Geleceğimiz Nereye Koşuyor?
İnsan, sadece kan, kemik, etten oluşan biyolojik ve fiziki yapısı bulunan bir varlık değildir. İnsan dediğimiz zaman, duygularıyla, hayalleriyle, idealleriyle, maneviyatı ile diğer bütün yaratılmış varlıklardan ayrılan, mümtaz bir varlık olarak anlamamız gerekiyor.
Diğer canlı varlıkların var olma kaygısı yada idealleri yoktur. Hayvanlarda, "adanmışlık" dediğimiz husus, hayatlarının belirli dönemlerinde içgüdüsel olarak sahip olmuş oldukları bir durumdur. Annelik sıfatını kazanmış canlılar, yavrularını büyütene kadar içgüdüsel olarak yavrularını koruma, besleme, büyütme, onları hayata hazır hale getirme, içgüdüsüyle kendisini yavrularına adar. Bazı hayvanlar, hayatlarının belirli dönemlerinde, kendi bölgesi'nin sınırlarını korumaya adar. Bazı hayvanlar çiftleşme dönemlerinde haremini veya eşini korumaya adar. Bütün bunlar hayvanların hayatında belirli bir dönemi kapsayan sürekliliği olmayan durumlardır ve içgüdüseldir.
Az önce yukarıda belirtmiş olduğumuz, insanın hayalleri, duyguları, idealleri, maneviyatı ile insan olma özelliği; insanı diğer varlıklardan farklı kılıyor. Bunların toplamına, mefkûre, ülkü yada idealizm de diyebiliriz. İnsanoğlunun belirli bir mefkûresi yoksa, sıradan biyolojik bir varlığa dönüşüyor. Ye, iç, cinsel dürtülerini bastır, uyu, uyan, ye, iç, bir kısır döngü içerisinde hayat devam ediyor. Ama eğer insanın mefkûresi var ise o zaman nefes almanın, yaşamanın, mücadele etmenin bir anlamı oluyor.
İnsanoğlu dünya hayatında farklı mefkûreler peşinde koşuyor olabilir. Aslolan hayatın belirli bir dönemini kapsayan veya o insanın kendi hayatı ile sınırlı olmayan, kuşaktan kuşağa aktarılabilecek, sürdürülebilir bir mefkûresi olduğu zaman, işte bu kişinin düşüncesi ya da hayali bireysel/şahsi olmaktan çıkıp topluma mâl oluyor. Toplumları bir arada tutan, yönlendiren ve toplumların sürekliliğini bir anlamda temin eden aynı gayede bu kutsi, manevi düşünceler oluyor. İnsan hayatıyla sınırlı veya hayatının bir bölümünü kapsayan idealler, daha ziyade insan egosunu tatmin etmek için olan idealleridir. Makam sahibi olmak gibi. Yada ünvan sahibi olmak, zengin olmak, sevdiği insanla hayatını birleştirmek gibi. Bunlar kişilerin hayatının belirli bir bölümünü kapsayan veya kendi hayatları ile sınırlı olan bireysel/kişisel mefkûrelerdir.
Bir toplumun ortak paydası haline gelmiş mefkûreler; buna dini ve milli idealizm de diyebiliriz. Kişilerin hayatı ile sınırlı olmayan, hatta kişilerin hayatını o mefkûrenin gerçekleşmesi için adamış olduğu bir mefhumdur. Tarih içerisinde toplumları motive eden bu tür ilâ-nihâye düşünceler var olmuştur. Bu düşünceler, toplumun millet olmasını sağlayan, milletin varlığını, devamını, birlikteliğini, topyekün hareket etme motivasyonunu sağlayan en önemli unsur haline gelmiştir. Dönemine göre "Kızıl Elma", "İstanbul'un Fethi", "İlây-ı Kelimetullah", "İttihadı İslam" vb. anlayışlar milli ve dini bir mefkûre olarak yaşatılmış ve milletin geleceğe yürümesinde manevi bir motivasyon olmuştur. Hristiyanlardaki, "Tanrı Devleti" misyonu, Yahudilik'teki "Arz-ı Mev'ud", "Siyon Devleti", "Megola İdea" o toplumların devamlılığını, sürekliliğini sağlayan mefkûreler olagelmiştir. Haçlı seferleri bu idealizmin bir parçasıydı. Hristiyanların her gitmiş oldukları ülkelerde misyonerlik faaliyetlerinde bulunması, "Tanrı Devleti" mefkûresini gerçekleştirmek için yapılan bir adanmışlık faaliyetidir. 29 Ağustos 1897'de Basel de Theodor Herzl liderliğinde toplanan Dünya I. Siyonist Kongresi mefkûresini yitirmiş Yahudilere yeni bir idealizm kazandırma toplantısıdır. Yine son 104 yıldır, Ermeni Diasporası'nın, 1915 olaylarını her yıl temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp gündeme taşımasının altında yetişen nesillerine bir mefkûre kazandırma çabasıdır. Haçlı batıda "islamofobi" diye isimlendirilen, ama korkunun ötesinde, kin ve düşmanlık barındıran anlayışının temelinde; Müslümanların, Hristiyanlığın "Tanrı Devletine" giden yolda, tarih içerisinde en büyük engellemeleri gerçekleştirmesinin kini ve nefreti birikmişliğinin ifadesidir.
Peki bu noktada aynaya bakıp, kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor. Z kuşağı diye adlandırmış olduğumuz, hatta X ve Y kuşaklarını da dahil edersek 80 milyonluk nüfusumuzun geleceğini oluşturan gençlerimizin manevi veya milli bir mefkûresi var mı, yok mu? Dost acı söylermiş... Söyleyeyim o zaman maalesef ülkenin %99'luk inanç dilimine giren(nufus cüzdanında din hanesi İslam yazan), 45 yaş altı genç nüfusumuzun böyle bir mefkûresi yok. Ama %1'lik kesimdeki kişilerde var olduğunu hâlâ dipdiri olduğunu görüyoruz. Terör örgütünün siyasi uzantısı olan teşekkülün eş başkanının son ortaya çıkan söylemi de bunun küçücük göstergelerinden birisidir. İdealler ve hayaller bireylerin kendi hayatlarının bir dönemiyle veya kendi hayatlarıyla sınırlı olan hedefler. Toplumumuzu kanalize eden, manevi bir motivasyon kaynağımız ve hedefimiz maalesef yok. Onun için son 17 yıldır dile getirilen 2023, 2071, vizyonu, son 2 aylık dönemde sıkça vurgulanan "beka meselesi" özellikle Z kuşağında hiçbir anlam ve karşılık bulmadı. X ve Y kuşaklarında da tamamen flu, maddi ve ekonomik bir hedefmiş gibi algılandı ki; gözlemlerim mevcut karar alma mekanizmasının alt kademelerindeki kimselerde bile böyle anlaşıldığını söylüyor. Bu gelecek adına endişe verici bir durumdur. Osmanlı'yı, "Osmanlı" yapan güç, kuruluşundan 1453 yılına kadar İstanbul'un fethi hedefidir. 1453'ten sonra da "Kızıl Elma", "Nizam-ı Âlem", "İlâyı Kelimetullah" mefkûresidir. Müslüman Türk milletinin, Anadolu'da bulunmasından rahatsız olan Siyonist ve Haçlı zihniyeti nesillerini "Arz-ı Mev'ud", "Siyon Devleti(David Yıldızı)" veya "Tanrı Devleti" mefkûresi ile yetiştiriyor. Peki bizim gençliğimizin ilâ-nihâye hedefi; aş, iş, eş'ten öte geçmiyor. . "Türkiye laiktir, laik kalacak!" sloganıyla olmuyor. Bu kafa ve anlayışla ancak tüketici, pazar toplumu oluşur. Uzun lafın kısası manevi motivasyondan, dini ve milli mefkûreden uzak, seküler, pozitivist ve materyalist bir gençlik geliyor. Elbette istisnalar var! Ama kaideyi bozup bozmayacağı konusunda şüphelerim var ve her geçen gün daha da artıyor. Karamsar mıyım? Kurumlara yerleşmiş, "kifayetsiz muhterisleri" gördükçe ve sayılarının bu kadar çok olduğuna şahit oldukça, karamsarlığım her geçen gün daha da artıyor. Bizlere düşen görev, hayatımızı aşacak, hayatımızı adayabileceğimiz bir mefkûre sahibi olmak ve bu mefkûreyi gerçekleştirmek doğrultusunda geleceğimizi, gençliğimizi kanalize edip, motive edip hedefe doğru yürümesini temin etmektir. Gelin bu hedefin adı yeniden "İttihâdı İslam" olsun! "Nizam-ı Âlem" olsun! "İlâyı Kelimetullah" olsun! Büyük düşünelim... Bunu gerçekleştirme adına zihinlerimizi, kalplerimizi, müfredatı, önceliklerimizi yeniden gözden geçirelim. Yoksa mefkûresi olmayan bir toplum, mefkûresi olan toplumlar karşısında yenilip, yok olup, yutulmaya mahkumdur. İş, işten geçmeden...