Terörle nasıl mücadele edilir?
Dokuz askerimizin şehadeti haberiyle üzüldük. Terörü ve destekçilerini lanetledik; son olmasını diledik.
Ne yazık ki, son olmayacak.
Sebebi sadece kendi iç işlerimizle alakalı bir durum değil. Bölgemiz sulh ve selamete kavuşmadan terör de durmayacak.
Kolluk kuvvetlerinin ülke içindeki operasyonları çok değerli. Çok şükür gidilemeyen şehrimiz, köyümüz ya da mezramız bulunmuyor.
Ama ülkemizi tehdit eden unsurlar dışarıda ve ellerini, kollarını sallayarak serbestçe dolaşabiliyorlar.
Arkalarında kimlerin bulunduğu da malum.
Lahey duruşmalarının gündeme gelmesinden itibaren, özellikle de Gazze katliamına ait görüntülerin çoğunun Anadolu Ajansı tarafından temin edildiğinin açıklanmasından sonra kötü bir şey olabileceği korkusuyla kulağım haberlerdeydi.
Daha geçenlerde hayatını kaybeden 12 vatan evladının acısı henüz dinmeden bu saldırı gerçekleşti.
Şunu biliyorum ki, bölgemizde gerçekleştirilen tüm terör eylemleri bir biçimde Mossad ile bağlantılı. Taşeron örgüt FETÖ, PKK-PYD veya DAEŞ olabilir: Kimin olacağı bölge ve konjonktürle alakalı.
Dolayısıyla topyekûn bir mücadele olmadan problemler bitmeyecek.
Siyonist terör devleti lehine ajanlık yapan Müslüman kılıklı hainlerin geçenlerde yakalanmış olmaları terör merkezlerini rahatsız etti. Türkiye’nin operasyonunu ve arkasından yaptığı açıklamaları içlerine sindiremediler.
Türkiye bu ajanlardan elde ettiği bilgilerin bir kısmını kamuoyu ile paylaşsa da toplum kim olduklarını daha iyi anlasa iyi olur diye düşünenlerdenim.
90’lı yıllarda katledilen onlarca kişi ülkeyi ne kadar da karıştırmış, korku iklimi meydana getirmişti. Birileri hayatlarını kaybederek bedel ödediler birileri de töhmet altında bırakılarak.
Uğur Mumcu mesela, terör örgütünün iplerinin kimlerin elinde olduğunu fark edince hayatını kaybetti.
Öncesini bir kenara bırakırsak, 1950’den beri ülkenin başına örülen çorapların ana müsebbibi terör yapılanması, Siyonist alçaklardır.
Ülkemiz yeni yeni tam bağımsızlık yönünde adımlar atıyor.
Devlet kurumları asıl mecrasına doğru evriliyor.
Ayrılıkçı terör ülkenin her bir ferdine zarar verdi. Kürt zarar gördü, Türk zarar gördü. Devlet ve millet sıkıntı yaşadı.
Terör tam olarak bitmeyecek. Alçaklar yine hedef alacaklar askerimizi, polisimizi ve milletimizi.
Arkasındaki ana güce odaklanmadığımız müddetçe netice alabilmemiz mümkün görünmüyor.
Bu mücadelede karşı tarafın düşünce sistematiğini iyi anlamamız gerekiyor. Arkasından kullandıkları yöntemlere ve kullandıkları kişilere yönelmek doğru olur.
Geçen hafta kamuoyu ile paylaşılan Milli İstihbarat Akademisi önemli bir boşluğu doldurabilir. Benzer süreçlerin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından da benimsenmesi çok mühim.
Bu kurumlarda sadece akademik ve bilimsel değil, pratik ve uygulamalı araştırmalara/çalışmalara da yer verilmelidir.
Ayrıca, sayıları on binleri bulan akademisyen havuzundan da yararlanmak gerekir.
Malum karşı taraf, yani Siyonist yapılanma her bir vatandaşını asker, muhafız, memur ve ajan olarak kullanıyor.
Madem ki, Anayasamıza göre üniversiteler devlet tarafından kurulur ve devletin denetim ve gözetiminde faaliyet gösterir, o zaman akademisyenler de ülkenin güvenlik ve asayişi için sorumluluk üstlenmelidirler.
Herkes istihbarat görevlisi olsun demiyorum, ama kimler katkı sağlayabilecekse onlardan yararlanmak gerektiği bilinmelidir.
Bugüne kadar bu yönde bir adım görmedik.
Üzülerek söylemeliyiz ki devlet güvenliği, asayişi ve savunması çok sınırlı bir yapının insafına bırakılmış. Keşke Anadolu’ya da açılmış olsa.
Vatan ve millet davasında hizmet üstlenebilecek iyi eğitimli insan sayısı oldukça fazla.
FETÖ bu kaynağı erken keşfetmiş, üniversiteleri kontrol için oldukça çaba harcamıştı. Aynı şeyi iyi niyetle hizmet yürüten kadrolardan görememek üzücü.