Tarık Ziyad
Tarık Ziyad Aşk felsefesi

Aşk felsefesi

  1. Aşkın Tanımlanamazlığı:

Aşk bir mefhum. Aşkın tanımlanamayacağını, onu tanımlanmaktan ziyade yaşanması gerektiğini, ancak bu sayede anlaşılacağını aktarabiliriz. Mantık ve felsefenin kaynağının aşk da olduğunu, ama açıklama noktasında zorluk çektiğini müşahade ettik. Aşk, ucu bucağı olmayan büyük bir kavramdır. Çünkü her sahada her konuda işlendi. Edebiyatta ilk sıralarda, tarihte psikolojide dinde var oldu. Soyut olduğu için gözle görülebilen ya da elle tutulabilen bir olgu değil. Aşkı anlayabilmek için aşık olmak gerekir. Yunusun da dizelerde de dediği gibi :

“Aşka” tanışık sığmaz, değme can göğe ağmaz

Pervaneleyin oda yanman aşık mıdur?”

Burada yunus birçok şeyin anlaşılabileceği, görülebileceği ama aşkın yaşanmadan anlaşılamayacağını dile getirmiştir. Çünkü aşk nesnel bir mefhum değil. Nesne gözle görülebildiği için sizi istediği noktaya götürebilir ya da siz onu istediğiniz şekle kalıba sokabilirsiniz. Bu aşk için geçerli değildir. Aşk Metafizik bir kavram olduğundan dolayı yine soyut bir kavram olan hislerinizle anlayabilirsiniz.

  1. Aşk ve Varlık:

Aşkın, varlığı birçok anlamda hareket ettirdiği ya da başka bir deyişle yeni bir şeyler ürettiğini söylemek mümkün olabilir. İnsan hayatında yaşanılan her şeyin, sıkıntının, sevincin, mutluluğun, hüznün, görmenin, yaşamanın, paylaşmanın, duymanın, aslında bunca yaşanılan her şeyin temelinde aşkın olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü aşkın temelinde bir güç mevcuttur. Bunca şeyi yaptıran yaşatan aşktır.

Aşk insana mutluluğu verdiği, o hazzı yaşattığı gibi, aynı şekilde sıkıntıyı da verebilir. Çünkü insan Aşk ile her eylemi gerçekleştirebilir. Şunu şu şekilde açıklarsak yanlış olmaz: Aşk bir duygu işidir. Duygular aklın önüne geçtiği vakit insan her türlü eylemi yapabilecek pozisyona girebilir. En basitinden sevgilisinden ayrılan bir insan, bu acı ile ailesinden ayrılabilir, memleketinden ayrılabilir. Yada aşk yüzünden hastalığa yakalanabilir, belalara maruz kalınabilir. Ama aşktan yine vazgeçilemez. Kopulamaz. Çünkü aşkın tadından tadıldığı vakit Ondan kopmak zor olur. Zaten dünyanın temelinde aşk var. Aşk olunca insanlar sevinir mutlu olur. Dünyada hareketlilik yaşanır. Kalpler birleşir. Ve Kalplerin sahibi Allah boşuna mı yarattı aşkı?

Bazı kitaplarda aşkın tanrının bizatihi kendisinin olduğunu söyler. Ünlü düşünürler ve filozoflar tanrının mutlak aşkın kendisinin olduğunu dile getirirler. Çünkü tanrı kendi özüyle münhasır olan aşkı, kainatı ve evreni yaratırken de kendisi ile münhasır olan aşk ile yaratmıştır. Bu aşk sayesinde dünya yaşanılabilir bir hal içinde olmuştur. Ama aşkta bir özne ve yüklem olması gerekir. Aşık özne ise maşuk yüklemdir. Bu Tanrı için söz konusu değildir. Aşık da kendisidir, maşuk da.

  1. Aşk ve İnsan

Aşk Başladığı yerde akıl da biter. Aklın bittiği yerde aşk başlar. Çünkü aklın belirli kuralları belirli bir çizgisi vardır. Bu kurallara ve çizgiye uymayan tek şey aşktır. Be aşkın kudreti aklın kudretinden üstündür çoğu zaman. Çünkü aşk duygu işidir. Duygular aklın önüne çoğu zaman geçer. Bu sayede aşk, aklın egemen olmadığı her yere egemen olur. Bu yüzden bilgi, bilim ve teknoloji insan için önemli bir durumdur. İnsanın bu duruma vakıf olabilmesi için bu işi isteyerek ve severek yapması gerek. İstemenin ve sevmenin temelinde yine aşk yatar. Bu yüzden akıl en başta saf dışı kalır. O halde anlaşılıyor ki aşk aklın biricik dostudur. Çünkü aklı daha iyi noktaya götürür ve onun önüne gelen zorlukları ortadan kaldırır. Bu yüzden aşk, aklın yararınadır. Ama şu da unutulmamalıdır ki aşkta akıla yer yoktur. Çünkü aşkın yeri kalptir. Ve Kalpten kalbe yol oluşur. Ve yine söylenebilir ki insan kendisini aşkla bulur. Aşkı da yaşayarak anlar

İnsan kendi içinde gizli bir varlıktır. Bazı şeyleri ortaya çıkaramaz. Yoksun bir hayat yaşar. İnsan bu anlamda zor tavırlar sergileyebilir. Peki gerçekte insan böyle midir sorusunu soracak olursak, özde böyledir, eylemde böyle değildir. Özdeki bu yoksunluğu sevgi kırar. İnsanda sevme duygusu hasıl olunca daha da bir yaşama sevinci oluşur, içindeki tüm güzellikleri ortaya çıkarır. Hayat daha bir renk cümbüşüne dönüşür. Bu sayede hem kendisi ile barışık olur, hem insanlarla barışık olur, hem de dünya ile barışık olur. Çünkü özü kıran sevgi ve aşk vardır.

Aşk ile sevgi arasında pek bir fark yoktur. Sevgiliye duyulan aşk, evlilikle noktalanınca sevmeye dönüşür. Sevilir. Yaşlanınca kol kanat germe olur. Torunlara bakılır. Sevilir. Çünkü sevmek bir nevi aşktır.

Aşk hususunda yanlış düşünce aşılamaya çalışan Sigmund Freud, yanlış görüşler öne sürerek aşkın kutsallığını yakmaya çalışır. Freud’a göre aşk aslında cinsellikten ibaret olduğunu, bebekli yıllarda başladığını, dokuzlu yaşlarda cinsellik içgüdüsü ile büyüdüğünü aktararak aşkın, sevginin kutsallığına halel getirmektedir. Küçük yaşta anne veya babaya duyulan sevgiyi cinsellikle açıklamak büyük bir yanılgıdır. Anneye veya babaya duyulan sevgi cinsellik değil, kutsaldır.

Aşk hususunda platon, aşkın daha ileriki seviyelerde insana sıkıntı getireceğini, bir hastalığa dönüşebileceğini nakleder. Şöyle ki:

İnsan sever. Sevdiğini kıskanır. Ona her türlü musibetin gelmesinden korkar. Onun için her şeyi yapmaya hazırdır. Ayrılmayı asla ve kat’a düşünemez. Bazen annesini, kardeşlerini, babasını, akrabalarını unutabilir. Daha önce yediği ve içtiği şeylerin tadını alamaz. Renkler ona mat gelir. Daha önce yaşamış olduğu ya da sevmiş olduğu şeylerden yüz çevirir. Hayatını bir anlamda sevgilisine göre ayarlar. Ona köle olmaya, onun istediğini yapmaya hazırdır. Onun yaşamış olduğu sıkıntıları kendisinin geçirebileceğini düşünerek bir hekim gibi her türlü yardımı yapmaya hazırdır. Bu gibi durumları platon hastalık olarak görüyormuş. Ama şöyle dense aşkın doruk noktası. Her ikisi içinde ne derece doğruluk var onu kestiremeyiz. Çünkü aşkı yaşamadan anlayamayız..

Kerem kendi suretini görmeden, sen artık Aslı’na bürün demişler. Ferhat doğduğu gün isim vermeden bu çocuk ne kadar Şirin demişler. Ferhat’ın Şirin’liği daha ona isim vermeden başlamıştır. Aslıyı ruhlar aleminde görmeseydi Kerem, Aslı’nı nerden bulacaktı. Kays’a Kays demeden evvel başlamıştır mecnun’da Leyla’nın rüzgarları. Mecnun bu ya aşık olmuş okula gittiğinde. Leyla da mecnuna aşık olmuş. İkisi daha çocukturlar ama özlerinde olan, ama özlerinde olduğuna vakıf olmayan aşk birbirini sevdirmiş. Artık ikisi de aşk şarabının ızdırabından içmeye başlamışlar ki buna Aşk denir. Aşklar o kadar dillere destan olmuştur ki, herkes tarafından bilinir olmuş. Leyla’nın annesi leylayı okula göndermketen vazgeçmiş. Çünkü Adının duyulmasına oldukça sitem etmiş. Kays da Leyla’nın okula gelmeyişine üzülmüş, kederlenmiş, aşkı git gide büyümüş çöllere düşmüş. Herkes Kays’a mecnun demeye başlamışlar. Leyla’yı da evlendirmişler. Ama Leyla hala Mecnunu sevmekte ve evlendiği kocasına durumu izah ederek kocasını kendisinden uzaklaştırmayı başarmıştır. Gel zaman git zaman koca da ölünce, bir kısmettir çölere düşer yolu Leyla’nın. Mecnunu bulur. Kendisinin Leyla olduğunu söyler. Mecnun da ne yapsın garip. Her gördüğü nesneyi Leyla zannederek, Leyla’nın asıl suretini unutmuş. Hatırlayamamış. Leyla mahzun bir şekilde geri dönmüş evine. Mecnundan beklediği karşılığı bulamamıştır. Bulamayınca bu acıya dayanamayarak hastalanmıştır. Ve daha sonra ölmüştür.

Dikkat edildiği üzere, gerek Türk filmlerinde de bu mevcuttur. Aileler çocukların bir birine duyduğu aşka karşıdırlar. Ya kızı alırlar uzaklara gönderirler ya da kızı bir başkası ile evlendirirler. Ama asıl dikkat edilecek husus şudur: Çocukların aşklarının büyümesinde en büyük etki, karşılarına çıkan bu engellerdir. Bu engeller çocukların aşklarını büyütmüştür. Belki de bu meşhur aşkların unutulmasını, yüzyıllar boyunca dilden dile aktarılmasına vesile olmuştur. Çünkü özde yine Aşk var. Kitapta geçen bir parafı aktarmak istiyorum çok hoşuma gitti bu söz.

“Aşk, vuslattan uzak olmaktır. Ona asla erişememektir. Visali, vasıl olmamak için istemektir.yanmaktan zevk duymaktır. Aşık, vuslatı istemez, çünkü ulaşılması istemiştir. Aşık, Ümit etmez, çünkü en büyük zevki bulmuştur. Aşık, sevdiği için övünmez, çünkü kendinden geçmiştir. Vuslatı ve sona ermeyi uman, aşık değildir. Aşkıyla övünen aşık değildir”

Gerçek aşk kendisinden ziyade bir başkasını sevebilmektir. Mecnunda sevmiştir. Ama mecnundan ibret alınmasının gerektiğini de söylemek gerekir. Bir anlamda her şey sevgili içindir. Kendisinin mutluluğunu değil, sevgilinin mutluluğunu düşünmek aşkın varlığını gösterir. Ben merkezli sevgiler insana hiçbir şey kazandırmaz. Aşk yolunda pek fazla yürüyemez.

Aşk duygusallıkla başlar ve aynı doğrultuda çizgide devam eder. Aşkın içinde cinsellik bulunmaz. Tensel bir yaklaşım söz konusu değildir. Zaten aşkın mantığını yaşayan insan böyle olduğunu zaten temaşa edecektir.

