Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Çiçekçi

Çiçekçi

            Gül satardı, sarı güller. Mevsiminde lale, onlar da sarı olurdu. Yirmili yaşlarda zayıfça, kavruk teni, uzun boyu uzun saçıyla fişek gibi bir delikanlı. Sesi de yanık, asılırdı akşamüstü. Kucağında tutardı çiçekleri, nasıl da sakınırdı. Her müşterisine sıcacık gülümser sanki bir yâre verir gibi çiçeği uzatırdı. Kimdi, kimi kimsesi var mıydı, pek bilen yoktu neden hep yalnızdı. Bir ben bilirdim yaşlı annesiyle küçük kardeşine baktığını.

            Yağmur çiseliyordu bir Nisan ayı, azarlanmıştım, içimdeki çocuk ağlamıştı. Koca adamım, iş güç sahibiyim elim ekmek tutmuş güya. Benim de masum ve saf bir tarafım var oysa. Yağmurda ıslandığıma aldırış etmeden yürümüş, onca kalabalığa rağmen yalnızlığımın hesabını bakkala yazdırmıştım. Öfkeli değildim, kızgın değil belki kırgın… Onun hamlesi getirdi beni kendime, baktım çiçekçi; bana bir gül uzattı. Kaldırdım başımı, gülümsedi; “bir gül alıver, iyi gelir abi, derdin neyse deyiver.” Kızacak oldum, sen de kimsin” diyecektim demedim baktım olmayacak ben de gülümsedim.

            Oracıkta oturduk kaldırıma, tüm çiçeklerini bastı kucağına, güller mi açtı gönlümüzü, laleler mi çözdü dilimizi bilemedim. Kâh o anlattı kâh ben dinledim. Baktım hep ben dinlemişim ses etmedim. Babası öldükten sonra küçük yaşta başlamış annesinin yanında çiçek satmaya. Yaşı ilerleyip çıkamaz olunca annesi bizim çiçekçi yalnız başlamış çiçek satmaya. Kardeşi okuyor, okusun abi dedi, okusun da büyük adam olsun. O kadar anlattı, söyledi ama hiç dertlenmedi, kanaat etmiş, işini sevmiş “onu” çok sevmiş. Adı çıkmış “sarı çiçekçiye” onun da çok hoşuna gitmiş.

            Ahbap olduk çiçekçiyle, sarı güllerini, sarı laleleri kendi eliyle hazırladığı demetlerle satmaya devam etti. Kendince alışkanlıkları vardı bizim delikanlının misal son gülü asla satmazdı. Günü gelir yolu süpüren çöpçüye, simitçiye, çaycıya verirdi. Bazen küçük bir kız çocuğuna nasip olurdu o sarı gül bazen yaşlıca sevimli bir çifte. Sesi güzel dedim ya bir türkü asılırdı hele ben olunca yanında. Ben dalar giderdim o derin bir of çekerdi.

            Hep aynı yerde aynı edayla alışmıştım onu görmeye. Şimdi düşünüyorum yıllarca aynı caddeden gelip geçmiştim de neden onu fark etmemiştim. Yürüyüp gittiğimiz bu hayat yolunda kimler var hiç fark edilmeden göçüp giden paşam!

            Gül satardı, sarı güller sarı laleler hem. Sahi neden hep sarıydı? Takılıp kaldım bir gün elindeki güllere, uzunca dalmışım. Fark etti “Sevdim ben” dedi “çok sevdim.” Bekliyormuş bunu mahallesinden. Daha ilk gençlik yılları görmüş, gönlü düşmüş. Genç kız da sevdalı, saf ve temiz “gel iste” demiş ama “tüm güller sarı olacak, illa sarı isterim” demiş. Bizim çiçekçi o günden beri sırf o seviyor diye sarı güller satar olmuş.

            Gitmişler elde çiçek annesiyle kardeşi. Kızın annesi anlamış halden, lakin babanın gönlü olmamış. Şart koşmuş “git çalış, iş kur kendine, değilse bir daha gelme” diye. Boynu bükülmüş her iki gencin ama bizim çiçekçi kararlı, “çalışırım ben, yeter ki bekle sen, çok geçmez geliriz yeniden.” O günden sonra daha bir aşkla şevkle asılmış işine, sarı güller çoğalmış, sarı lalelerin müşterisi artmış. Onu böyle görünce içimden “Ne mutlu, seviyor işte, emek veriyor” dedim ve nasıl da takdir ettim.

              Düğününü anlattı bana, hayalindeki düğünü. “Çok kimse olmayacak zaten, yakın birkaç akraba bir de sen” dedi bana. Sarı güllerle donatacağım her yeri, masada sarı laleler, her davetlinin yakasında ve duvağında… Bunları anlattığı o gün son sarı laleyi bana verdi, gülümsedi.

            Aradan geçti belki beş belki on gün. Bizim çiçekçi görünmedi, günler geçti gelmedi. Ne simitçi biliyor ne çaycı. Evine baktırdım yoklar, komşulara sordum habersizler. Ümit bitti bitecek, sıcak bir Temmuz sabahı, karışmışken koca şehrin kalabalığına onu gördüm aynı yerinde. Yaklaştığımı görünce, boynunu büktü. Oturduk kaldırıma, uzunca bir sessizlik, anlattı sonra kısaca.

            Sevdalısı, yanında bir adamla, yürüyorlarmış yolda. Yaklaşınca bizim delikanlının yanına, adam dönüp kıza “bak, sarı güller, çok seversin sen… Ver bakalım hepsini çiçekçi” demiş aniden. Delikanlı vurulmuş beyninden, öyle sıkmış ki gülleri, dikenleri geçmiş eline, kanamış ince ince. Tüm sarı güller kana bulanmış… Kaldık öylece.

            Bizim çiçekçi o günden sonra hiçbir zaman hiç sarı gül satmadı.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi