Yetkilendirme tavrı yetkinliğin aynasıdır
Atalar, güzel insanlarmış. Güzel emanetler bırakarak göçmüşler ukbaya.
Ciltler dolusu bilgiyi bir cümleye yükleyerek yol göstermişler gelecek nesillere.
Atasözünü hep geçmişe yakıştırırız, nedense. Şu anki yaşayan nesil olarak biz, gelecek nesillerinin atası olmak gibi bir niyet taşımıyoruz, anlaşılan.
Böyle bir niyetimiz olsa, bizden de yol gösterici cümlelerin sadır olması, bu cümlelerin yaşayan kültür kitaplarına satır olarak geçmesi, doğal olandır. Biz bu doğallığın yanına yaklaşma niyeti taşımıyoruz, galiba.
Yine de denemek lazım diyorum, kendi hesabıma. Ve bu hesaba borç kaydedilsin diye kurmuş olalım, yazımıza başlık olan cümleyi.
Şimdi cümlenin yoluna lambaları dikelim ve aydınlatmaya çalışalım güzergahı, kalemimiz elverdiğince.
Geçmişte bu satırlarda, işinde pişenlerden ve pişirdikleri yemeklerden bahsetmiştik. İşinde pişenler, makamı işgal eden değil, zihnini işi ile meşgul eden, yetkisiyle kurumunu mamur edendir, demiştik.
Yetki, yetkin olanın elindeki hazinedir. Bu hazine doğru şekilde paylaşılırsa, bir servete döner.
Yetkinlik, işte bu yetki paylaşımında yani yetkilendirme tavrında gizlidir.
Ya da şöyle de diyebiliriz: Yetki sahibi bir kişinin kime ya da kimlere yetki verdiği, onun yetkin bir kişi olup olmadığını ortaya koyar.
Yetkinin kullanımının nihai amacı, kamu yararının gerçekleştirilmesidir. Bu uğurda en yüksek faydayı uman yetki sahibi, en doğru kişilere yetki vererek bunu gerçekleştirebilir. Bunun halk dilindeki karşılığı işinin erbabı olmaktır.
Her nasıl olmuşsa, bir şekilde yetkiyi eline geçirmiş bir kişinin, o iş için doğru kişi olup olmadığını tespit etmenin en kolay yoludur, kime ya da kimlere yetki verdiğini gözlemek.
Bu tespit olgusunda, yetkinin küçük olması ya da büyük olması önem arz etmez.
Bir toplum için düşünecek olursak; seçme yetkisini elinde bulunduran bireylerin kime ya da kimlere yönetim yetkisini verdiği, o bireylerin yetkinliği ile doğrudan ilintilidir.
Küçük bir kurum için düşünecek olursak; kurumun en başındaki kişinin kime ya da kimlere kurum işlerinin yürütümünde yetki verdiği, o idarecinin yetkinliği ile doğrudan ilintilidir.
Kamu yararını gözeten bir idareci, bir kişiye husumet de beslese, şayet yapılacak bir iş için en iyi aday husumetlisi de olsa, o kişi üzerinde karar kılabiliyorsa, bu tür karar sahiplerini hafife almamak ve yetkinliği bu tür kararlarda aramak gerekir.
Gerçekleşme olasılığı neredeyse sıfır olan bir karardan ve nesli tükenmiş bir yetkilendirme tavrından bahsettiğimin farkındayım elbet.
Gelin görün ki yetkinliği olan kişiler üzerinde karar kılınmadığı için, onlar da bu yetersizliklerini, yetki verdikleri kişilerin oluşturduğu aynalarda aşikâr ediyorlar.
Kaybeden yine aynı maalesef: Kamunun vermek zorunda olduğu o hizmetin muhatapları, yani halk…
Şunu da diyelim o zaman: Bu milletin en büyük düşmanlarından biri, yanlışının yüzüne söylenilmesinden hoşlanmayan ve yanlışın nereden kaynaklandığını bilen ve uyarısını yapan insanlara husumet besleyen, idareci kılığına girmiş kifayetsiz muhterislerin yetkilendirme tavırları olsa gerektir.
Sonraki nesillere bir atalar sözü olarak kalır mı bilmem fakat henüz fetönün ‘cemaat’ kavramı ile masumlaştırıldığı zamanlarda fetönün idareci kılığına girmiş bir teröristinin yüzüne, “adalet, idarecinin dilinde değil, fiilinde güzeldir” demiştim.
Bu terörist, göreve başlar başlamaz gizli bir niyetinin olduğunu adaletsiz tavırları, sinsi gülüşleri ve yetki verdikleri beyni satılmış itleri ile ortaya koymuştu. Bu sözümden sonra açılmadık soruşturma bırakmamıştı hakkımda.
Maalesef ki yetkinliği olmayan bu tür yetki sahipleri yüzünden yine kaybeden milletin evlatları oluyor. Zamanlar kayboluyor, emekler kayboluyor, ümitler kayboluyor…
Yetkin olmadığı apaçık belli olan kişilerin ellerinde bulundurduğu yetki yüzünden, gayreti ile milletine hizmet etme niyetinde olan hamiyetperver insanlar devlete ve millete küstürülmektedir.
Yetkin olmayanın aynasını kırmakla işe başlamak için en elzem şey, yetkilendirme sistemine neşter vurmak ve sistem ahlakını tesis etmektir. Bu yapılmazsa, her şey tersine gitmeye devam edecektir.
Bu tersine gidişten, seçme yetkisini elinde bulunduran milletin evlatlarının etkilenmeyeceğini düşünen yöneticilerimiz var ise, geçmiş olsun demek yetmez. Tâziye vakti gelmiş demektir.