Sıtkı Yonca
Sıtkı Yonca Geçmiş zaman olur ki

Geçmiş zaman olur ki

            Teknoloji ve özelde de manevi değerlere asimetrik bir yaşantının toplumsal bunalımı tahrik ettiği düşüncelerini yadsımıyorum. Fakat insanlar bunalımı inkar etmeye daha yatkın olduğu için, kendi iç dünyalarında bir takım arayışlara girer. Bunalımın, bireyin kendi yaşantısı ve çevresinden gelen sinyallerle sınırlı olduğunu sezgisel olarak kavrayınca, geçmiş yaşantılarına geri dönerek, orada bulduğu kendince mutluluk enstantanelerini yakalayıp bir rahatlama seansına girme denemeleri yapar.    

             Ancak geçmişin (çocukluk dahil) kendi içinde bunalımları olduğuna dair hatıralardan birinin  kılıç darbesiyle kanat kırılır. Bu aslında bunalımın kısır bir döngüsüdür;çözüm üretmeye yönelik bir düşünce sistemi olmadığı için.

            Şimdi elli yaşın üzerinde kime sorsanız, ya eski bayramlardan ya da eski ramazanlardan başlayarak sizi geçmiş döneminin o efsanevi(!) hayatından kesitler sunmaya başlar; bilinçaltında tetikte hazır bekleyen ve fırsatını bulunca bilinç düzeyine çıkacak öğretmeninden işittiği azar veya babasından yediği tokadın travmasını öteleyerek. Veya komşusundan yediği dayağın içinde oluşturduğu öfke hatta intikam duygusunu atlayarak.

            Böyle bir seçicilik egonun bir başka yoldan tatmini anlamına gelir;kendisini yenilemek ve ibret alınması amacıyla yapılan geridönüşler ve paylaşımlar istisna olmak kaydıyla.

            Mesela sosyal olaylarla ilgisi yoktur denilen Ahmet Haşim, 1921 deDergah’ın 1.cildinde‘’Müslüman Saati’’ başlıklı yazısıyla‘’Ziyada başlayıp ziyada biten,on iki saatlik,kısa,hafif,yaşanması kolay bir günümüz vardı.Müslümanın mesut olduğu günler işte bu günlerdi…

            Yeni saat,Müslüman akşamının mahzun ve gösterişli dakikasını dağıttığı gibi,yirmi dört saatlik yabancı günün getirdiği maişet (geçinme) şekli de, bizi şafak aleminden mahrum bıraktı…   

            Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz’’diyerek o duygu yüklüdüşüncelerle katılır istisnaya.

            Koyu bir Kemalist olan Falih Rıfkı Atay’da, 1951 yılında bir gazete köşesinde ‘’En önce değiştirilecek şey ki kafamızdı…

             En son değiştirilecek şeylerden ise hiçbir şey bırakmadık. Kitapta melez ,hayatta melez, nihayet mezarlıkta melez, ne düşünüşte, ne yaşayışta, ne ölüşte aklımıza ahenk, zevkimize ahenk verebiliyoruz. Ne o türlü ne bu türlü, türlü türlüyüz. Keşke frenklerin yüzümüze söylediklerine inanmasak ve arkamızdan söylediklerini duyabilsek’’ çığlığıyla gizli bir Batı’yı inkar dönüşü yaparken(yazının bütününde)desteklediğidevrimleri kısmen sorgulayarak bir ömrün hesabını vermiş olmanın hayali peşindedir.

            Cemil Meriç daha sosyal bir sancıyla kıvranır.‘’Hepimiz birer ‘’Genç Osmanlı’’’yız..Kendi elleriyle gözlerini çıkaran birer idrak hastasıyız hepimiz. Hayaletlerin korkusu içinde çırpınıyoruz, eserimiz olan hayaletlerin. Çare? Zindanımızı yıkmak. Önce kendimizi tanımalıyız. Maziden koparılmışız. Cami avlusunda bulunmuş bir çocuk şuursuzluğu içinde çırpınıyoruz’’sesinde ki acıyla ömre bedel hayali nasıl kursun? Çünkü katledilmiş bir tarihin üstüne hayal kurmak da cinayettir.

            Allah’a(C.C) yarayan geçmiş zamanı  şuura dönüştürmek için  kurulan hayal…Evet ömre bedel.Selamlar

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sıtkı Yonca Arşivi