Yeni 15 Temmuzların yaşanmasını istemiyorsak
15 Temmuz hâin darbe teşebbüsünü gerçekleştirenlerin kimyasını incelediğinizde, işlerini istişare ile yapan bir Müslümanca yapılanma değil de, her şey bir kişinin iki dudağı arasından çıkan “Hocaefendili” bir yapılanma görürsünüz. Dini en iyi bu “hocaefendi” anlar, siyasi yönlendirmeyi/hangi partiye oy verilmesi gerektiğini en iyi o bilir, sizin geleceğinizi, ne olmanız gerektiğini, hangi sektörlere, devletin hangi kılcal damarlarına sızmanız gerektiğini en iyi o bilir…
İşte 15 Temmuz darbe girişimini, Sahih İslam inancıyla değil de bu tip “hocaefendinin” anladığı hurafelerle dolu bir İslam’la yetiştirilmiş haşhâşî grup yapmıştır. Tehlike bitmiş değildir. Aynı ve benzer hurafelerle beslenen birçok grup vardır Türkiye’mizde…
Salya-sümük ne diyordu Fetö terör örgütünün uluslararası kukla lideri?:
“Ben Allah’ı gördüm. Kâinatı Muhammed’im için yarattım, senin için devam ettiriyorum.”
“Medine’de Rasûlullah’ın kabri başında ziyaret ederken Rasûlullah tecessüm ederek görüldü ve ona ‘Ne olacak bu ümmetin hali?’ dedim. Ümmetin halini sana emanet ediyorum dedi.”
“Rasûl şuradan çıkıp gelse ve bana müdahale etse ‘Ey Nebi! Sen vazifeni yaptın, söyleyeceklerini söyledin gittin. Şimdi söz bende’ derim.”
Fetö’nün haşhâşileri de “İçeri girmeyin. Hocaefendi Rasûlullah’ın ruhaniyeti ile istişare halindedir. Hangi ülkede okul açılması gerektiğini istişare ediyorlar.”
Bu sözler uydurma ve hikâye değildir. Bizzat kırk yıl onunla hizmet vermiş olan Latif Erdoğan ve Prof. Dr. Ahmet Keleş’in naklettikleri sözlerdir.
Bu tür sapık inanışlar sadece Fetö mensuplarında mı var? Hayır. Bakın:
15 Temmuz 2016 akşamı darbe kalkışmasından sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısı ile milletimiz meydanlara akın etmiş, haftalarca bayram havası içinde haklarına sahip çıkmıştır. Haliyle meydanlarda siyasi şahsiyetlerin yanında kanaat önderleri ve dini şahsiyetler de halka hitap etmişlerdir. Maalesef bazı din kisveli kişiler normal hayatlarında da insanları Allah’ın kitabına ve Rasûlullah’ın (sav) sünnetine değil de peşine takıldığı zatlara ve kendi yorumlarına çağırdığı gibi bu perişan halini meydanlara da taşımıştır. Bunlardan ismini vermeye gerek görmediğim ve hep babasının sırtından geçinmeye çalışan bir zat, Konya Mevlana meydanında: “15 Temmuz gecesi F-16 uçaklarının köşe-bucak arayıp da bulamadığı Cumhurbaşkanımızın uçağını, Cebrail (a.s) başkanlığındaki melekler ordusu ve KONYADAN GİDEN EVLİYAULLAHIN RUHANİYYETİ KURTARMIŞTIR” demişti.
Bu sözler, toplumu Kur’an ve Sahih Sünnet yerine uydurulmuş menkıbe, bidat ve hurafelerle inşa edenlerin hezeyanlarıdır. 15 Temmuz gecesinde Yüce Allah’ın yardımının tecelli ettiği bir gerçektir. Allah bu yardımını “Kün, fe yekûn/ol der oluverir” şeklinde yapabileceği gibi “Müslümanları görünmez ordularıyla desteklediğini ifade ederek -özellikle Âl-i İmran 124-125, Enfal suresi 12. ayette açıkça bunların melekler olduğu ifade edildiği üzere- melekleri vasıtasıyla da yapabilir. Ama Peygamberlerin veya evliyaullahın ruhaniyeti ile yardım ettiği iddiası bidat ve hurafedir.
Kur’an ve Sünnet temeline dayanan Sahih İslam inancına göre Peygamberimiz ölmüş/rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Dolayısıyla dünya ile ilişkisi kesilmiştir. O, sünneti ile aramızdadır.
Yüce Kitabımız ne buyuruyor?
“Sen öleceksin, onlar da ölecek” (39Zümer:30)
“Her canlı ölümü tadacaktır.” (3Âl-i İmran:185)
Rasûlullah vefat edince Hz. Ömer kılıcını çekerek “Kim Muhammed öldü derse boynunu vururum” demişti. Hz. Ebû Bekir soğukkanlı bir şekilde Rasûlullah’ın cesedinin başına vardı, yüzünü açtı, iki gözünün arasından öptü ve “Yâ Rasûlallah! Ne güzel yaşadın, ne güzel öldün” dedi. Minbere çıktı ve Ashaba dönerek “Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki, o ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa O, hayyün lâ yemûttur/diridir, ölmez” dedikten sonra yukarda yazdığımız Zümer 30. ayeti “Sen öleceksin onlar da ölecek” ve ““Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır” (Âl-i İmran:3/144) ayetini okuduktan sonra, başta Hz. Ömer olmak üzere sahabe rahatladı. İbn-i Abbas der ki: Ashab’ı, o derece şaşkınlık kuşatmıştı ki, bu ayeti Ebû Bekir okuyana kadar Allah’ın bu ayeti indirdiğini sanki bilmiyorlardı da bütün cemaat Ebû Bekir’den öğrenmişlerdi. Sonra her işiten Sahabi bu ayeti okumaya başlamıştı.” (Bkz: Buhari, Tecrid-i Sarih Tercemesi, c.11, s.26-27, Diyanet yayınları, ikinci baskı)
Şimdi bizler de Hz. Ebû Bekir tavrı göstererek, “Peygamber ölmemiştir. Ruhen ve bedenen diridir. Melekût âleminde ve dünyanın her yerinde dolaşıyor” diyen paralel din mensuplarının zihinlerine bu ayetleri çakarak, Hz. Ebû Bekir’den işiten her Sahabi’nin, ayeti okumaya başladığı gibi onların da okumaya başlamalarını sağlamaktır.
Paralel dinin hocaları, şeyhleri, pîrleri bunları demekle kalmıyor, O’nu müzik olimpiyatlarına ya da sohbet ettikleri ortamlara getiriyorlar. “Vallahi de billahi de şu anda Rasûlullah, ruhaniyeti ile aramıza katıldı” hezeyanı ile halüsinasyonlar/sanrılar/varsanımlar geçirip patolojik bir ruh hali sergileyerek kendi primlerini artırmaya çalışıyorlar. Başka bir ifade ile kendilerini çok kutsal bir makamda göstermek için sırtlarını Peygambere dayayarak Allah’ın Rasûlü üzerinden prim devşirmektedirler. Bu tutum, tam bir Peygamber istismarı ve din bezirgânlığıdır.
Peygamber Efendimiz de faniliğini ve İsa (a.s) gibi ilahlaştırılmamasını şu güzel sözleri ile ifadelendirmişlerdir; “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı yücelttikleri gibi siz de beni aşırı yüceltmeyin. Ben sadece bir kulum. O halde bana Allah’ın kulu ve elçisi deyin.” (Buhari, Enbiya 64, 48)
Rasûlullah (sav): “Uhut’ta şehit düşen Abdullah bin Amr’a, Allah “Ey kulum! (Benim yolumda şehit oldun) benden ne dilersen dile, dilediğini sana vereyim!” dedi. O da:
“Ey Rabbim! Beni bir kere daha dirilt, senin yolunda ikinci kere öleyim!” dedi. Allah (cc) da: “Benden daha önce şu hüküm sadır oldu: “Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler” buyurdular. (Tirmizi, Tefsiru Sureti, 3/18; İbn Mâce, Mukaddime, 13; ayrıca bak: Elmalılı Tefsiri, 2/464)
Bu hadis de “Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler” açık ifadesiyle, ölenlerin hem ruhen, hem bedenen dünyaya bir daha gelemeyecekleri ifade edilmektedir. Bu sahih hadis ve yukarda zikrettiğimiz ayetlere ters düşen diğer bütün rivayetler reddedilir ve uydurma olduğu kabul edilir.
Eğer ruhların bir tasarrufu olsaydı başta “âlemlere rahmet olarak gönderilen” peygamberimizin ruhu tasarrufta bulunurdu. Bilindiği gibi Sahabe döneminde oluk oluk kan akmış, Cemel ve Sıffin savaşlarında, Kerbela’da binlerce sahabe kanı dökülmüştür. Eğer Rasûlullah’ın ruhu tasarrufta bulunsaydı, ruhaniyeti ile tecelli edip istişareler yapmaya gelerek, “Ey damadım Ali, eşim Aişe, ne yapıyorsunuz? Ben sizi bu hale düşün, bir birinize kılıç çekin diye mi dizimin dibinde eğittim? Haydin kılıçları kınına sokun, kardeşler olun bakayım” derdi. 1400 yıl sonra, birilerinin hatırına, berzahları aşıp “hangi ülkede okullar açmalısın” diye istişare yapmak, ya da birilerinin sohbet gruplarını ruhaniyeti ile tebcil etmek için geldiğini söylemek veya F-16’lara karşı Cumhurbaşkanının uçağını velilerin ruhaniyeti korumuştur demek bir çarpıtma, utanmazlık, sapıklık ve hezeyandan başka bir şey değildir!!! İşte bunun adına din istismarı ve dini yozlaştırma derler. Başka bir ifade ile bu, dini sömürerek semirmedir. Bu, makamı-mevkii ve dindeki yeri ne olursa olsun hiç kimsenin hakkı da değildir haddi de!!!
Yeni bir 15 Temmuz kutlamasında bu gerçekleri de görelim. Yoksa Fetö gider, yerine Metö gelir. Teemmül oluna!!!
Rabbim bizlere, Kur’an’ı ve Peygamberini, bidat ve hurafeden arınmış bir şekilde nasıl doğru anlamamız gerekiyorsa öyle anlamayı ve doğru olarak yaşamayı nasip etsin.