Aşkın ne zaman başlanacağı asla kestirilemez. Han derler ya “İlk görüşte aşk.” Böyle olmasının nedeni de budur. Aşkın ne zaman, hangi yaşta başlanacağı belli değildir. Çünkü aşkta bir güzellik vardır. İnsan Bazen bir tebessüme vurulur, bazen bir gamzeye, bazen de bir bakışa. Nedenini, niçinini sormaz. Çünkü bir güzelliği, hissetmiş ve yaşamıştır.

Peki güzellik nedir? Güzellik kişilere göre değişken midir? Güzellik denince ne çağrıştırır? Güzellik estetiktir. Çünkü bir nesnenin güzelliğinden ötürü haz duygusunun harekete geçmesidir. Bu insan içinde geçerlidir. Kim olursa olsun haz duygusunu harekete geçirecek bir güzellik vardır. Ve bu güzellik neticesinde aşk tohumunun filizlenmesi başlar. Daha sonra aşk gelişir ve büyür. Sevme duygusu, aşk duygusu ile vuslat arzusu doğar. Vuslat aslında aşkın doruk noktasıdır. Ve vuslat yaşanınca her türlü heyecan ve mutluluk artık zirve konumundadır.

Vuslatın sonunda evlilik hasıl olur. Ki olması gereken de odur. Hem ahlaki açıdan hem de toplumun özlerine bağlılık noktasında çizgiden sapılmaması gerekir. Çünkü toplumun güçlü olması, ailenin güçlü olmasına bağlıdır. Aşk sonunda gerçekleşen evlilik, evlilikten sonraki hayatın da kuvvetli olacağının işretidir. Çünkü sevgi bağı evlilikten önce kurulmuştur. Eğer mantık evliliği, çıkara dayalı bir evlilik gerçekleşmiş olursa, bu evliliğin samimiyetsizliğini gösterir. Çünkü temelinde aşktan ziyade akla dayalı bir evlilik söz konusudur. Aşk olmadığı için güvensizlik de ortaya çıkar. Ama şu da göz ardı edilmemesi gerekir ki evlilikten önce aşk var da evlilikten sonra yok mu? Yani görücü usulü ile bir evlilik söz konusu. Pek tabi ki var. Mesele güzelliği görebilmekte. Estetiği yakalayabilmekte. Göründüğü vakit aşk olur.

Eşlerin birbirlerini aldatmaları, hayata başka birilerini ortak etmeleri ise, ahlaki açıdan doğru değildir. Beraberinde boşanmayı, daha sonra da evlatların hayatı eksik bir şekilde geçmesi oluşacaktır. Evlilik toplumun aynası gibi olduğu hepimizce bilinen bir durumdur. Aşk güven durumudur. Ama araya yeni bir soyut kavram girerse, yani kıskançlık devreye girerse sıkıntıların oluşacağı aşikar. Aşk sahiplenmedir. Kıskançlık ilerisidir. Çünkü bir şeyin fazlası olumsuz tepki doğurur. Bu yüzden evlilik kurumu çok önemlidir. Çocukların gelişimi bu müessese ile filizlenir. Çünkü çocuk anne ve baba ile hayata başlar. Onlar örnek alınır. İyi bir eğitim, terbiye süzgecinden geçildiği taktirde toplum yapısı düzelme yoluna girilebilir. Çocukların psikolojisi bu bakımdan önemlidir. Bir yazarın dediği gibi. “Bir toplumun geleceğini görebilmek için, önce o toplumun gençlerine bakmalısınız.” Ve çocukların eğitimi bile sevgi ile aşk ile olur. Bu bakımdan aşkın ucu yoktur. Çünkü aşk sonsuzdur. Aşk var oldukça insanlarda vardır. Ve aşk, insanın hayatta su gibi, hava gibi vazgeçilmezdir.

Netice itibari ile aşk, adı ve amacı hiç değişmedi. Aşk yangın yeri, aşk mutluluğun ta kendisi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tarık Ziyad Arşivi