Hali pürmelalimiz
Dünya son yüzyılda galiba hiç bu kadar zulme maruz kalmamıştı. Her köşede bir insan hakkı ihlali, her mecrada bir haksızlık hüküm sürüyor.
Söz gelimi Ukrayna’nın işgalinin üzerinden tam iki yıl geçti. Bağımsız bir devlet bir başkasının işgaline konu oluyor. Milyonlarca insan yersiz, yurtsuz.
Gazze soykırımı dört ayını tamamlıyor. Yine herkesin gözü önünde eşi, benzeri görülmemiş bir katliama göz yumuluyor.
Suriye katıldı, karıştırıldı. Irak tarumar edildi. Yemen’de kan gövdeyi götürüyor. Doğu Türkistan şiddete ve zulme maruz kalıyor.
Geçtiğimiz gün medyaya yansıyanlardan Gazze’de bebeklerin açlıktan hayatlarını kaybettiği haberlerini aldık.
Vicdan sahibi herkes bir tepki vermek zorunda. İnsanlığımızdan utanmamız gerekiyor.
Müdahaleyi AB’den, BM’den ya da güya Müslüman ülkelerin yöneticilerinden beklememek gerektiğini hepimiz biliyoruz.
Ancak yine de o kurum ya da kuruluşlara güvenme acemiliğini de yapıyoruz.
Öte yandan Türkiye başta olmak üzere tüm toplumlarda büyük bir unutkanlık vurdumduymazlık mevcut. Bizans fethedilirken meleklerin cinsiyetini tartışan papazlar gibi insanlar küçük beklentileri ve lüksleriyle oyalanıyorlar.
Bütün bunları hatırlama nedeni yerel seçimlere giderken tartışılan gündem maddelerini görmem.
Türkiye’nin bir deprem gerçeği var. Tüm uzmanlar belli olmayan, ama uzak da olmayan bir tarihte büyük bir deprem bekliyorlar. Fakat buna yönelik toplumda ve yetkili/görevlilerde çok ciddi bir hazırlık da yok.
Toplumda görülen bozulma, temel değerlerin aşınması ve odak kayması had safhada.
Farabi bu tür durumlar için eksik toplum tanımını yapar. Heva ve hevesleri peşinde koşan ancak erdemi, hak ve hukuk bilincini kaybeden kişilere atıfta bulunur.
Maalesef günümüzün bireyselleşen toplumlarında böylesi odak kaymalarının görülmesi çok sıradanlaştı.
Bunlar yukarıdan aşağıya empoze edilecek konular değil. Aksine aşağıdan yukarıya olması gereken bir alan.
Toplum büyük bir silkinme ve temel değerlerine dönme noktasında bir adım atmak zorunda.
Bunu gerçekleştirmesi beklenen sivil yapıların çoğunda samimiyetsizlik, sorumsuzluk, hoşgörüsüzlük ve bencillik ön planda.
Ya bir yerlere atlamanın bir aşaması ya da boş vakitlerini geçirip, adres belli olsun demenin bir yolu olarak görülüyor.
Sonuçta ehil olmayan insanlara bırakılan sorumluluk alanları…
Buna yönelik batı toplumlarında bir kıpırdanma olduğunu da görebiliyoruz. İnsanlar hayatlarına anlam katmak, topluma fayda sağlamak için türlü arayışların içine giren ciddi bir kitle mevcut.
Aslında böylesi güzel uygulamalar bize daha fazla yakışır.
İnancımız, değerlerimiz, geleneklerimiz ve kültürümüz bunu gerektiriyor.
Televizyon haberleri izleyip üzülen, hislenen insanlar televizyon karşısından kalkınca hemen dünyevi işlere dönüveriyorlar.
Toplum olarak arınmadan, içe dönük yüzleşmeden ve sorgulama yapmadan bir yerlere ulaşmamız mümkün değil.
Bulunduğumuz yerle ilgili sorumluluklarımızı yerine getirmeden uzak topraklara ve topluluklar dönük düşüncelerimiz anlamsızlaşıyor.
Tam dört yıl önce pandemi ile başlayan yeni dönemin şartlarını iyi okumamız lazım. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
O nedenle her bir birey, grup ya da toplum kendine çeki düzen vermek ve sorumluluklarını hatırlamak durumunda.
Çevreyi, insanı, toplumu ve genel manada başkalarını da önemsemeden bir aşama kaydetmemiz mümkün değil.
İnsanlık iyi noktaya gitmiyor…
Korkarım ki daha büyük felaketler kapıda. Ama bizler galiba buna henüz hazır değiliz.
Yakın zamanda daha büyük savaşlar, katliamlar, çevre felaketleri, insan ölümleri ve tabiatın tahrip edilmesi beklenmesi gereken durumlar.
Hepimiz aklımıza başımıza almamız gerekiyor. Siyasetteki kısır tartışma ve kutuplaşmalar melek cinsiyeti tartışmalarını hatırlatıyor.