Herkes üzerine düşen hayatı yaşamalı
İnsanın genel itibariyle en büyük sıkıntısı kendisini hep bulunduğundan bir üst noktada görmeye çalışmasıdır. Her konuda bilgi sahibi olduğunu sandığından fütursuzca ahkâm kesmek bu tarz insanın temel özelliği. Ülkemizde yaşadığımız en büyük sıkıntı da özelliklerinden bahsettiğimiz insan tipinin diğer ülkelere göre oldukça fazla olmasıdır…
Şu hayatta doğduğumuz günden itibaren çeşitli sorumluluklarla karşılaşıyoruz. Hayatın düzenine bakacak olursak belli bir döneme kadar üzerimize düşen görevler belli. Sonrasında ancak bazı tercihlerde bulunabiliriz. Biz ise kısa yoldan sorumlulukları birer ikişer atlayarak daha ileriye daha az zamanda gitmeye çalışınca bocalamaya başlıyoruz. Sıkılıyoruz, içinde bulunduğumuz âlem bize yetmiyor. Derdimizi birkaç örnekle açmak gerekirse; gençlerin öncelikli görevi belli. Mümkün olduğunca iyi bir eğitim alıp, bir meslek sahibi olarak bulunduğu alanda belli bir noktaya gelmektedir.
Eğitim deyince sadece okul, üniversite bitirmek akla gelmesin. Üniversiteye gitmeden de piyasada farklı alanlarda çok rahatlıkla iş-güç sahibi olunabilir, yeter ki biraz azimli olunsun. Fakat eskiden TV’nin, günümüzde de sosyal medyanın etkisiyle gençler kendilerini farklı dünyalarda görme çabasına giriyor. Hayal kurmak elbette güzel ama bir süre sonra kendilerini bu hayale kaptırınca içinde bulundukları hayat yetmiyor, savrulmalar başlıyor. Bu yüzden herkes ilk önce kendi üzerine düşen hayatı yaşamalı. Bu sözümle klasik kaderci bir anlayışı kastetmiyorum. İşçisin sen işçi kal mantığında değilim.
Belli yaşlarda sahip olmamız gereken donanımlara sahip olamazsak, hayalini kurduğumuz bir üst noktaya bırakın ulaşmayı, hamle bile yapamayız. Bir mesleğe yönelmemiş genç, eğer üniversiteye hazırlanması gereken dönemde üzerine düşen sorumluluğu üstlenmeyip, günlerini haybeye geçirirse sonrasında kendini bekleyen hayata razı olmalı. Çok klasik olacak ama emek olmadan yemek olmuyor…
Sadece gençler üzerinden gitmeye gerek yok. Her yaşta üzerine düşen hayatı yaşamadan üst noktaya çıkmaya çalışan bir sürü insan var. Çağımızın hastalığı olan çabuk sıkılmak, elindekinin kıymetini bilmemek bizi çok kolay etkiliyor. Acaba gerçekten hak ediyor muyum diye bir an bile düşünmeden hareket ediyoruz. Daha fazlası, daha fazlası diyerek hem kendisini hem de çevresindekileri huzursuz eden tipler elbette size de tanıdık geliyordur. Böyle bir sarmalın içine girince elbette işler ters gitmeye başlıyor. Son dönemin moda tabiriyle liyakat esasını göz ardı edince arzu edilen gelecekte bir türlü gelmiyor.
İnsan önce kendini, haddini bilmeli. Çapı doğrultusunda işlere kalkışmalı. Bunları görmezden gelerek hareket ettiğinde de karşılaştığı sonuçtan şikâyet etmemeli. Hayatın kanunu bellidir. Bunu belki bazı noktalarda çiğneyerek ileriye doğru birkaç adım atılabilir. Fakat atılan bu adımlar kalıcı olmaz. Haksız yere ileriye atılan adımın geriye dönüşü 3-5 adımı bulabilir. Bırakın başlangıç noktasına geri dönmeyi daha da beteriyle karşılaşılabilir. Allah kimseyi gördüğünden geri bırakmasın duasında anlamak isteyenler için çok şey var. Bu konuda o kadar çok örnek verilebilir ki yerimiz yetmez. Yerelde Konya’da inşaat sektörünün içine düştüğü durum, genelde ise İstanbul’u yönetmeye talip olan şahsın, bir yandan da ülkeyi yönetmeye yönelik hamleler yapıp ikisini de eline, yüzüne bulaştırması bence yeterince anlamlı örnekler olacaktır.
Herkes üzerine düşen hayatı yaşarsa şu yalan dünyada belli bir mutluluğa erer. Yok, illâki sınırları zorlamanın peşine düşerse hayat onu bir şekilde yoluna koyup adam eder. İmam Şafiî’nin Zaman bir kılıçtır, sen onu kesmezsen o seni keser sözü anlamak isteyene yeter. İşin sonunda galip gelen hayat ve genel anlamda kader olur. Kaderini zorlayan da bedelini öder…