31 Mart Vakası -1-
Yalan Yazan Tarih Utansın:
“Haçlı dünyasının en büyük zaferi yazılmış Türk tarihi kitaplarıdır. Tanzimat’tan bugüne tarih kitapları kâmilen değiştirilmelidir.” Cemil Meriç.
Bir zamanlar Türkiye’ye biçilen role uygun bir tarih yazılmıştı. Bizde onu okuduk durduk. Artık o rolün kendisi gibi o tarihin de değişmek zorunda olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Artık tarihimizi yerli ve milli tarihçilere yazdırmalıyız. Yabancı ve gayri milli tarihçilere yazdırmaktan vazgeçmeliyiz. Bir tarihi hadise evvelinden ve sonrasından koparılarak tek başına tahlil edilirse bundan zamanımız için ders ve ibret olacak kâmil neticelere ulaşamayız. Çünkü tarih sebep-sonuç ilişkisi içinde devam eder. Her olayın evvele bakan bir sebebi ve sonraya tesir eden bir sonucu vardır. Tarihi olayı açıklarken olayın olduğu an izah edildiği gibi öncesi ve sonrası da izah edilmelidir. Son dönem Osmanlı tarihinin hiç şüphesiz en mühim siyasi gelişmelerinin başında 31 Mart Vakası gelmektedir. Rumi takvime göre 31 Mart 1325, miladi takvime göre de 13 Nisan 1909 tarihinde, tüm İstanbul’u ve Osmanlı İmparatorluğu’nu tam bir kaosa sürükleyen bu ayaklanma, tarihsel süreç içerisinde öncesi ve sonrasıyla bir bütün içinde incelendiğinde birçok gelişmenin ürünü olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Hadiseyi daha iyi kavrayabilmek adına biraz evveliyatına gidelim.
19. yüzyılın süper gücü olan İngiltere, uzun soluklu bir plan yapmıştı. Uzun zamandır sömürdüğü sömürgelerinin zengin kaynakları tükenmeye başlamıştı. O zaman bunların yanına yeni sömürgeler eklenmesi gerekiyordu. Dönemin yeni zenginlik kaynağı petroldü. Ortadoğu’da petrol açısından oldukça zengindi. Ancak bu bölge Osmanlının hâkimiyetindeydi. Osmanlı, bu petrol topraklarının hâkimi olarak ne sömürüyor ne de sömürülmesine izin veriyordu. Kısacası İngilizlerin önünde bir engel vardı: Osmanlı İmparatorluğu…
İngilizler bu planlarını uygulayabilmeleri için Osmanlı engelini ortadan kaldırmaları gerekmekteydi. Bunun içinde Osmanlı tahtında güçlü bir padişah olamamalıydı. İlk engel olan Abdülaziz’i darbeyle tahttan indirdiler. Böylece de satın aldıkları devlet adamları aracılığıyla amaçlarına ulaşacaklarını düşündüler. İngilizlerin planları ilk kez Sultan II. Abdülhamid döneminde sekteye uğratıldı. Yani İngiltere planlarını geciktirmek zorunda kalacaktı. İngiltere’nin böyle bir gecikmeye hiç tahammülü yoktu. O zaman bu yeni engel de ortadan kaldırılmalıydı. Kısacası Abdülhamid tahttan indirilmeliydi. Türlü komplolarla Sultanı devirmeye çalıştılar ama başaramıyorlardı. Ancak vazgeçmiyorlardı. İttihatçılar sayesinde orduya fitne soktular ve bir anda ortalık karman çorman oldu. Ordu içindeki ve Mebusan Meclisi’ndeki yandaşları vasıtasıyla 31 Mart Olayını tezgâhladılar. Tezgâhında biraz evveline bakacak olursak eğer oyun Meşrutiyet’in yeniden getirilmek istenmesiyle tezgâha çıkarıldı. Bunun içinde bir oyun lazımdı fitili ateşlemek için. Haziran 1908’de İngiliz Kralı VII. Edward ile Rus Çar’ı II. Nikola arasında 1870 Sedan Savaşı’nı kazanıp Avrupa’nın yükselen gücü olarak ortaya çıkan Prusya yani Almanya’ya karşı alınacak önlemleri kararlaştırmak için Reval Görüşmeleri yapıldı. Ama oyun büyüktü ve birileri bu görüşmeyi Osmanlıyı paylaşmak amacıyla yapıldığı yalanını Avrupa gazeteleri aracılığı ile yaymaya başladı. Bunun üzerine tek dertleri Abdülhamid’i devirmek olan İttihatçılar hemen oltaya düştüler. Önce Balkanlar’da isyanlarda başladılar ve Meşrutiyeti ilan ettirdiler.
İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte oluşan aşırı iyimser hava ve beklentilerin tatmin edilmesi bir yana umulanın tam aksiyle karşılaşılması Osmanlı toplumunda muazzam bir şok etkisi oluşturdu. İmparatorluğu yıkılmaktan kurtarmak ve hürriyeti getirmek iddiasıyla ortaya çıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskıcı ve kendi fikirlerini her fikrin üzerinde tutan anlayışı kısa süre önce göklere çıkarılan cemiyetin toplum nazarında hızla aşağılara düşmesine neden oldu.
Hürriyet iddiasıyla ortaya çıkan İttihatçılar, Meşrutiyete ve vatana ihanet ettiğini düşündükleri kişileri aslında kendilerine muhalif olan herkese karşı açıktan açığa siyasal terör yöntemlerini uygulamaktan kaçınmıyordu. (DEVAM EDECEK…)
“Tarih bilmeyen diplomat, pusuladan anlamayan kaptana benzer. Her ikisinin de karaya oturmak tehlikesi vardır.” A. Cevdet Paşa.