Ayasofya Sadece Cami mi?
Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya Camii'nin müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Danıştay'ın 10 Temmuz'da bu kararının açıklanmasının ardından, 24 Temmuz 2020 cuma günü, cuma namazı ile beraber Ayasofya Camii'nin ibadete açılacak olması enteresan ve tuhaf tepkileri de beraberinde getiriyor.
İçimizdeki gerçek kimliği gizli! beyaz taşlar ve onların beyinlerini yıkadığı bir takım kimseler, "Türkiye'de 80.000 tane cami varken, Ayasofya Camii'nin açılmasına ne gerek vardı?" demeye getiriyorlar. Başta Yunanistan olmak üzere, farklı ülkelerdeki farklı inanç sahibi ya da kariyer sahibi insanların Ayasofya Camii ile ilgili ifadeleri içimizdekilerin görmediği veya görmek istemediği bir gerçeği gün yüzüne çıkarıyor. Özellikle içimizdeki gerçek kimliğinin gizleyerek müslümanmış gibi gözüküp İslam düşmanlığı yapan ve onların türbülansında hayatını idame ettirerek neyi ne adına yaptığının bile şuurunda olmayan bu "istemezükçü taife" iki açıdan Ayasofya Camii'nin ibadete açılmasına karşı çıkmalarını temellendirmeye çalışıyorlar. Birincisi; "Ülkede 80.000'den fazla cami var. Sultanahmet bile dolmuyor. Ayasofya'nın açılmasına ne gerek var?" İkincisi; "Ayasofya Camii'ni müze yapan kararın altında Mustafa Kemal'in imzası vardı. Nasıl olur da Mustafa Kemal'in aldığı bir karar, iptal edilir? Bu, cumhuriyet kazanımlarına aykırı bir tutumdur." diyorlar.
Bu fikirleri dillendirenlere cevabı çok enteresan bir isim verdi. Bizans tarihçisi Ahrveiler, Ayasofya'nın statüsünün değiştirilme kararı ile ilgili olarak; "Tarihin tekerrür ettiğini", bu kararı, "Bizans imparatorluğu'nun ikinci kez çöküşü" olarak niteliyor. Ahrveiler, statü değiştirme kararının "Hristiyanlığa karşı bir hakaret" olduğunu, "Ayasofya'nın içerisindeki mozaiklerin gözyaşını döktüğünü duysa buna bile şaşırmayacağını" söylüyor. Demek ki Ayasofya 80.000 camiye ilave edilmiş artı bir cami değilmiş. Çamlıca Camii, Millet Camii, Ahmet Hamdi Akseki Camii açıldığında herhangi bir Bizans tarihçisinden, herhangi bir Yunanlı bakandan ya da Katolik Papa'dan böyle bir değerlendirme duyduk mu? Hayır. Yada herhangi bir tarihi camii, uzun bir restore sürecinden sonra açıldığında da böyle bir tepki söz konusu olmadı. Demek ki; Ayasofya Camii, camii olmanın ötesinde tarihi bir öneme sahip, sembolize etmiş oldu mana derinliğiyle farklı bir yapı. Ayasofya Camii'ni, farklı dinlerin ortak mekanı, insanlığın ortak kültür mirası olarak görmek isteyenlere cevabımızı geçen haftaki yazımızda da söylemiştik. Ayasofya Camii, insanlığın kültür mirası değil, Müslümanların kültür mirası, Fatih Sultan Mehmet'in manevi mirasıdır. Zira 1453 yılında, Fatih İstanbul'u fethettiğinde, bütün kiliseleri taş üstünde taş kalmayacak şekilde yıksa, Fener Rum Patriğini maiyeti ile beraber bütün Ortodoks din adamlarını omuz üstünde baş kalmayacak şekilde katletmiş olsaydı; bugün böyle bir cümleyi kimse kuramayacaktı. Ama Fatih Ayasofya'yı müslümanlaştırarak Müslümanların ortak mirası yapmıştır.
İkinci tepki Ayasofya Camii'nin, camii olmaktan çıkarılıp müzeye dönüştürülmesi kararı her şeyden önce doğru bir karar mıdır? Bizans Enstitüsü Müdürünün ricası, hangi saikle emir gibi telakki edilip, 481 yıllık sembol değeri, Fatih'in vakfiyesi olan bir camii müzeye çevrildi? Bunun polemiklerden ve tabulardan uzak bir şekilde değerlendirilmesi lazım. Kaldı ki; Anayasa'da veya kanunlarda: "1923-1950 tarihleri arasında alınan karalar değiştirilemez!" diye bir madde de yok. Yanlışlar tashih edilir. Zamanın dışında kalanlar iptal edilir. Ayasofya Camii'ni, camiiden müzeye çevrilmesi kararının iptalini; "Cumhuriyet kazanımlarının reddedilmesi" olarak değerlendiren güruha şu soruyu sormamız lazım. 1928 Anayasası'nın altında Mustafa Kemal'in imzası yok muydu? 1961 yılında cuntacılar tarafından bu anayasa değiştirilirken, neden; "cumhuriyet kazanımlarını kaybediyoruz" diye karşı çıkılmadı. Burada yine bir Kemalist işgüzarlık görüyoruz. İslam'a karşı olan savaşlarını Mustafa Kemal kamuflajının, Mustafa Kemal zırhının arkasına saklanarak yapıyorlar.
Ayasofya Camii'nin ibadete açılması kararından sonra; UNESCO'dan Yunanistan Dışişleri Bakanına, Yunanistan Kültür Bakanından Rus Ortodoks Kilisesi sözcüsüne, AB'den katoliklerin ruhani lideri Papa'ya varıncaya kadar farklı tepkiler geldi. Bu tepkilerin ortak ana fikrini şu şekilde ifade edebiliriz. "1453 yılına kadar Ortodoks Kilisesi olarak kullanılan bina, 1934 yılında tekrar kiliseye döndürülmemiş olsa bile, müzeye çevrilmesinden ve müze olarak kalmasından biz rahatsız değildik. Hatta müze olarak kalması, bizim işimize bile geliyordu. Ancak müzeden tekrar Müslümanların ibadet yapacağı bir camiye, yani 481 yıllık asli statüsüne çevrilmesinden rahatsızız." Papa bile acı çektiğini beyan etti. Halbuki Ayasofya'yı, IV. Haçlı seferleri sırasında yağmalayan, yakan, yıkan katolikler değil miydi? O zamanki papada, Ayasofya'nın yağmalanmasından acı çekmiş miydi? Yunan bakanların ya da Ortodoks din adamlarının, tarihi bir hezimeti kendilerine iki defa tattırmasından dolayı Ayasofya'nın cami olmasına tepki göstermeleri, normal karşılanabilir. Yunanlı siyasetçilerin hitap ettiği bir seçmen kitleleri, oy devşirmeye çalıştıkları Ortodoks bir vatandaş nüfus var. Esip gürlemelerini, trübünlere yaranmak olarak değerlendirebiliriz. Ancak Mısır Müftüsü Şevki Allam'ın; "Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinin kabul edilemez!" olduğunu belirtmesi; acaba Mısır Müftüsü'nün nasıl bir kuyruk acısı var ki, papa ile omuz omuza aynı safta yer alabiliyor? sorusunu akla getiriyor. Allam konuşmasında şöyle demiş: "Kiliseler olduğu gibi korunmalı, camiye dönüştürülmemeli. Aynı şekilde camiler ve kiliseye dönüştürülmemeli. Mısır tarihinde böyle bir şey hiç olmadı. Bize kiliseleri korumamız buyuruldu ve Müslümanların kaynakları ile Hristiyanlar için kiliseler inşa etmek yasak değil. İbadet yerleri kişinin inancına özgüdür, bu nedenle onlara saygılı davranmak ve onları korumak önemli.”
