Her şeyin diğer yanı
Son birkaç haftadır eski hastalığımız tekrar nüksetmeye başladı. Yine meselelerin gerçekliğini, mantık çerçevesini bir kenara bırakıp, salt popülizm ve dünya görüşü etrafında değerlendirip en ufak bir olayda bile ayrışmanın peşine düştük.
Yine kutuplaşıyoruz, toplumda bir ayrışma var geyiği yapmayacağım. Çünkü kutuplaşma ve ayrışma insanlık tarihi kadar eski bir mesele. Bu bizde gezi olayları sonrası sanki daha önce hiç yaşanmamış gibi bir anda yeniden tedavüle sokulmaya başlandı. Son dönemde önce andımız tartışması, ardından Cumhuriyet Bayramı, kutlamaları, resepsiyonu, yeni havalimanı açılışı başta olmak üzere karşılıklı çok sert tartışmalar yaşanıyor. Elbette sosyal medya olayların merkezinde yer alıyor. En büyük sıkıntı da meseleleri etraflıca düşünmek, makul tartışmalar yapmak yerine herkes kendini haklı göstermeye, kendi haklılığı üzerinden karşısındakine çullanıp, en hafif tabiriyle laf çakmanın peşine düşüyor.
95. yaşına gelmiş cumhuriyetimizi daha ilk yıllarıymış gibi tartışmanın da cumhuriyeti sanki bütün kötülüklerin anasıymış gibi göstermenin de bir anlamı yok. Cumhuriyet yönetiminin kuruluşundan günümüze kadar hataları mutlaka oldu. Diğer yandan sanki hiçbir sorun yokken, ortalık güllük gülistanlıkken bir anda durduk yere cumhuriyet ilân edilmiş ardından da her şey kötüye gitmiş gibi bir düşüncenin de bir anlamı yok. Meseleleri aklıselimle değerlendirdiğimiz ölçüde yol alabiliriz. Yoksa mutlak iyi, mutlak kötü çerçevesinden yaklaştığımızda aynı olayların etrafında dönüp duruyoruz.
Andımız, zamanında toplumun tepkisi göz ardı edilip, o dönemki çözüm süreci çerçevesince bir oldubitti ile kaldırılmıştı. Şimdi Danıştay’ın vermiş olduğu karar, Danıştay’ın böyle bir karar verme yetkisinin olup olmadığı toplumun genelini pek ilgilendirmiyor. Çünkü o dönem yapılan uygulama insanların zihninde Türk kelimesine bir operasyon olarak kaldı. Olayın gerçekliğinin böyle olup olmaması fark etmiyor, işin sonunda topluma yansıyan, oluşturulan atmosfer buydu. Zamanında andımız gerçekten sosyolojik olarak değerlendirilseydi, ortalama 6-11 yaş aralığındaki çocuklara her gün yemin ettirmenin psikolojik etkileri tartışılıp, alternatif metinler üzerinde durulsaydı, belki kalıcı farklı bir çözüm bulunurdu. Lakin sadece tek parti dönemi ürünü, ülkenin vatandaşlarının bir bölümü rencide oluyor vb. toplumu ikna etmeden ben yaptım oldu mantığı ile kaldırılınca mesele kapanmıyor. Olay çok kolay bir şekilde biz iktidara gelirsek andımız tekrar okunmaya başlanacak propagandasına dönüşebiliyor.
Şunu artık anlamalıyız ki herkes aynı şeyi düşünmek zorunda değil. Herkesin kendine göre öncelikleri, değerleri var. Hakaret ederek, yok sayarak meselelerin üzerini örtemeyiz. Yoksa komik duruma düşüyoruz. Yeni İstanbul Havalimanının kısa sürede bitirilmesi, teknolojisi, dünyanın en büyüğü olması gibi önemli özelliklerini sanki bir teferruatmış gibi gösterip, sadece ismi üzerinden tartışma yapmanın, bu kadar masrafa ne gerek vardı, Sabiha Gökçen varken orayı kullanmam diyen insanlara da bilmem be demek gerekir. Başkaları yapınca “adamlar yapıyor abi” diye ağzı açıp bakacaksın, bizimkiler yapınca da burun kıvıracaksın. O işler öyle olmuyor işte…
Toplumun genelini ilgilendiren meselelere kalıcı çözümler üretmek yerine halının altına iteleyince dön dolaş üç-beş yılda bir aynı şeyleri tartışıp duruyoruz. Bir de herkeste önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ismini ortaya atıp saçmalayıp, sonrada doğal olarak tepki görünce istifa ederken bile Cumhurbaşkanımızı zor durumda bırakmamak için istifa ediyorum diyen rektörün ve yazdığı kitabın reklamını yapmak için her meseleyi Atatürk etrafında değerlendirmeye çalışan yozdilin uyanıklığı yok. İyi niyetli, çıkarsız bir şekilde düşününce de işte böyle aklımız karışıyor…