31 Mart İsyanı - SON –
“Osmanlı Çınarı”nın Kesilmesi
31 Mart Vakası, II. Meşrutiyetin ilanı ile başlayan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin devlete hâkim olma sürecinde önemli adımlarından biri sayılmaktadır. Öyle ki Said-i Nursi, “Maksat Sultan Abdülhamid’den istirdâd-ı hürriyet (özgürlüğün geri alınması) değilmiş. Belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış!” der.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultan Abdülhamid’e karşı mücadelelerinde meclisi daima olmazsa olmaz bir gereklilik olarak düşünmüşler ve kullanmışlardı. Çünkü bu sistemin temel yapısı meclisin teşkülüyle mümkündü. Fakat İttihatçıların yeni düzene ve muhalefete hazır olmadıkları da gün gibi ortadaydı. Hüseyin Cahit’te, “Hayatlarında bir kere olsun bir meclis nasıl toplanır, neleri münakaşa eder görmemişlerdi; ama Kanun-i Esasi ve Meclis-i Mebusan’a bir muskaya inanır gibi iman etmişlerdi” demişti. 31 Mart olayı bir irtica olayı olmayıp millet için bir afet ve bir cinayet olmuştu. Celal Nuri, “31 Mart’ta toplanan halk, meşrutiyeti de irticayı da bilmiyorlardı. Bu olay asla bir fikir ve içtihat neticesi olmuş değildi. Bu olay adi bir edepsizlik, birkaç baldırı çıplağın isyanı ve tahriki ve zorbalığı idi” diyerek olayın hükümetin gevşekliği ile ilgisi olduğunu söylemektedir. Cevat Rıfat Atilhan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kullanıldığını ima ederek, “31 Mart menfur ve mürettep bir olaydır. Gizli düşmanların senaryosunu hazırladığı, Siyonist ve dönmelerin sahneye koyduğu kanlı bir eylemdir” der. Friedrich Engels, “16. yüzyılda bile din savaşları adı verilen şeylerde bile, her şeyden önce çok olumlu maddi sınıf çıkarları söz konusuydu. Bu savaşlar da, daha çok İngiltere’de ve Fransa’da ortaya çıkan iç çatışmalar kadar sınıf savaşımları idiler” demektedir. Görüldüğü gibi eski dönemlerden günümüze kadar açık ve sinsi hedeflere din maskesi altında ulaşılmıştı. Hüseyin Cahit Bey, ”İstanbul’da bir irtica hareketi çıkarsa Selanik merkezi hemen harekete geçecektir. Her ihtimal düşünülmüş ve tedbir alınmıştır” diyerek önceden bazı olayların beklendiğini işaret etmekte ve buna rağmen hiç ilgisi olmadığı halde “irtica” kavramını kullanmaktaydı.
Yakın tarihimizde dini, siyasete alet etme geleneği Talat Paşa’nın II. Abdülhamid’in hal toplantısına şeyhülislamı katmak istemesiyle başlamış oluyordu. Zaten 27 Nisan’da toplanan Meclis-i Millî de hal fetvasını 152 oyla kabul ederek padişahı tahttan indirme kararı verilmişti. II. Abdülhamid, hiçbiri Türk olmayan dört kişilik bir heyetin hal tebliği ile tahttan indirilmişti. Adı geçen 4 kişilik kurul; ikisi Mebuslar Meclisi'nden, diğer ikisi de Ayân'dan olmak üzere oluşturulmuştur. Ayan üyelerini temsilen Kosovalı Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa ile Ermeni Cemaatinden Aram Efendi; Mebusan'dan Arnavutluk Milletvekili Jandarma Livâsı (Tuğgeneral) Esat Toptanî ve Selanik Yahudi Cemaatinden Emanuel Karusu bulunuyordu. Hâlbuki padişah devlet işlerini Bab-ı Ali’ye devrettiği halde ve verilen teminatın hilafına olarak tahttan indirilmişti. Daha vahim olarak Yıldız sarayında mevcut bulunan nefis eserler ve nakit para yağma edilmişti. Hüseyin Cahit Bey, “Hareket Ordusu’nda sıkı bir disiplin vardı, bir çapulculuk sahnesi olabileceğini akıl almaz, ortada çapulculuğa işaret olabilecek en ufak bir iz bulunmuyordu” demekle beraber aynı zamanda padişaha ait yazı takımı ve kalemini hatıra olarak aldığını da saklamıyordu! Tevfik Fikret ise olayı görmezden gelmeyerek Yıldız’da yaşanan soygunculuğu “Yağma Sofrası” adıyla bir şiirle eleştirmişti.
Osman Gazi bir gece rüyasında göbeğinden bir çınar ağacının çıktığını ve hızlıca dallanıp budaklanarak büyüdüğünü görür. Şeyh Edebali’nin yanına gider ve rüyasını anlatır. Edebali rüyayı şu şekilde yorumlar:
“Ey Osman! Müjdeler olsun ki, Allah, sana ve soyuna saltanat verdi. Dünya oğullarının himayesi altında ola.” Gerçekten de dünya ya yüzyıllarca nizam veren “Cihan İmparatorluğu” doğar. Maalesef ki devlet içinde post kapma yarışı yaparlarken devlet yabancılar tarafından yutulmaya başlar. İşte 31 Mart Vakası ile “Çınar” kesilmiş oluyordu.
Osmanlı ruhunu temsil eden son padişah olan Ulu Hakan II. Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.