Şimdi ilk cümlesine bakalım. Kiliselerin olduğu gibi korunması ve camiye dönüştürülmesi ile alakalı böyle bir uygulama var mı? Müslümanlar, fethettikleri topraklarda Fetih/kılıç hakkı olarak, oradaki sembolik bir yapıyı, Fetih camii'ne dönüştürmüşler. Bu sadece Osmanlı'da veya Selçuklu'da görülen bir uygulama da değil. Hz. Ömer döneminde Dımaşk yani bugünkü Şam fethedildiğinde burada hıristiyanlar tarafından kullanılmayan kiliselere el konulmuş ve buralar camiye dönüştürülmüştür. Ebu Ubeyde Bin Cerrah, Baalbek ve Kınnesrin şehirlerini fethettiği zaman, şehir içindeki kiliseler ve manastırlar teminat altına alınmış ancak Humus'ta Yuhanna Kilisesi camiye çevrilmiştir. Mu'tesim Billah Samarra şehrini, Samarra'da ki bir kiliseyi ve kilise arazisini satın alarak o arazinin üzerine inşa etmiştir. Bununla beraber Müslümanlar, Hristiyanların can, mal ve inanç özgürlüğünü korumuş onların kiliselerini dokunmamış ve kiliseleri yıkma yoluna gitmemiştir. Ancak fetih hakkı olarak camiye dönüştürülmüş pek çok kilise, Müslümanların hakim olduğu bölgelerde hala günümüze kadar ulaşmıştır. Mesela 1064 yılında Ani'yi fetheden Sultan Alparslan Ani Katedralini camiye çevirmiştir. Yine Süleyman Şah 1084 de Antakya'yı fethettiğinde buradaki büyük kiliseyi camiye çevirmiş, Hristiyan halkın müracaatı üzerine de iki yeni kilise inşasına izin vermiştir.
Mısır müftüsünün cümlesine devam edecek olursak; "aynı şekilde camilerde kiliseye dönüştürülmemeli Mısır tarihinde böyle bir şey hiç olmadı" demiş. Keşke Mısır Müftüsünün ufku, sadece Mısır, hatta ve hatta Kahire ile sınırlı kalmasaydı. Bugün Batı Trakya'da, balkanlarda, Osmanlı'nın elinden çıkan coğrafyalarda onlarca camii kiliseye dönüştürülmüş durumda. Kurtuba Ulu Camii'nin mimarisi bozularak katedrale dönüştürülmüş durumda. Bugün gerek İspanya'da, gerek bir zamanlar Müslümanların hüküm sürdüğü, daha sonradan Hristiyanlar tarafından işgal edilmiş olan topraklarda onlarca örneği var. Mısır Müftüsü; "bize Kiliseleri korumamız buyuruldu" buyurmuş. Hz. Peygamber (SAV) Kabedeki putları temizleyip, orayı aslına Tevhid inancının merkezine dönüştürünce hata mı yaptı? Allam Efendi, "ibadet yerleri kişinin inancına özgüdür. Bu nedenle onlara saygılı davranmak ve onları korumak önemli!" buyurmuş. Burada Mısır Müftünün anlamadığı husus şu; "Biz, 567 yıldır bizim olan, 481 yıl boyunca bizim inancımıza özgü bir cami olarak hizmet veren Ayasofya camii'nin, 1934'te, bir oldu bittiye getirilerek müzeye çevrilmesi yanlışlığını düzelttik. Ayasofya'yı, kiliseden camiye çevirmedik. Camiiden müzeye çevrilen camimizi, müzeden tekrar camiye çeviriyoruz. Kiliseden camiye çevrilen ise İstanbul'u fethederek Müslüman yurdu haline getiren, Fatih Sultan Mehmet'in kararıdır ve kılıç hakkıdır. Artı, Ayasofya'yı camiye çevirmekle de kalmayıp onu vakfiye haline getirerek ölümsüzleştiren bir karardan bahsediyoruz.
Bütün bu tepkileri gördükten sonra, artık şunun farkına varmamız lazım ki; Ayasofya Camii herhangi bir cami değil, Müslümanların Anadolu'daki kalıcılığını ifade eden, Müslümanların dünya hakimiyetini sembolize eden, bir alemdir. Sembolik değeri inananlar tarafından yaşatılmaya devam edecektir. Ayasofya'nın ibadete açılması öz yurdunda garip, öz vatanında parya haline getirilen Müslümanların zincirlerini kırmasıdır. Ayasofya'yı zincirli olarak tasvir eden çizimleri özünde şöyle okumak lazım; "zincirlere vurulan Ayasofya değil, Ayasofya'nın temsil etmiş olduğu İslam alemidir, fetih ruhudur, cihad aşkıdır..." Ayasofya'nın zincirlerinin kırılması İslam aleminin zincirlerini kırması manasına gelmektedir. Özgürleşen Ayasofya ile beraber İslam düşüncesi, Müslüman mefkûresidir. Ayasofya Camii, sadece camii değildir...!