Ortadoğu’da Her Şey İsrail’in Güvenliği İçin
Bilindiği gibi, hicretten önce Medine nüfusunu; Nadir oğulları, Kureyza Oğulları ve Kaynuka Oğullarından oluşan Yahudi yerleşimcilerin yanında Arap kökenli Evs ve Hazrec kabileleri oluşturuyordu. Evs ve Hazrec kabileleri, tarihte yaşadıkları ve Buas harbi dedikleri kanlı çatışmadan sonra birbirlerine amansız düşman olmuşlardı. Karşılıklı olarak acımasızca kan döküyorlardı.
Kanlı-bıçaklı olan bu Evs ve Hazrec kabileleri, hicretten sonra “İslam’ın potasında” eriyerek aralarındaki düşmanlığı yok edip “Kardeş” olmuşlardı.
İşte kardeş Evs ve Hazrec kabilelerinden bir grup sahabe, bir mecliste otururlarken, Müslümanlara karşı aşırı derecede çekememezliği bulunan ve şiddetli bir kâfir olan Şas bin Kays adındaki bir Yahudi, yanlarından geçer. Câhiliyye devrinde aralarında şiddetli düşmanlık ve husumet bulunan bu zevatın, İslam’dan sonra aralarındaki bu ülfet, yakınlık ve sevgiyi görünce öfkelenir ve “Bunlar böyle toplanıp kaynaştıkça, bize rahat ve huzur yoktur” der. Bir Yahudi delikanlısına gidip onların yanına oturmasını, onlara “Buas” gününü hatırlatmasını ve o gün söyledikleri şiirlerden bazı parçalar okumasını emreder. Buas günü, Evs ve Hazrec kabilelerinin birbirleriyle savaştığı ve Evs'in zaferi ile sonuçlandığı bir gündür.
Delikanlı onun dediklerini yapar, derken aralarında münakaşa çıkar, taraflar birbirlerine karşı Övünmeye ve birbirlerine kızmaya başlar. Bunun üzerine: “Haydi silâh başına, silâh başına” derler. Durum Rasûlullah’a (sav) intikal edince, Rasûlullah (sav) yanında bulunan Muhacir ve Ensar’dan bir grup ile onların bulunduğu yere gider ve şöyle der: “Ben aranızda iken Câhiliyye davası mı güdüyorsunuz? Allah sizi İslam ile şereflendirerek Câhiliyye âdetlerinin kökünü kestikten ve sizi barıştırıp birleştirdikten sonra, hâlâ o davayı mı güdüyorsunuz?”
Bunu duyan Evs ve Hazrecliler, yaptıkları işin bir şeytan tuzağı ve düşman hilesi olduğunu anlar, silâhlarını bırakır ve ağlayarak birbirlerini kucaklamaya başlarlar. Sonra Rasûlullah’ın emrini dinleyip ona itaat ederek beraberce giderler. (Bak: Saffetü’t Tefâsir, M. Ali es-Sabunî, Trc. 1/409).
Bu olay üzerine şu ayet nâzil olur: «Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir grubun sözünü dinlerseniz sizi imanınızdan vazgeçirip yeniden küfre döndürürler.» (3Âli İmran:100)
Tarihî süreç içerisinde Yahudiler, Müslümanların arasında zararsız mikroplar gibi durmuşlar. Ne zaman Müslümanlar zayıflamış, yenilmiş veya zaafa düşmüşse bunu fırsata dönüştürerek ya arkadan vurmuşlar veya fitne çıkarmışlardır. Müslümanların enerjilerini, birbirlerine düşürerek tüketmek suretiyle kendilerini güvende tutmuşlardır. Şas bin Kays’ın “Bunlar böyle toplanıp kaynaştıkça, bize rahat ve huzur yoktur” sözü manidardır ve bütün gayretleri Müslümanları birbirine düşürerek kendi güvenlerini sağlamak olmuştur.
