Hz. Mevlânâ Hoşgörü Yürüyüşü
Selçuk Üniversitesi tüm akademik ve idari personel ile öğrencileri bugün (Salı, 10 Mayıs 2022) 10.00-12.00 saatlerinde Alâeddin-Mevlana arasında Hz. Mevlânâ’nın Konya’ya teşriflerinin 795. Yılının anısına Hz. Mevlânâ Hoşgörü Yürüyüşü düzenlemektedir. Bu yürüyüş iki denizin buluştuğu noktada başlayıp Hz. Mevlânâ’nın huzurunda gülbank duasının okunmasıyla noktalanacaktır. Bu kadirşinaslıktan dolayı başta Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Aksoy hocamız olmak üzere tüm Selçuk Üniversitesi çalışanlarını kutluyorum.
Bilindiği gibi Sultânü’l-Ulemâ Muhammed Bahaeddin Veled ve ailesi Karaman’da ikamet etmekte iken ilim ve irfanı seven, ilim adamlarına büyük değer veren Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat onları Konya’ya davet etmiştir. İyi ki davet etmiş, hâlâ Hz. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi, geride bırakmış olduğu muhallet eserleriyle sadece bu topraklarda yaşayanlara değil, asırlardır bütün bir dünyaya İslam’ın güler yüzlü mesajını vermeye devam ediyor. Selçuk Üniversitesi’nin bugünkü yaptığı hoşgörü yürüyüşü de atalarımızın Mevlânâ ailesine gösterdiği bu kadim misafirperverlik örneğini tekrar yaşatmak ve Hz. Mevlânâ’nın mesajlarına dünyanın dikkatini çekmektir. Bir yönüyle de Pirin geride bıraktığı bu derin felsefe-hikmet yüklü mirasını takdir etmektir. Takdir etmek ise, bir erdemliliktir. Ancak değer bilenler bu erdemli davranışı gösterebilirler.
Hz. Mevlânâ ve ailesi bir muhacirdir. Unutmayalım, medeniyetler hicretle kurulur. Bütün Peygamberlerin hayatında hicret vardır. Bilgelerin hayatında da.. Elbette hicret, durup dururken olmaz. Kaldı ki hicrette; hicran, ayrılık ve hüzün vardır. Hiç kimse doğup büyüdüğü, suyunu içip, ekmeğini yediği, güzel havasını teneffüs ettiği yuvasından-yurdundan ayrılmak zorunda kalmaz. Hicret, insanın güvenli bir ada arayışıdır. Tarih boyunca Anadolu, hep Balkan, Kafkas vb. gibi coğrafyalarından gelen muhacir kardeşlerimize yurt olmuştur. Hala da yurt olmaya devam etmektedir. Anadolu’nun ensârı kimdir? Bu çok belli değildir. Ama ensâr ruhu, bu topraklarda lebalep hep gezinir durur. Bugün Suriye’li sığınmacılar aleyhinde konuşanların ya kendileri ya da ataları da muhacirdir. Maalesef bu kimseler sorumluluk duygusuyla konuşmuyorlar. Geçmişlerini unutup, toplumu kutuplaştırıcı bir siyaset dili kullanıyorlar. Anadolu irfanı böyle yaralayıcı ve kırıcı bir söylemi asla kaldıramaz. İslam’ın ahlak anlayışı da buna müsaade etmez. Muhacirlik, müteyakkız olmayı gerektirir. Bu bağlamda muhacirlerin hicret ettiği ülkelerin maddi ve manevi kalkınmalarında büyük katkıları olmuştur. Bugün de öyle…
Hicret, ancak, gerçek anlamda “yurt” olunan yerlere yapılabilir. Bizzat coğrafyanın kendisi, güvenlik duygusundan sonra, verimli bir fikir üretiminde de büyük rol oynar. Özellikle büyük şahsiyetlerin ortaya çıktığı coğrafyaların manevi bir çekim gücü de vardır. Buna çok dikkat etmek gerekir. Konya da Kudüs gibi, Şam gibi, Mekke, Medine gibi bu verimli ve bereketli nadir coğrafyalardan birisidir.
Tarih boyunca Konya, hep muhacir yurdu olmuştur. Moğol saldırıları doğu İslam dünyasını yakıp kavururken, Konya, “dâru’s-selâm/barış yurdu” olma özelliğini korumuştur. Eğer Konya böyle olmasaydı; Doğu’nun en ucundan Hz. Mevlâna ve ailesi rotasını Konya’ya çevirir miydi? Eğer Konya, bir barış adası olmasaydı, Endülüs’ten Afrika’ya oradan Konya’ya Muhyiddin İbn Arabi rotasını çevirir miydi? Eğer Konya böyle bir barış adası olmasaydı Sadreddin-i Konevî, Evhadüddin-i Kirmanî, Şems-i Tebrizi ve Yunus Emre bu topraklara ayak basar mıydı?
Bugünün dünyasında bile birçok âlim, ilim adamı, entelektüel, siyasetçi, düşünür vb. kendi doğup büyüdüğü ülkesinde değil fikir üretmek, yaşama hakkını bile kaybetme tehlikesiyle baş başa kaldığı için acaba hangi ülkelere hicret ediyorlar? Neden kendi toplumlarının akl-ı evvelleri olan beyin takımı, Batı ülkelerine hicret etmek zorunda kalıyor? Neden adı, “barış ve güven” olan İslam’ın müntesipleri, % 99 “İslam” kimliğini temsil ettiğini söyleyen ülkelerinden kendilerini küffar memleketlerine atıyorlar? Bu İslam ülkeleri adına bir utanç değil midir? Bu sorular üzerinde yeniden düşünmek zorundayız.
Hicret olmasaydı, Belh’te kalacak bir Celâleddîn, acaba Mevlâna Celaleddin-i Rûmî olur muydu? Belki de bunu, hicrete borçluyuz. Sanki o, “O geliyor, O!” başlıklı şiirini kendisi için yazmış gibi. Şu sözlere bir bakalım:
“Yollara sular dökün,
Bahçelere müjdeler edin,
Bahar kokuları geliyor,
O geliyor, o. ”
Hz. Mevlânâ ve ailesinin Konya’mızı şereflendirmelerinin 795. yıldönümü münasebetiyle tüm aileyi bir defe daha rahmetle ve minnetle anıyor, bu îsâr ve barış yurdunun kıyamet sabahına kadar bütün bir dünyaya ilim, barış ve hoşgörü ışığını saçmaya devam etmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.