördüncü boyuttaki -üst aklın bilgisine ulaşan- kurucu akıl, dünyada başıboş olmadığını, bu dünyanın imtihan dünyası olduğunu,  dünya hayatının  sorumlulukları ve hesabı olduğunu, hesabı verilebilir bir hayat yaşamasını söyler. İşte üç ve dördüncü boyuttaki aklın eser olarak ortaya koymuş olduğu hayat biçimi olan medeniyet, kendisi için yaptığı binalarda kuş evi yapacak kadar nazik, kibar, muazzam bir aklın ürünüdür. O medeniyette herhangi bir sebeple göç edemeyen leylekler için vakıfların kurulup, insanlar görevlendirilir. O medeniyette kışları yabani hayvanlar aç kalmasın diye dağlara, kırlara yiyecekler bırakmayı üstlenen vakıflar vardır.  O medeniyette  insanın faydasına çalışan hayvanlar için kanun çıkarılır. O medeniyet üst aklın (Vahyin/Peygamberin) öğretmiş olduğu, bildirmiş olduğu bilgiyle, tüm mahlukatın kendisine bir emanet olduğunun bilincinde yaşar. İşte o üçüncü ve dördüncü boyuttaki aklın hakim olduğu toplumda;  üst aklın,  kurucu aklın, yol gösterdiği adalet, merhamet, vicdan, isar,  üzerine inşaa edilen bir kültür ve o kültürün hakim olduğu bir devlet yapılanması vardır.
 
Maalesef bugün Suriye İdlip'te donarak ölen Erva bebek, Ege kıyıya vuran Aylan bebek, ağlamayı unutan Ümran bebek, fosfor bombalar ile yakılan, bombalarla öldürülen milyonlarca masum, yerinden yurdundan sürülen insanlar, vicdanları sızlatmıyor, merhameti harekete geçirmiyor, îsâr  duygularını depreştirmiyorsa biz aklî seviyemizi birinci ve ikinci boyuttan bir üst seviyeye  getirememişiz demektir. Hayvanî akılla insanca yaşamaya çalışıyoruz demektir. Öfke ve şehvetin hakim olduğu akılla medeniyet kurulmaz. Merhametsiz akıl, zalimdir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi