Doğu Türkistan Bize Çok mu Uzak?
Hacca gitmek isteyen Urfa'lı bir amca, ön kayıt yaptırır. Hac kurasında ismi çıkmayınca başlar Nemrut'a beddua etmeye... "Allah o Nemrut'un belasını versin, cehennemin en dibine atsın, cehennemde yansın" diye. Bunu duyan bir arkadaşı sorar, der ki; "Yahu, Hac kurası çıkmadı. Nemrut'un ne suçu var?" Bizim Urfalı amca cevap verir: "O Nemrut kafiri, Hz. İbrahim'le iyi geçinseydi, Hz. İbrahim, Kabe'yi Urfa'ya yapardı. Son zamanlarda fıkra olarak anlatılıyor. Güzel de bir mantığı var. Bugün yaşadığımız her olumlu veya olumsuz hadisenin tarihi kökleri olduğunu ifade ediyor.
Bugün, İslam ümmeti, içerisine düşmüş olduğu durumları, tarihinde yapmış olduğu büyük hataların ya da tarihteki birtakım ihanetlerinin cezası olarak değerlendirdiği zaman, hadisâta bakışımız çok daha farklı olacaktır. 3 Mart 1924'te ki Hilafetin Kaldırılması Kanunu ile son Halife Abdülmecid Efendi'nin yurtdışına çıkarılması, İslam ümmeti üzerindeki yapılan en büyük ameliyatlardan bir tanesidir. Fıkraya konu edilen Nemrut, sadece Hz. İbrahim'i ateşe atmıştır. Ama Halifeliğin kaldırılması topyekûn İslam ümmetini ateşe atmıştır. Kemal Tahir'in, "büyük suç" dediği Osmanlı'nın batırılması ve hilafetin kaldırılmasıdır. Bu o kadar net. Zira başsız kalan İslam Ümmeti, tabiri caizse gövdesinden koparılan kertenkele kuyruğu gibi ne tarafa savrulacağını, ne tarafa gideceğini bilemez bir hale gelmiştir. Osmanlı'nın hüküm sürmüş olduğu topraklar üzerinde küçük küçük devletçikler oluşturulmak suretiyle ve bu devletçiklerin başına İngiliz valisi konumunda hırslı idareciler atanmak suretiyle İslam Dünyası tam bir kargaşa ve kaosun içerisine figüran edilmiştir.
Rusya'daki Bolşevik İhtilali'nin sonucunda kurulan Sovyet Rusya'sı merkezi yönetimini güçlendirmek için, Ruslaştırma politikası izleyerek devrimden sonra bağımsızlıkları kabul edilen 15 ulusu, federalizm ilkeleri içerisinde bir araya getirdi. Şubat 1925'te toplanan 3 Sovyet Delege Kongresi'nden sonra, Özbekistan ve Türkmenistan, 1929'da Tacikistan, 1936 da Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Gürcistan ve 1940'da da Letonya, Estonya, Moldova, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğine üye, birlik cumhuriyetleri haline getirildiler. İngiliz tanımlamasına göre Ortadoğu'daki ve Kuzey Afrika'daki Müslüman topluluklar, nasıl bölünüp küçük parçalar haline getirilmişse, Orta Asya'daki müslümanlarda SSCB şemsiyesi altında Rusya'nın hegemonyasına terk edildiler. Afrika'nın güney'i, batısı ve içlerindeki Müslüman topluluklar zaten daha önceden sömürgeleştirilmişti. Bu durum Müslümanlar açısından tam bir travmayı beraberinde getiriyordu.
Bu travma esnasında, tarihinde farklı devletlerin himayesinde olan ya da farklı müstakil hanlık ve devletler kurmuş olan ve bugün Doğu Türkistan ismi ile bilmiş olduğunuz coğrafyada, 1863'te Mehmet Yakup Bey tarafından Kaşgar merkez olmak üzere Türk İslam Devleti kurulmuştur. Mehmet Yakup Bey en büyük desteği 1876'da, Abdülhamit Han tarafından görmüştür. 1877'de Yakup Bey'in vefat etmesi üzerine Çin Doğu Türkistana saldırmış, 18 Mayıs 1878'de Doğu Türkistan'ı tamamen işgal etmiştir. 18 Kasım 1884'te Çin imparatorunun emriyle 19. eyalet olarak işin "Şin Cang" yani "Yeni Toprak" adıyla doğrudan imparatorluğa bağlanmıştır. 1931 yılında Kumul kentinde bağımsızlık mücadelesi neticesinde bölgedeki Çinlilere karşı zafer kazanılmış ve 12 Kasım 1933'te Kaşgar'da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulmuştur. Hoca Hacı Niyaz Cumhurbaşkanı ilan edilmiştir. Ancak 1925 yılından itibaren SSCB'ye dahil edilen Müslüman Türk boylarına kötü örnek olacağı düşüncesiyle Rusya, Çin'e destek vererek Doğu Türkistan'ın yeniden Çin hakimiyeti altına girmesine katkı sağlamıştır. Ancak mücadele devam etmiş, Rusya Çin ilişkileri arasındaki bozulmalar fırsat bilinerek, 1944 yılında Gulca'da Çinlilere karşı yine galip gelinmiş, ayaklanmayı destekleyen Rusya, Gulca'da 1944 yılı Ekim ayındaki Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasına yardımcı olmuştur. Ancak Rusya tekrar saf değiştirerek Çinlilerle 1946 yılında anlaşma imzalayıp, Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyeti'nin ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. Komünist parti lideri olan Mao, 1949 eylül'ünde Doğu Türkistan'daki Çin Birlikleri'nin Komünist Çin Hükümeti'ne bağlılıklarını bildirmeleri üzerine Çin, hiçbir askeri güç kullanmadan Doğu Türkistan'ı işgal etmiş ve idareyi ele geçirmiştir. 70 yıldır doğu Türkistan Müslümanları komünist Çin baskısı altında bir anlamda kaderlerine terk edilmiştir.
Bugün gelmiş olduğumuz noktada, dış dünyaya karşı seküler ve uzlaşmacı bir tutum sergileyen Çin hükümeti, ekonomik ve askeri gücünün vermiş olduğu şımarıklığı da kullanarak Doğu Türkistan'a zulmü, işkenceyi, bir devlet politikası haline getirmiştir. 1900'lü yılların başından itibaren yaklaşık, son yüz yirmi yıl, İslam Dünyası'nın, Müslüman toplulukların, gözyaşı, kan, sürgünler, esaretler altında yaşamış olduğu bir çağ olmuştur.
Halifelik makamı dini bir makam değildir. Halifelik, İslam dünyası için siyasi bir makamdır. 1517 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu uhdesinde bulunan hilafet makamı, dünya üzerindeki Müslümanların bir anlamda koruyuculuğunu, hâmiliğini yapmıştır. Osmanlı egemenliği altında olmayan Müslüman topluluklar bile halifenin gölgesi altında olduklarının bilinci içerisinde hareket ederek, can yakıcı zulümlerden, işgallerden, soykırımlardan korunmuşlardır.
Bugün Çin'in, Doğu Türkistan'daki Müslümanlara sistematik bir şekilde asimilasyon politikası uyguladığı inkar edilemez bir gerçektir. İbadethanelerin, farklı kamulaştırma bahaneleriyle yıkılması, oruç tuttuğu tespit edilenlerin işkencelere maruz kalması, namaz kılarken görülenlerin şiddetli dayak ve işkencelere maruz bırakılması bütün dünya kamuoyu tarafından bilinmektedir. Yine Doğu Türkistan'lı Müslüman ailelerin evlerine, Çinli erkeklerin zorunlu olarak yerleştirilmesi Müslüman onur ve şerefini zedeleyen bir durumdur. Ancak dünya üzerinde nüfusun %23'ünü oluşturan Müslümanlardan hiçbir tepki gelmemektedir. Yine nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan ya da resmi dini İslamiyet olan dünya üzerindeki 63 ülkeden, bugüne kadar Çin'e, yaptığının yanlış olduğunu yüksek sesle ifade eden, Çin'i uluslararası platformlarda kınayan, herhangi bir açıklama da olmamıştır. Çünkü Müslüman topluluklar birbirleriyle uğraşmaktan ya da kendi iç işleriyle uğraşmaktan artık dış dünyayı göremeyecek kadar içine kapalı topluluklar haline gelmiştir. Bugün Müslüman ülkeler kendi içlerindeki terör hareketleriyle ya da radikal unsurların yapmış olduğu bir takım kalkışmalarla terbiye edilmektedir. Artık kendi başının derdine düşmüştür. Bunun neticesinde de Doğu Türkistan'daki Müslüman kardeşlerimiz bir anlamda yalnızlığa terk edilmiştir. Ülkemizde Doğu Türkistan'daki zulme, soykırıma, insanlık ayıbına dikkat çekmek için İstanbul'dan, Ankara'ya kadar yürüyen kardeşlerimiz, önceden bedava iken 1 Ocak'tan itibaren fiyatı 25 kuruş yapılan poşet kadar gündem olmamıştır. Çin'in yapmış olduğu zulümlerin, işkencenin, soykırımın, asimilasyonun yıkıcılığı ne kadar dehşet verici bir durumsa, Müslümanların bütün bu zulümlere sessiz kalması daha dehşet verici bir utanç durumudur.
