Mehmet Toker
Mehmet Toker Esas sınırları nereye çizdiler?

Esas sınırları nereye çizdiler?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın: "Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikayeleri(masalları) anlatıldı. Artık kendi hikayemizi yazma zamanıdır." diyerek üzerimizde oynanan oyunun büyüklüğüne işaret etmiş ve bu oyunu bozma, kendi oyunumuzu kurma iradesini ifade etmişti. Son dönemde yaşamış olduğumuz travmatik hadiseler başkalarının hikayelerinin bizi nasıl tanımladığını, sınırladığını ve sadece gölgeleri görebildiğimiz bir mağaraya nasıl hapsettiğini daha net bir biçimde ortaya koyuyor. Dışardan fonlanan ve ipleri başkalarının elinde olan bazı kuklaların ırkçı eylem ve söylemleri ile hortlatılmaya çalışılan ırkçılık marazıyla, toplumsal zeminde farklı fay hatları harekete geçirilmeye çalışılıyor.
Devlet-i Aliyye-i Osmaniye parçalanıp, içinden ötekileştirilen sûni devletçikler çıkarıldıktan sonra, milletin arasına konulan bu sûni sınırlar, modernleşme, çağdaşlaşma, batılılaşma gibi bir takım söylemlerle derin hendeklere dönüştürüldü. Bu yapay, derin hendekler, aradan geçen yüz küsur yılın ardından derin fay hatları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Devlet-i Aliyye-i Osmaniye çok uluslu, çok dilli ve farklı din mensubu insanları çatıştırmadan aynı bayrak altında yaşatan, aynı mozaiğin renkleri olarak bir arada tutan, farklılıkları ayrılık değil zenginlik olarak yorumlayıp kendi hikayesini kendisi yazan bir güçtü. Bu hikayenin varlığından rahatsızlık duyan batıl(ı) güçler, mozaikteki her bir renk taşa "O'nun diğerlerinden farklı(üstün) olduğu" fikrini empoze etti. Bu fikir coğrafyalardan önce zihinlere sûni sınırlar çizdi. "Az olsun, küçük olsun, benim olsun." Zihinlere çizilen sûni sınırlar, coğrafyada çizilen sınırları normal ve tarihin olağan akışı içindeki gelişmeler olarak karşıladı.
Sınırlar çizilip, parçalar bütünden koparıldıktan sonra özellikle mozaiğin harcı, asli ve kurucu unsuru olan milletimiz; sloganik bir takım ifadelerle, ön yargı oluşturacak biçimde ve çağdaşlaşma, modernleşme, batılılaşma masallarıyla hipnotize edildi. Hipnozun etkisiyle, Milletimizin bir kısmı yönünü, yüzünü batıya çevirerek kendi köklerine sırt çevirdi. Derin bir medeniyetin taşıyıcısı olan bu millet, kısır bir döngüye ve sığ bir zemine mahkum edildi. Tarihi, çatışmalar, katliamlar, soykırımlar ile örülü olan, şimdiki zenginliğinin temelinde sömürgecilik olan Avrupa'nın pozitivist, materyalist, kapitalist hayat anlayışı yegane kurtuluş reçetesi olarak gösterildi. Bu şekilde gösterebilmek ve başkalarının masallarını bize kahramanlık destanları gibi anlatabilmek adına da yasalardan eğitim müfredatına, giyim kuşamından alfabesine kadar toplumun genetik kodları ile oynandı. Ait olduğumuz medeniyet inkar edilerek, kör bir taklit ve itirazsız bir teslimiyet, çağdaşlaşma, modernleşme gibi sunuldu. Bunun neticesinde bugün kendi medeniyet köklerine, tarihine, dinine(İslam'a) ve İslam Medeniyetinin bütün unsurlarına diş bileyen, flu bakan, öteki olarak gören bir toplum yapısıyla karşı karşıya kaldık.
Ulus devlet anlayışı düşünce ufkumuzu, tarihi derinliğimizi ve istikbal ümitlerimizi dar sınırlar içerisine hapsetti. Bu dar çerçeve, devlet olarak iç ve dış politikalarımızı etkilediği gibi, millet olarak medeniyete, insanlığa ve dünyaya bakışımızı da ciddi anlamda etkiledi. İdeallerimizi, ideolojilere kurban verdik. Bugün Anadolu'ya sığınmış Suriye, Afganistan ve Irak coğrafyasında doğup büyümüş Müslüman sığınmacıları/mültecileri problem olarak görenler, Suriyeli bir mültecinin dükkanına astığı Arapça tabelayı tehdit unsuru gibi gören zihniyet sahipleri, yine ülkemize sığınmış Ukrayna coğrafyasından gelen mültecileri görmezden geliyor. Ya da kendi vatandaşlarımız tarafından çok daha yaygın olarak kullanılan İngilizce tabelaları modernliğin bir parçası veya neticesi gibi değerlendiriyor.
Ülkemize yatırım yapan Katar'la bir Müslüman yatırımcı negatif algılarla ve provokatif bir dille basında hedef alınıp, ötekileştirilirken; İngiliz, Alman ya da Amerikalı bir şirketin yatırımı için aynı basının davul zurna ile kutlama yapıp, "ülkeye yabancı sermaye geliyor" diye zil takıp oynadığına şahit oluyoruz. Doğuya yani İslam Medeniyetine ait her unsur "istemezükçü taife" tarafından reddedilip ötekileştirilirken, batıya ait her türlü olumlu olumsuz unsurlar büyük bir misafirperverlikle toplumda hüsnü kabul görmektedir. Halbuki Suriye, Irak, Filistin, Lübnan, Ürdün, Kuveyt, Katar, Arabistan, Mısır, Libya vb. diye ötekileştirdiğimiz sûni yapay devletler ve bu sdevletlerin kimlik ya da pasaportunu taşıyan insanlar, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye coğrafyasına suni sınırlar çizilmeden önce bizim vatandaşlarımızdı. Karadeniz'in kuzeyindeki Kırım Ukrayna coğrafyası da yine bizim vilayetlerimiz ve o coğrafyanın insanı da bizim vatandaşımızdı. O da öteki değildi.
Bugün sahip olmamız gereken düşünce, bize sığınan hiçbir kimseyi ötekileştirmeden ve görünüşte coğrafyalar arasına çizilen ama hakikatte zihinlerimize çizilen sûni sınırlara takılmadan medeniyet ve insanlık adına geniş bir ufukla düşünebilmek olmalıdır. Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin varislerinin mefkuresi bütün insanlığı kucaklayacak, insanlığa aleni olarak düşmanlık yapmadığı müddetçe dilinden, dininden, ırkından dolayı hiç kimseyi ötekileştirmeyen, düşman olarak görmeyen yaradılanı yaradandan ötürü hoş gören kapsayıcı bir mefkûre olmalıdır. Bu hem bir tarihi sorumluluk hem de toplumsal huzur ve barışın inşaasında bir istinat duvarıdır. Zihnimize çizilen dar kalıpları, sûni sınırları kırmadan büyük düşünmemiz ve büyük bir medeniyet kurarak tarihe yön vermemiz mümkün gözükmemektedir. Zihinlerimizi ulusçuluk söylemleri ve ulus devlet sınırları içerisine hapsedip, yetişmekte olan nesillerimizi at gözlükleri ile sadece Avrupa'ya baktıran batıl(ı) güçler ve iş birlikçilerinin; bugün kendi aralarında Papalık, İngiliz Milletler Topluluğu, Avrupa Birliği, Francophone(Fransızca konuşan) Milletler Birliği gibi tek bir ortak noktadan hareketle asgari müşterekler temelinde inşaa edilen birliktelikler kurma ve yaşatma çabası içinde olduklarını da görmemiz ve toplumumuza göstermemiz gerekiyor.
Halife ve padişahı tarihten silerek özgürleştiğimiz, moderleştiğimiz, demokratikleştiğimiz ve ulus olduğumuz masalını bize anlattıran Avrupalılar, hâlâ papalığı şemsiye bir güç ve İngiliz Kraliçesini de medeniyetlerinin temel yapı taşı olarak görmektedirler.
Ekonomik, siyasal, sosyal alanlarda bağımsızlık gibi istikbâl ideallerimiz varsa bunun yolu zihinlerimizdeki dar kalıpları, sûni sınırları parçalayıp, masal baloncuklarını patlatmaktan geçiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi