Anadolu'da Ne İşimiz Var?
Son zamanlarda herkesin ağzına pelesenk etmiş olduğu ve zaman zaman siyasi bir söylem olarak da kullanılan bir ifade var. "Suriye'de ne işimiz var?", "Irak'ta ne işimiz var?", "Libya' da ne işimiz var?" diye... O kanaatteyim ki yakında bu cümlelere "Kıbrıs'ta ne işimiz var?" ve "Kudüs'te ne işimiz var?" cümleleri de eklenecek gibi gözüküyor. Bu ifadeler kendini bilmeyen, tarihini bilmeyen, tarihinin omuzlarına yüklemiş olduğu büyük sorumluluğun farkında olmayan kişilerin söyleyebileceği bir sözdür. Fakat bu söz, sadece söylenildiği noktada kalmayıp, etraflıca düşündüğümüz zaman, aslında kölelik ruhuna kapılmış olan ve kendisine biçilen rolü oynayan, kendisine verilen replikleri tekrarlayan bir takım gölgelerin, perde önündeki aktör ve kuklaların sözü olduğunu anlayabiliriz.
İnsanlık tarihine baktığımız zaman, hep zulüm ile adaletin, hak ile batılın, doğru ile yanlışın mücadelesi şeklinde cereyan ettiğini görürüz. Yine tarihe baktığımızda birçok kavmin tarih sahnesine çıktığı coğrafyada kalmayıp, göç ettiğini, yer değiştirdiğini, birçok toplumun farklı saiklerle yaşamış olduğu coğrafyayı terk edip, farklı bölgeleri kendilerine vatan edindiğini de görürüz. (Orta Asya'dan Türkler'in Göçü, Kavimler Göçü, Avrupalı Milletlerin Amerika'ya Göçü, Avustralya ve Yeni Zelanda'ya yapılan Göçler, Yahudilerin Göçleri, Levantenlerin Göçleri... vb.) Bu insanlık tarihinin değişimi, gelişimi içerisinde değerlendirilebilecek doğal hususlardandır.
Bugün dünya üzerindeki siyasal alanlara ve o siyasal alanlardaki nüfus dağılımlarına baktığımız zaman, en fazla yayılan ve göç eden, bununla beraber emperyalist bir anlayışla diğer milletlerin topraklarını ve haklarını gasp eden milletlerin başında İngilizler geldiğini de söyleyebiliriz. Bugün Kanada, Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda, Okyanusya diyebileceğimiz irili ufaklı adalardaki pek çok devlet yada devletçik kraliçeye bağlılık yemini etmiş olan, aslında devlet başkanlığı yemininde bir anlamda kraliçenin valisi gibi hareket edeceğini teyid ve teahhüd eden yöneticiler tarafından yönetilmekte olduklarında görebiliriz. Fakat hiçbir İngiliz'in yada İngiltere egemenliğini kabul etmiş olan İrlandalı, İskoçyalı ve benzeri milletlerin fertlerinin "Ne işimiz var Kanada'da?", "Ne işimiz var Yeni Zellanda'da?" diye sorguladığına da şahit olamazsınız. İster kendi vatandaşı olsun ister olmasın, hiç kimse Amerika'nın, İngiltere'nin, Vietnam'da, Hong Kong'ta, Irak'ta, Afganistan'da, Suriye'de ne işi olduğunu sorgulamaz. Yahudilerin, Filistin'de ne işi olduğunu kimse dillendirmez.
Şayet insanlar, inançları, idealleri, kızıl elmaları, tarihleri ile bağlantılarını keser ve ruhen köleleştirilirler ise o zaman zulüm ve haksızlıklar karşısında boyun eğmeye psikolojik olarak hazır hale getirilmişler demektir. Bizler her ne kadar, bize eğitim müfredatında anlatılan, yakın tarihimizle alakalı masallara iman seviyesinde inanıyor ve bilinçaltımıza yerleştirilen öğretilmiş çaresizlik seviyesinde bir psikolojiyle hareket ediyor olsak bile; içerisinde yaşamış olduğumuz coğrafya ve tarihi geçmişimiz bize bunun ötesinde bir sorumluluğumuz olduğunu, misyonumuz olması gerektiğini sık sık hatırlatıyor. Cumhuriyetle beraber eğitim sistemimizdeki tarih anlayışı ve tarih öğretimi, cumhuriyetin özellikle ilk döneminin yüceltilmesi, ilahlaştırılması, tabulaştırılması hedefini sağlamak üzere kurulmuştur. Bununla beraber Cumhuriyet öncesini ret ve inkar etmek, topyekün yanlış olarak değerlendirmek suretiyle, yetişmekte olan kuşakların bilinçaltına kadim tarihe düşmanlık yerleştirilmeye çalışılmıştır. -Bu çalışmanın büyük bir oranda başarıya ulaştığını da görmekteyiz.- İşte bu anlayışla, on yılda ortaya çıkarılan 15 milyon genç ve o gençlerin izinde, etkisinde devam eden bugünkü kuşaklar, tarihinin azametinin ve tarihin kendisine yüklemiş olduğu misyonun büyüklüğünün farkında değiller. Farkında olmadıklarından dolayı da bugün bizleri sınırlayan sûni sınırların, doğal sınırlar olduğu zannediyorlar. Yada Batılılaşma, Avrupalılaşma, Çağdaşlaşma masalları eşliğinde "Türkiye laiktir, laik kalacak!" kısır döngüsünü zihinlerinde söküp atamıyorlar. Tarih içerisinde, birinci Babil sürgününden önce kırk yıl, ikinci Babil sürgünden önce de altmış yıl süreyle Kudüs ve civarında toplamda sadece yüz yıl kalmış olan Yahudiler, o toprakların atayurtları olduğunu iddia edip bunu tüm dünyaya ve içimizdeki akılları uyuşturulmuş, ferasetleri bağlanmış, basiretleri köreltilmiş, ayağındaki pranganın, boynundaki zincirlerin farkında bile olmayan toplumumuzun bir kesimine kabul ettirirlerken; Yahudilerin iddiasını kabul eden aynı kişiler, Hz. Ömer döneminden itibaren Müslümanların hakimiyetini, Eyyübileri, Selçukluları, görmezden gelsek bile 1517'den 1917'ye kadar Kudüs ve civarının dörtyüz yıl boyunca kesintisiz bizim atayurdumuz, anayurdumuz, topraklarımız olduğunu kabul etmiyorlar. Tarihte sahip olma, imar etme ve yönetim olarak şayet Kudüs'te hak iddia etmesi gereken bir millet varsa bu elbette bizim milletimizdir. Ancak aklını kiraya vermiş, kendisine sunulan her şeyi sorgulamadan kabul etme zilletine düçar olmuş, öncesini inkar ederek tarihinin başlangıcını 1923 kabul eden kimselerin böyle bir ideale sahip olması beklenemez.