Müslümanların, Doğu Türkistan'daki Uygur müslümanlarına sahip çıkmaması, yardım etmemesi, Çin'e karşı herhangi bir şekilde bir tepki koymaması, Müslümanlar adına gerçekten yüz kızartıcı bir durumdur. Özellikle, aramızda soy birliği olması sebebiyle de ülkemizde bu geçtiğimiz birkaç aylık ya da haftalık süre içerisinde bir takım söylemler geliştirildi. Çin mallarını boykot etmek gibi. Evet ilk duyulduğunda kulağa hoş geliyor. Zira Komünist Çin'in en büyük kutsalı, bugün para olmuş durumda. Ancak, "Çin mallarını boykot edelim!" çağrısı aydınlık bir havada, ateş böceğinin ışığı kadar bile farkındalık arz etmiyor. Zira, bugün birçok kişinin elindeki cep telefonundan, ayağındaki ayakkabıya kadar, önündeki pirinç pilavından, mutfağındaki tencere tabağa kadar, çocuk oyuncağından, mezar taşının mermerine kadar hepsi Çin malı. Velev ki 80 milyonluk Türkiye'nin tamamı, Çin mallarını boykot etse, Türkiye Cumhuriyeti, Çin'le olan bütün ticari anlaşmalarını askıya almış olsa bile ciddi anlamda bir yaptırım olmayacağı aşikar. Zira bugün Çin, dünya ticaret devi durumuna gelmiş bir pozisyonda ve Türkiye ile ticareti Çin için çok cüzi bir miktarı oluşturuyor. Belki de ekonomik boykot noktasında, 63 İslam ülkesinin, dünya nüfusunu %23 ünü oluşturan Müslüman nüfusun topyekün hareket etmesi gerekiyor ki Çin'e karşı bir yaptırımı olabilsin. Veya Müslümanların topyekûn uygulayacağı politikalarla, Rusya, Amerika, İngiltere, Japonya, Hindistan vb. ülkeleri harekete geçirecek ve Çine karşı bir güç birliği oluşturacak şekilde bir cephe oluşturması gerekiyor. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın, Müslüman ülkeler üzerinde hiçbir etkinliğinin olmaması, hatta ve hatta Doğu Türkistan'ın maruz kaldığı zulmün İslam İşbirliği Teşkilatı'nın gündemine bile alınmaması çok daha trajik bir durum. Birleşmiş Milletler raporuna göre bugün bir milyondan fazla Uygur Türk'ü Müslüman kardeşimiz, dış dünyaya karşı adı "eğitim ve rehabilitasyon merkezi" olarak lanse edilen toplama kamplarında her türlü onur kırıcı işkenceye maruz kalıyorlar . Son bir yıl içerisinde bu toplama kamplarının üç katı büyüklüğe ulaştığı raporlara yansımış durumda. 2019 yılında dünya üzerinde hâlâ bu şekilde sistematik soykırımlara insanların maruz kalıyor olması çok acı bir durum. İnsanlığın öldüğünü gösteren acı bir tablo. Bugün Yemen'de, Suriye'de, Myanmar'da, Patani'de, Arakan'da, Irak'ta, Filistin'de yaşananlar öyle gösteriyor ki dünyadaki en ucuz can, Müslümanların canı. Siyonist Yahudilerin güdümündeki Evanjelist Sömürgeci Hristiyan ülkeler ve milletler bu durumdan hiç de rahatsız değil. Arap baharı dalgası ile başlayan ve Kuzey Afrika'dan, Ortadoğu'ya kadar on binlerce Müslümanın ölmesine sebep olan hadiselerin, Müslümanların dış dünyadan soyutlanarak kendi içlerinde kaos ve kargaşa ile uğraşmalarını temin için bir sosyolojik bunalıma çevrildiğini görüyoruz. Batılı güçlerin, demokrasi getireceğiz diye girmiş oldukları topraklarda zulüm, katliam ve soykırımdan başka hiçbir şey getirmedikleri de bütün dünya tarafından çok net biliniyor. Gerek İslam dünyasının tamamının, gerekse özelde Doğu Türkistan'da Müslümanların maruz kalmış oldukları soykırım ve katliamlara dur! deme adına Müslümanların akıllarını başlarına devşirip, kendi içlerindeki bir takım ihtilafları minimuma indirip veya askıya alıp, topyekün karar alabilme ve aldıkları kararı uygulayabilme erdemliliğine erişmeleri gerekiyor. Şunu da aklımızın ve kalbimizin bir köşesinden hiçbir zaman için çıkarmayalım. 1517 yılından 1924 yılına kadar 407 yıl halifelik makamını uhdesinde bulundurmuş olan bizlerin sorumluluk alanı sadece 780,000 km karelik sınırlar olmadığını, dünyanın neresinde ırkı, rengi, dili ne olursa olsun, aynı Allah'a inandığımız, aynı kıbleye yöneldiğimiz, aynı Kuran'ı yaşamak gayretinde olduğumuz her bir Müslümandan da sorumlu olduğumuzun bilincinde olmamız gerekiyor. Çin, bizim kültürümüzde uzaklığı anlatmak için kesretten kinaye olarak kullanılmış. Çin, bize uzak olabilir ama Doğu Türkistan'daki Uygur Müslümanları, bize hem din kardeşliği açısından, hem soy kardeşliği açısından, hem dil kardeşliği açısından canımızdan daha yakındır. Doğu Türkistan'da yaşananlar canımızı yakmıyorsa, o zaman imanımızı kontrol etmemiz gerekiyor...