ÇİN’İ ISKALAMAMAK LAZIM
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü bir siyasi ve ekonomik kadro ile beraber icra etmekte olduğu Çin gezisi Türkiye’nin yoğun gündemi arasında kamuoyunda hak ettiği yeri alamıyor. Doğal olarak, terör olayları ve güvenlik kaygıları medyanın daha çok dikkatini celp ediyor.
Tırmandırılan terör ve şiddet bir şeyleri maskelemeye çalışıyor. Olup bitenleri tekrar hatırlarsak: Seçimlerinin akabinde ve koalisyon görüşmelerinin başlayacağı gün, İran’la yapılan Nükleer Müzakerelerde netice alınmasından hemen sonra, Cumhurbaşkanı’nın Çiz gezisi beklenirken…
Başka maddeler de eklenebilir. Bu kadar yoğun bir dönemde, yani.
Bunlardan belki üzerinde hiç durulmayan Çin faktörüne dikkat çekmek istiyorum...
29 Haziran 2015 günü atılan imzalarla Asya Altyapı Yatırım Bankası kuruldu. 100 milyar dolarlık sermayesinin % 45’i Çin, Hindistan ve Rusya’ya ait. Dünya Bankasına alternatif olacağı konuşuluyor. ABD şiddetli şekilde muhalefet ediyor. Türkiye’de bu bankanın 12. büyük sermayedarı.
Dünya Bankası ABD güdümünde kurulmuş ve Birleşmiş Milletler sisteminin en önemli parçalarından biri. BM’ye üye olan otomatik olarak DB üyesi de olmuş oluyor. Bundan sonraki dönemde kredi almak üzere Bankanın kapısını çalan ülkelere artık Çin, ekonomik politikaları empoze edecek. Toplam sermayenin % 30’u bu ülkeye ait.
Çin 2017 yılında dünyanın en büyük ekonomisi olacak. An itibariyle 2 trilyon dolar nakit parası var. Bununla kaç ülke, kaç kıta satın alabilirler? Hem de bu kriz döneminde.
Çin gücünün farkında ama siyasi ve askeri hiçbir tartışmanın tarafı olmak istemiyor. Beklentisi kısa süre sonra ABD’nin koltuğuna oturmak.
Birkaç yıl içinde bu ülke ile ticarete hacmimizi 100 milyar dolara çıkarma hedefimiz var. En büyük kaygımız bu ülke lehine dış ticaret açığı.
Aradaki İpek Yolu bağlantısı önemli bir çıkış noktası. Nihayetinde aynı rota üzerinde bulunuyoruz. Bu ülkeden teknoloji transfer edebilir, turizm ve hizmet sektörleri başta olmak üzere döviz getirici yatırım ve kaynakları çekici adımlar atabiliriz.
Cumhurbaşkanı ve beraberindeki heyet derslerine iyi çalışmışa benziyor. Somut bir takım işbirlikleri için anlaşmalar imzalanıyor.
Türkiye’nin son yıllarda Rusya ve Çin’e olan ilgisi müttefiklerimizde rahatsızlık oluşturuyor. Nükleer santral ihalesinin Rusya’ya verilmesi, Çin’den alınması düşünülen füze savunma sistemlerine konulan rezerv Türkiye’yi müttefikleri nezdinde sıkıntıya düşüren hususlar.
Anlaşmaları tasvip etmediklerini ifade ediyorlar ama aynı imkân ve şartlarda anlaşma yapmaya da razı değiller. Çin bize teknoloji aktarmaya hazır. Ama diğerleri değil.
Onlar bizim ‘babamızın oğlu’ değiller. Tamam, müttefiklerimiz, evet uluslararası meselelerde beraber hareket ediyoruz. Lakin ilanihaye ve menfaatlerimiz hilafına onlara tam teslimiyet sergilemememiz gerekmez.
Bu hengâmede Çin ziyareti anlamlı. Akabinde yapılacak Endonezya ziyareti de. Malum, en fazla Müslüman nüfusa sahip ülke. Son dönemlerde yanlış bir takım kararlar alsalar da ihmal edilmemesi gereken bir coğrafya. Tarihsel bağlarımız, kültürel ilişkilerimiz var.
Çin’e giderek, en yetkili insanlar nezdinde Uygur Türklerine yapılanları seslendirmesi bile en önemli bir kazançtır, diye düşünüyorum. Kanaatimce bizden başka hiçbir ülke böyle bir girişimde bulunmaz. Usulü dille anlatmak suretiyle Müslüman kardeşlerimizi rahatlatmanın yollarını aramaya devam etmemiz lazım. Nitekim Cumhurbaşkanımız Müslüman toplum liderleri ile bir görüşme de yaptı. Desteklerini beyan etti.
O kardeşlerimizi rahatlatabilecek ne varsa yapılmalıdır. Çin’e savaş açmak mümkün değil. Kimse bu yolu kullanmıyor artık. Uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde, angajman kuralları dahilinde ikili veya çoklu diplomasi yöntemleriyle netice alınıyor.
Çin’le ne kadar çok ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel ilişki kurarsak, taleplerimizi iletme ve netice alma imkânımız da o kadar çok olur. Onlar bizim kardeşimiz değil. Kardeşlerimizse zor durumda.
Bütün bu değişkenleri dikkate alarak Çin politikamızı yeniden şekillendirebiliriz.