Son dönemlerde millet olarak, bundan doksanbeş yıl önce bizi Anadolu'ya hapsetmek için çizilmiş olan sûni sınırları, gönül coğrafyamızın sınırlarına ulaştırma yada doğal sınırlarımıza kavuşturma girişimlerine karşı Kudüs ve Mezopotamya üzerinde tarihi emelleri olan Siyonist Yahudilerin, "Türkiye'nin Suriye'de, Irak'ta, Doğu Akdeniz'de, Libya'da ne işi var?" itirazını içimizdeki algı yönetimi ile düşünce ufukları kısırlaştırılmış, bir takım kimseler de papağan misali tekrarlamaktadırlar. Veya bu kimseler, perdenin arkasında duran efendisinin, kendisine sufle ettiği repliği, aktör misali perdenin önünde yüksek sesle seslendirmektedir.
Son dönemlerde, Müslüman-Türk milletine, "Suriye'de, Irak'ta, Libya'da ne işiniz var?" diyenler yavaş yavaş "Kıbrıs'ta ne işiniz var? Akdeniz'de ne işiniz var?" demeye başladılar... Şayet biz tarih bilincine, ümmet şuuruna sahip olmazsak, aynı kimseler ve onların perde önündeki kuklaları, "Anadolu'da ne işi(n)miz var?" demeye de başlayacaklardır. Bu anlayışın önüne geçmek için, Siyonist Yahudilerin 1897'de İsviçre Basel'de yazdıkları senaryoyu bozmak için ve Megola İdea'ya/Siyon Devletine giden yolu kapatmak için, bizlerin acilen eğitim müfredatımızı özellikle de yakın tarih ile alakalı ders içeriğini yeniden gözden geçirmemiz ve tarihi gerçekleri yetişmekte olan gençliğimize doğruca anlatmamız gerekiyor. Aksi halde yarın, "Anadolu'da ne işiniz var?" diyenlere, "Bir arkadaşa bakıp çıkacaktık!" diyecek durumda değiliz. Savaşlarla, zulümlerle, açlıkla, kıtlıkla, yoksullukla, yangınlarla, depremlerle, sellerle, virüslerle koşar adım kıyamete giden dünyanın yeniden adalet ile buluşması, yeryüzünde sulh ve sükunetin sağlanması için bizlerin İlây'ı Kelimetullah anlayışını ve yüz yıl önce Anadolu'da yere düşen adalet ve istikamet sancağını yeniden kaldırıp dünyayı insanlığın yaşadığı, yaşayacağı bir hale getirmek yine bu toplumun üzerindeki en önemli vazifelerden bir tanesidir. Yeter ki, üzerimize serpilmiş olan ölü toprağını üzerimizden atıp, masalların tarih diye anlatılıp uyutulduğumuz gaflet uykusundan uyanabilelim. Büyük olmak sadece ekonomik anlamda güçlü olmakla yada sadece silah gücü ile doğru orantılı bir mefhum değil. Anadolu'da güzel bir söz var. "Ağalık-büyüklük- vermekle olur." diye... Bugün Türkiye'ye sığınan, yani komşunun çocuğundan sokakta dayak yediği zaman anasına koşan öz çocuklarımızı bağrımıza basmayı, onları açta açıkta bırakmamayı zûl olarak değerlendiremeyiz. Belki de tüm yaşanan bu süreç, doğmakta olan aydınlık bir şafağın doğum sancılarıdır. Bu gerçeği göremediğimiz zaman her an tetikte olan yavuz hırsız ev sahibini bastırıp bizi kapı dışarı etmeye veya öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya yapmaya yeltenecektir. Zihinlerimizdeki prangaları kıramamamızın sebebi, bilinç altımıza yerleştirilmiş olan öğretilmiş çaresizlik psikolojisi ile kendimizi hep küçük düşünmeye, kendimizi ezik, hakir görmeye alıştırıldığımızdan dolayıdır. Biz büyük milletiz, ümmete sancaktarlık yapmış, yeryüzünde adaleti ve emniyeti tesis etmiş bir milletiz. Anadolu adalet terazisinin mihengidir. Doğu ve batı terazinin kefeleridir. Teraziyi tutan el, İslam'la müşerref olmuş milletimizdir. Biz Anadolu'ya bir arkadaşa bakıp çıkmak için gelmedik.