Allah’ı kaybeden insan…
Sahi Allah’ı kaybeden insanın bulacak neyi kalmıştır? Ölüm ötesine inanmayan insan, yaşarken ama bir daha yeniden varoluşa rağmen dirilmemek üzere zaten ölmüş değil midir? Hayatı iskelet üzerinde görünmekten ibaret zannetmenin insana yaşattığı travmayı, sanırım en iyi Allah’ı kaybeden insanlar ifade edebilir. Nereden mi biliyorum? Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından Fransuva Mitterand ateist olarak yaşamasına rağmen ölümünden üç gün önce doktoruna ‘’ölümden sonra başıma geleceklerden korkuyorum. Bana nasıl yardım edebilirsiniz?’’ sorusundan biliyorum. Bu sorunun insan ruhundaki derin acıyı anlamak için psikoloji eğitimi almış olmanız gerekmez.
Bir insanın Allah’ı inkarında samimi olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Kendilerini ateist olarak tanımlayanlarla üç beş dakika bir sohbet etme fırsatı bulursanız mutlaka ama mutlaka konuşmalarının bir yerinde Allah’a uğrayacaklardır. O halde neden inkar ediyorlar sorusuna belki kendilerine göre onlarca gerekçe bulabilirler ama buldukları her gerekçenin arkasında mutlaka ‘’keşke ben de Müslüman olsaydım’’ tonunda bir şuuraltı talebinin olduğunu hissedebilirsiniz.
Benim asıl üzüldüğüm nokta, bin yıldır İslam inancıyla yoğrulmuş bir ülkede ateist ve deist gibi Batı orijinli kavramların tv veya sosyal medyada kendisine tartışma alanı bulabilmesidir. ‘’Seyircisi olmayan bir film gösterimde kalamaz’’ repliğini hatırlıyor musunuz? Bu tür tartışmalar demek ki reyting alıyor ki gündem oluşturabiliyor.
Bu tartışmalar bana; rahmetli Necmeddin Erbakan Hoca’nın ‘’gavur aşıkları’’ deyimini hatırlatır hep. Mekanı cennet olası Hoca aslında bu deyimle, derin bir analizin üst başlığını veriyordu ama bizim Batı aşkından medeniyet çıkarmaya çalışan nasipsizler, O’nun bu deyimini alaylı bir gülümsemeyle güya ‘’ti’ye alıyorlardı akılları sıra. Aslında Hoca, Batı’dan ithal edilen eğitim sistemleri, bünyemize uymadığı için bu hale geldiniz ama bunun bile farkına varamadığınızın farkındayım; bu yüzden sizin adınıza üzülmekten başka elimden bir şey gelmiyor demek istiyordu. Nitekim bir TBMM konuşmasında bir sahabeden örnek verirken yapılan istihzai itirazlara ‘’Aynştayn’dan örnek verseydim alkışlardınız’’ cevabıyla kendilerinin ruhsal röntgenini çekerek açık konuşuyordu ama bizimkilerde kemikleşmiş Batı felsefeleri yüzünden bunu anlayacak incelikten mahrumdular.
Taklit seviyesinde bile olsa iman gibi bir nimetle tanışmış olan insanın, Batı’nın her türlü pisliğe bulaşmış medeniyeti karşısında komplekse düşerek; onların eleştirilerinden çekinip Peygamberimizin hadislerinde haşa çıntık aramaya kalkan zekayı anlamakta gerçekten zorlanıyorum ve hayretten aklımın donduğunu hissediyorum. O’nun hadislerini tartışmaya açmalarında bir masumiyet de görmüyorum. Çünkü Hadis’leri, Batı’lılara karşı savunmakta yetersiz kalacaklarını düşünerek hareket ettiklerini, satır aralarından sizin de okumuşluğunuz vardır.
Hadis’leri tartışırken, Kur’an’dan örnekler vermeleri, sıranın Kur’an’a da geleceğinin sinyallerini örtmek için kullandıkları bir duygu yönetiminin yön değiştirmesinden ibarettir. Zaman içinde Kur’an ayetlerini arzulara uydurmanın, inkara doğru yol almakta bir alt basamak olduğunu bilmediklerini de sanmıyorum.
Allah’ı kaybeden insanınsa, bulacağı bir şey kalmadığı gibi Hz.Muhammed’i (S.A.V.)sevmeyen insanın da sevecek bir şeyi kalmamıştır. Çünkü tevhid, hem kendi sevgisiyle var olan, hem de sevgiye çağıran mutlak teslimiyetin adıdır. Çağrının kendisini kaybedince, kendilerinin çağırdıkları sevgi, sıcak yaz gününde suyu kurumuş çeşme görüntüsü kadar trajiktir. Selamlar.