Belki “Müslümanlar da onların oyununa geliyorlar? Kafalarını kullanıp gelmesinler” sorusu akla gelebilir. Doğrudur. Müslümanlar Kitab’ın kavline göre Müslüman olduklarında, firasetle ve İslam’ın sağladığı vahdet bilinciyle buna fırsat vermiyorlardı. Ne zaman birlikleri bozuldu, rüzgârları gitti ve zaafa düştülerse, işte o zaman düşmanın oyununa gelmişlerdir. Yoksa kâfirlerin üstünlük sağlamaları, onların güçlü olduğundan değildir, Müslümanların dağınıklığındandır.
Bakın 1969’da İsrail askerleri Mescid-i Aksa’da büyük bir yangına sebep olduklarında dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir şunları söylemişti: “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler. Lakin sabah oldu korkulan olmadı. İşte o zaman anladım ki BİZ DİLEDİĞİMİZİ YAPABİLİRİZ, ZİRA BU ÜMMET UYUYAN BİR ÜMMETTİR.”
Ne zaman ki Müslümanlar, birlik ve dirliklerini sağlayarak “UYUYAN ÜMMET” modundan çıkıp İslam’ın sağladığı görkeme kavuşarak Selahaddin-i Eyyubileşirlerse, kâfirlerin korkulu rüyası olur ve uykularını kaçırır, Müslümanlar aleyhine kurdukları oyunları başlarına çöker.
İşte bugün İsrail’in kazandığı güç, Müslümanların bu hâl-i pür melâlindendir. 1948 yılında Filistin topraklarına burnunu sokarak bağımsızlığını ilan eden İsrail, yaklaşık 72 yıldır izlediği yayılma politikaları ile Filistin topraklarının tamamına hâkim oldu. Filistinlileri de Gazze ve Kudüs’e sıkıştırarak açık hapishane uygulaması yapmaktadır.
Amerika’nın gayri meşru şımarık çocuğu İsrail devletinin eli kanlı idarecileri de, bu mazlum topraklarda her türlü insanlık dışı uygulamayı ve devlet terörünü Filistinlilere uygularken, Birleşmiş Milletler de kâğıt üzerinde kararlar alıyor, İsrail de bunları takmıyor, bildiğini okuyor. Amerika da Ortadoğuyu karıştırıp onları bir biriyle boğuştururken İsrail’in güvenliğini garanti altına almış oluyor.
Amerika el-Kaide’yi kurdu, istemediği örgütlere karşı kullandı, iç kargaşalar çıkarttı, son kullanma tarihi gelince de yavrusunu yiyen kedi gibi onun başını yedi. İşid’i kurdu onu da belli süre kullandı ve şimdi de onu yok etme bahanesiyle PKK uzantısı olan PYD ve türevlerini kullanarak vekâlet savaşlarını başlattı. Tırlar dolusu silah yardımı yaparak Ortadoğuyu barut fıçısı haline getirdi. İşin garibi Amerika’nın kurdurduğu bu örgütlerin İsrail’e dönük ciddi hiçbir eylemi olmamıştır. Enerjilerini hep Müslümanlara harcamışlardır.
İşte Müslümanların bu dağınıklığı sürdükçe, Ortadoğu için atılan barış nutukları hep lafta kalacaktır. Müslümanların vahdeti ve güçlenmesi, haçlı sürüsünü korkutacak ve “Bunlar böyle toplanıp kaynaştıkça, bize rahat ve huzur yoktur” diyerek Müslümanları birbirine düşürmek için her türlü Bizans oyununu oynayacaklardır.
Dolayısıyla Ortadoğu’da barış için atılan adımların hepsi, İsrail lehine projelerdir. İsrail’in güvenliği için Ortadoğu’nun karıştırılması gerekmektedir. Bunu da çağdaş Şas bin Kays’lar gayet güzel icra etmektedirler.
Rabbim bizi “Uyuyan Ümmet” olmaktan kurtarsın.