Mehmet Toker
Mehmet Toker İhlas'ın Fotoğrafını da Paylaşabilir miyiz?

İhlas'ın Fotoğrafını da Paylaşabilir miyiz?

90'lı yıllarda muhafazakâr kesim arasında, tepkisel olarak ortaya çıkan, o günün konjonktürüne uygun, işletmelerine İslami çağrışımlar yapan isimler verme furyası vardı. İlk planda işletme sahibinin muhafazakâr olduğu noktasında bir kanaat oluşturan bu isimler, üzerine biraz düşündüğünüz zaman komik trajikomik bir hal alıyordu. "Uhud Ciğercisi, Kerbela Hızar Doğrama Atölyesi, Hendek Hafriyat" gibi. Bunların içinden kurumsallaşan büyüyen ve ülke çapında markalaşanlarda oldu. "Tekbir, Setre" vb...  Bununla beraber o dönemlerde İslami bir STK görünümünde olan bir grup veya cemaat, holdinglerine, pazarlama şirketlerine, finans kurumlarına, elektrikli şofbenlerine, su ısıtma cihazlarına, su arıtma cihazlarına ve benzeri küçük elektrikli ev aletleri "İhlas" ismini vermişti. İhlasla ısıtılmış suyla gusül abdesti ve abdest alıyordunuz.
 
Günümüzde Şofbenlerin, arıtma cihazlarının, küçük el aletlerinin ismi, İslami referans kullanmaktan çıkıp, Realyenist veya Hinduist bir terime atfedildi. Paranormal veya tinsel anlamda kullanılan, canlıların bedenlerinden yayıldığı varsayılan, ışınımla oluşan ve gitgide yayılan tesir kuşakları tarzında kendini gösterdiği iddia edilen, elektromanyetik alana, uzak doğu dinlerinde verilen teofizik terimine dönüştürüldü. Artık ihlasla değil, aura ile gusül alıyorsunuz ya da suyunuzu arıtıyorsunuz. Konumuz bu değil. Ama 90'lı yıllarda iktisadi işletmelerde başlayan bu dini referanslı görünürlük furyasının bugün kişisel ölçekte fotoğraflarla, videolarla, paylaşım siteleriyle artık farklı bir duruma evrildiğini görüyoruz.
 
Yapmış olduğu işlerin Allah rızası için olmasını beklediğimiz insanların, yaptığını kullara gösterme, beğendirme, like alma derdine düştüğünü, yediğinden içtiğine, gezdiğinden satın aldığına, giydiğinden eskittiğine, ev dekorasyonundan mutfağına gösterme yarışına girdiğine üzülerek şahit oluyoruz.  Rene Descartes'in: "Düşünüyorum, o halde varım!" diye ifade ettiği metafizik felsefesinin ve kartezyen kuşku yönetiminin temeli olan ilk ilkesi; bugün artık "Görünüyorum o halde varım!" felsefesine dönüştü. Bu görünme felsefesi ahlaki bir erdem olan "İyilik yap, denize at, balık bilmezse Hâlık bilir!" atasözünü de rafa kaldırdı. Yapılan işleri, iyilikleri, Allah rızası için olması gereken birtakım faaliyetleri görünür kılma, gösterme anlayışımıza da farklı bir kılıf bulduk. İyilikler paylaşıldıkça çoğalır, emsal teşkil eder, farklı insanları teşvik için paylaşıyoruz gibi mazeretler ürettik.  Fakat bu mazeretler bir gerçeğin üstünü kapatmaya yetmedi, yetmiyor. Kameraların, fotoğraf makinelerinin olmadığı, sosyal medya platformlarında paylaşma modasının henüz icat olmadığı dönemlerde yapmış olduğumuz faaliyetlerdeki, sohbetlerdeki, haz lezzet, samimiyet, manevi doygunluk artık kayboldu. Yani biz farkında olarak veya olmayarak İhlasımızı kaybettik. "İhlas, arınmak, saflaşmak, kurtulmak, manasındaki hulûs-halâs kökünden türetilmiş bir kelime olup, bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak saflaştırmak anlamına gelmektedir." Tarifteki, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak ifadesinin üzerinde ciddiyetle durmamız gerekiyor. Çünkü görülme, yaptığımız faaliyetleri kullara gösterme, beğenilme, like alma, alkışlanma arzusunu, faaliyetlerimize, sohbetlerimize, işlerimize karıştırdığımız günden bu tarafa çalışmalarımızın semeresini, istediğimiz verimi alamıyoruz.
 
Yüzden fazla ilahiyat fakültesinin, binden fazla İHL'nin, on binlerce ilahiyat akademisyeninin, yüz binden fazla din görevlisinin olduğu, binlerce STK, vakıf, dernek, cemaatin olduğu ve her türlü dini neşriyatın rahatlıkla yapılabildiği, "acaba birazdan polis mi basacak, jandarma mı basacak?" korkusundan emin olarak Müslümanların bir araya gelebildiği şu dönemde, istenilen, arzu edilen İslami inkişafın, hedeflenen düzeyde olmamasının yegane sebebi, niyetlerimize, zihinlerimize, kalplerimize, faaliyetlerimize farklı kaygıların, farklı anlayışların karışmış olmasından mütevellit olduğunu ifade edebiliriz.
 
İhlas, ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah rızası için yapmak demektir. Bugün alınan unvanlar, ulaşılan makamlar, mevkiler sadece Allah rızası için değil, hiyerarşik yapılanma içinde bir yukarıya tırmanmak için araç olarak kullanıldığı, makam ve unvanla beraber kazançta arttığı için konformizme alet edildiği müddetçe, İslâmi inkişaf, imkânsız değilse de çok zor gözüküyor. İhlas, daha geniş bir mânâ ile şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından, genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnız Allah'ın rızasını gözetmeyi ifade eder. Ancak bugün bir özeleştiri olarak, bir ictimai/kurumsal nefis muhasebesi olarak her türlü faaliyetimizin çıkar hesaplarından ve gösterişten, beğenilme arzusundan uzak olduğunu söylememiz zor ve imkânsız gibi gözüküyor.
 
Kur'an-ı Kerim'de on ayeti kerime de vurgulanan “muhlisîne lehü’d-dîn” dini yalnızca Allah'a has kılma, riyayı, gösterişi, görülme arzusunu terk ederek, balıklardan medet ummadan, balıkların alkışını beklemeden, Allah'a, O'nun rızasına yönelmek olarak anlamamız hayatımıza uygulamamız gerekiyor.
 
 
 
İslam dininin hâkim kılınması için eğitim almış bireylerin, o eğitimlerini, Allah rızası düşüncesini ikinci plana iterek, makam-mevki, unvan elde etmek, su akarken testiyi doldurmak, hazır bal tutmuşken parmağını yalamak düşüncesini hayat gayesi etmesi ve birinci öncelik olarak görmesi, almış olduğu eğitimi, yapmış olduğu faaliyetleri, hedeflediği unvan ve makamlara giden yolda merdiven olarak görmesi, ihlası zedeleyen ve sayısal çoğunluğun kemiyetin keyfiyete dönüşmesini engelleyen bir mânidir. Bu engelin farkına varmadığımızda, bu yolda beraber yürüdüğümüz dava arkadaşımızı, yol arkadaşımızı rafîk olması gereken kardeşlerimizi, kavga ettiğimiz rakipler mesabesine indirmiş oluyoruz ki bu enerjimizi boş yere harcamamıza, zamanımızı boş yere tüketmemize sebep oluyor. Makamlarımız, unvanlarımız, etiketlerimiz kadar toplumda ve kalplerde etkimiz olmuyor.  Dijitalleşmenin etkisiyle içerisine düştüğümüz görünme bataklığındaki çırpınmalarımızı faaliyet zannediyoruz.
 
Her gün onlarca hoca sosyal medya platformlarından, paylaşım sitelerinden totalde binlerce dakikalık sohbetler paylaşıyor, röportajlar, kitap tahlilleri, aile seminerleri havada uçuşuyor. Sosyal medya arşivlerini sayfalarını adeta sohbet bombardımanına tutuyoruz. Ama attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor. Egosantrik hedonizmin esiri olmuş durumdayız. Projeler, raporlar, seminerler, konferanslar...
 
İhlas, bir holding veya pazarlama şirketi ismi ya da şofben markası değildir. İhlas, kaliteli insanın/Müslümanın markasıdır.  Markayı zedelemek hiçbir Müslümanın hakkı değildir. Müslümanların İhlas felsefesini terk edip, "görünüyorum o halde varım!" felsefesine dört elle yapışmaları, görünebilmek için başkalarının görünürlüğünü bile kullanmaları, Ferrariye tüp taktırma garabetinden daha absürt bir durumdur.  Zira inananları hedefe ulaştıracak olan güç ihlastır. İhlasın yerine, makam- mevki elde etmek, görünmek, beğenilmek, alkışlanmak, like almak gibi farklı motivasyon enerjilerini koyduğumuz zaman istenilen hızda, istenilen hedefe eremeyeceğimiz kesindir. Günümüz de Müslümanların verdikleri görüntü ile doğru orantılı netice alamaması, hedeflenen mesafenin kat edilememesi, İslami inkişafın negatif bir seviyeye doğru ivmelenmesinin sebebi olduğumuz yerde uygun adım saymamızdan kaynaklanmaktadır. Çok gürültü patırtı var ama ilerleyemiyoruz. İlerlemek için ihtiyaç duyduğumuz yegâne kuvvet, Allah'ın rızası peşinde koşmaktır.  Zira kullar hiçbir şeyden tatmin olmuyorlar, hiçbir şeyden razı olmuyorlar. Kimse üzerine alınmasın sadece kendim için yazdım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi