Hasan Ukdem
Hasan Ukdem Felaketlerden daha büyük bir tehlike!

Felaketlerden daha büyük bir tehlike!

Mevlâna,” Dirilerin gözünü ölüler açar” der. Ülkemizde son bir ayda ne çok ölüm oldu öyle, deprem, çığ, terör, uçak ve trafik kazaları... Belki çok şey söylenebilir, önlem denir, fay denir, hız denir ve her birinde de haklılık payı vardır bu sözlerin. Ancak insanız, hata ile malulüz. Ama büyük bir zaafımız daha var, aciziz. Televizyon ekranlarında Van’da düşen çığ kurtarma çalışmalarına bakarken, tane tane düşen karların birlik olduklarında ne kadar güçlü ve korkunç olabildiklerini gördüm. Kar altından çıkarılan cenazeler, bir oyuncak gibi beyaz yığına saplanıp kalmış araçlar ve üşümüş insanlar. Benzer görüntüler diğer afet bölgelerinde de kazaların olduğu yerlerde de üç aşağı beş yukarı aynı. Maalesef modern zamanlarda ölüler dirilerin gözünü açamıyor. Her ölüme bir isim koyuyor, bir neden buluyor ve gündeme başka sahneler yerleştiriliveriyor. Bu felaketlerden daha büyük bir tehlikedir. 
 
Bilmek, ilimle uğraşmak, yaşadığımız alemi çağın ilerleyen teknolojisiyle dizayn etmek, hayatı bir ileri noktaya taşımaya çalışmak elbette olması gereken bir tutumdur. Şehirleşmede ilerlemek, mimaride yol kat etmek, sismik çalışmalar yapmak, tıpta arayışlara devam etmek, terörle mücadelede her türlü teknolojiyi kullanmak, daha güzel yollar, daha kullanışlı köprüler kurmak bunların hepsi insanlığın bir görevi olduğu gibi bizim inancımızın da emridir. Çünkü ilim Müslümanın yitik malıdır, nerede bulursa almalıdır. Bu madalyonun bir yüzü. Peki ya diğer yüzünde ne var? Bütün ayetleri, peygamberleri ve gönderdiği kitaplarıyla Allah var. Biz insanlar ne kadar cüz’i irademiz ve gücümüzle dizayn etmeye kalkarsak kalkalım dünyayı, O’nun sarsılmaz iradesi ve kudretini görmemiz gerek. Fani dünyada, ölümsüzlüğe çare aramanın abesle iştigal olduğunu idrak etmemiz gerek. Kendi tanrısını öldürenlerin dünya görüşüyle yaşamaya devam edemeyiz. 
 
Ahlakı, dürüstlüğü, adaleti toplum hayatımızın her noktasında ayağa kaldırmalı, yeni nesillere aşılamalı ve yozlaşan yerlerimizi yeniden ihya yoluna gitmeliyiz. Hayatın, maddi yanlarının olduğu gibi manevi taraflarının da olduğunu yaptığımız her hesabın içine katmalıyız artık. Bunu bir süredir unuttuk. Gözümüzün önünden geçen şeylere, sanki sanal bir ekrandan akan, eti kemiği olmayanların, plastik dünyalarının varlıklarıymış gibi bakıyoruz. Hepimizin bir medyası, bir şöhret kapısı var kendi çapımızda ve istediğimiz her şeyi söylemeye muktediriz. Teoride müthiş insanlarız, kâh Mevlana’dan, Kofüçyus’tan sözler düşürürüz ekranımıza, kâh ayetlerden, hadislerden dem vururuz. Oysa ekranın arkasındaki evlerimizde devam eden gerçek hayatımızda, o sözlere denk düşen yerlerde başka kararlar alır, başka yollardan yürürüz. İçimize işlemeyen hiçbir şey, dışımızı düzeltemez. Sosyal medya hesaplarımızdaki özlü sözler ise orada öylece akar durur. Ölüm en büyük nasihattir oysa. Güneş dünyanın bir tarafında batarken, nasıl öteki tarafında doğuyorsa, insan da bu dünyada uykuya dalar öbür dünyaya gözlerini açar. Bunu idrak edemezsek, yeni bir dirilişi başlatamayız.  
 
Pascal,” En çok başvurmamız gereken en iyi ahlak rehberi, kendi bilincimizdir...” diyor. Eğer bilincimizi kirletirsek, ahlakın sınırlarından çıkmak zorunda kalırız. Ahlak, bütün değerlerimizi anlamlı kılan bir kavramdır. Bu böyledir ama bilincimizin de bir kaynaktan beslenmesi gerekmez mi? Böyle bir çabanın zamanı gelmiş de geçiyor sanki. Peki bu kaynak nedir? Sorusu, bizim gibi bir inanca ve tarihe sahip bir millet için cevabı belli bir sorudur, zira müthiş bir külliyatımız var kütüphanelerimizde. Sadece bizim ilgimizdir eksik olan. Nice eserler öylece duruyor orada. Hiçbir şey yapmayım atalarımızın günlüklerini ve mektuplarını bile okuyabilsek, sağlam bir geleceğin tasavvurunu gerçekleştirebiliriz diye düşünüyorum. 
 
Sadece kitabi bilgilerle sınırlı da değil bizim birikimlerimiz. Şehirlerimizi biraz dikkatli bir gözle dolaşmamız bile görsel hafızamız, bilincimize nice güzellikleri akıtacaktır. Başta camilerimiz olmak üzere, çeşmelerimiz, şadırvanlarımız, eski hanlarımız, çarşılarımız bize sadece mimariden değil, derin bir dilden seslenecektir. Kitabelerinde ahlakımıza, inancımıza ve insanlığımıza tekamül aşılayan vecizeler bulacağız, şurasından burasından aşınmış taşlarında, bir kitaplık nasihatler göreceğiz.  
 
Bütün kitaplara gidecek bir yol olarak, aklıma ilk İstiklal Marşımız geliyor. O muhteşem mısraları önümüze koyup, manası üzerinde uzun uzun düşünsek, bizi bütün yanlış adreslerden kurtarır sanırım. Kitap okumayı eski zaman adetlerindenmiş gibi gösterilme çabalarını görüyorum ve çok kızıyor, çok üzülüyorum. Artık sanal dünyadan bir tünel kazıp, gerçek hayata ulaşmamız lazım. Pusulasız yürümek, rotasız yüzmek mümkün değildir. Gelin çağın şu hazin manzarasını değiştirelim. Başımızı havadan indirip, bizden önce gidenlerin ayak izlerine bakalım.  
 
Mümid olan Allah, aynı zamanda Hay’dır da. Ölümler gözümüzü açsın ki, yarınlara bambaşka bir ruhla doğalım. 
 
Sevgiyle kalın. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi