Düşünüyorum da…
Fakirliğin gözü kör olsun!
Bu toprakların böyle bir feryadı vardır.
Anadolu’nun çilekeş insanı, yasal prosedürleri hep aşılamaz engeller olarak görmüştür ve kayıtlı işlem yapmayı bir türlü becerememiştir. Kayıttan kürekten hep uzak durmuştur.
Tarihi, yürüyerek değil koşarak yaşayan bu Milletin tarihinin başkaları tarafından kaleme alınması, bu yüzden olsa gerektir.
Bu toprakların insanı, bir ev yapacaksa onun mimari projesini hazırlatmayı, evi yapmaktan daha zor ve maliyetli görmüştür.
Projeli yaparsa, parasının yetmeyeceği kadar demir kullanmak zorunda kalacağını bildiği için, depreme dayanıklı binalar yapamamıştır.
En acı şekilde yaşadığımız depremler, insanımızın fakirliğine hiç acımamıştır ve yıkıp geçmiştir. Yıkılan sadece binalar olmamıştır. Yuvalar yıkılmış, evlatlar yitirilmiş ve doğum ve ölüm tarihlerinin arasının azaldığı mezar taşları dikilmiştir.
Bu ahval içinde neyi mi düşünüyorum?
İnsanımızın hep zor gördüğü mimari projeleri belediyelerimiz bedelsiz hazırlasa ya da hazırlatsa, binaların demir maliyetlerinin yarısına, mümkün ise tamamına devletimiz destek verse, izinsiz yapılan inşaatların yerden bir metre bile yükselmesine izin verilmese, kontroller kâğıt üzerinde değil de sahada yapılmış olsa bu acıları yaşar mıydık acep?
İnsanımızın fakirliğine acımayan depremlerin, insanımızın yüreğine düşürdüğü acıların vebalinde, devletimizin bir sistem ahlakına sahip olmayışının ve vakitli feraset sergilenmeyişinin ne kadar etkisi oldu acaba?
Yaşanan son depremlerden sonra devletimizin katlandığı maliyetin 770 milyar lirayı geçtiği, daha dün söylendi. Bu maliyete, vakitli feraset sergileyerek bu kadar acı yaşanmadan katlanılmasını ne çok isterdim.
Bu istek, her şeyi devletten bekleme kolaycılığının sonucu olan bir istek değildir, kesinlikle. Aksine bu istek, devlet olmanın gereğinin yapılması ve öngörülemeyecek risklerin hem devlet hem de millet açısından en aza indirilmesi isteğidir.
Bu istek, devletin insanını anlamak için yatırım yapma mecburiyetinin gereği olan bir istektir.
Kimlere ve hangi binalara proje ve demir yardımı yapılacağını kararlaştırmak zor bir iş değildir. Yardımdan kastımız, yap-satçıların zenginliğine zenginlik katmak da değildir. Bürokrata düşen ise devletin bu merhametini suiistimal edenin ümüğüne çökmektir.
TOKİ, şu günlerde ‘Yarısı Bizden’ kampanyası ile bu yaraya parmak bastı ve bir süreç başlattı. Bu iyi mi? Elbette iyi. Yeterli mi? Kesinlikle değil.
Bizim vurgulamaya çalıştığımız husus, kampanyalarla olacak iş değildir. Yapılacak ilk iş, bina yapımına ilişkin bütün yazılımın değişmesi, cari mevzuat metinlerinin yırtılıp atılmasıdır.
İnsanımızı anlamaya yönelik bir yatırım seferberliğinin vakti geçmek üzeredir.
Teşbihte hata olmasın; tilkinin, kümesin yönetimine talip olduğu günleri yaşadık, yaşayacağız.
Kötü olan şu ki; tilkinin alacağı yetki ile kümesi imar edeceğini düşünenlerin sayısı çoğaldıkça, insanımızı anlamaya değil ağlatmaya yatırım yapanlar kazanacaktır. Bu anlaşıldığında, iş işten geçmiş olacaktır.
Feraset, vakitli sergilenirse kıymetlidir.
Vakitli feraset sergileyemeyen bir liderin topluma bırakacağı veraset, yıkımın paylaşılması olacaktır.
Hayra alamet olmayan bu başıboşluğa son vermesi gerekenler bellidir.
Atı alan Üsküdar’ı geçerse, iğfal edilen zihinler yoluyla tilki kümese amir seçilirse, ilk kiminle sofra kuracağına tilki karar verecektir. Tilkinin hakkı mıdır bu? Evet, hakkıdır. Çünkü çok çalışmıştır ve açlıktan ölmemesi için son fırsattır.
Hep dediğimizi bir daha diyelim:
Önümüzdeki zamanların en önemli yatırımı, insanımızı anlamaya yönelik çaba harcamak olmalıdır.
Birçoğu para gerektirmeyen bu yatırımın para gerektiren türlerinin, sonradan gerçekleşecek bin katı maliyetlerin önüne geçmek için yapılan harcamalar olduğunu, birilerinin artık görmesi ve karar alması gerekmektedir.
Mecburi bir maliyet var ise, canlar gitmeden bu maliyete katlanalım. Katlanılmaz acılara düçar olmayalım.
Düşündüğüm budur.
Dilimden döküleni de söyleyeyim:
Fakirliğin gözü kör olsun!