Yalan dağları aşmış
Net bir cümle ile başlayalım.
Şayet, İnsanlığın Serveri’nin sadece bir hassasiyetini bile dilimize, gönlümüze, gözümüze, sözümüze, şahsiyetimize ve dahi yaşantımıza tatbik edebilseydik, sanırım ülkemiz cennet olur, Allah daha iyi bilir amma, sanırım ülkemizde yaşayan bütün insanlar da cennetlik olurdu.
Nedir o hassasiyet?
Bence, yalan söylememektir.
Hepimiz biliyoruz vakayı. Sorulur İnsanlığın Serveri’ne. O da cevap verir:
-Mümin hırsızlık yapar mı? Evet, bazen olabilir.
-Peki, Mümin zina eder mi? Ebu’d Derda hoşlanmazsa da evet, edebilir.
-Peki, Mümin yalan söyler mi? Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur.
Evet, sahih olan ve yaşananlar budur. Haberdar olduğumuz ilke, Müslümanın asla yalan söyleyemeyeceğidir.
Nisyan ile malul insanın hafızası kendisine kadirlik ederse, yani hatırlama hususunda insanın ahlakına hafızası destek vermezse, maruzat elbette devrededir.
Demek ki; yalan ile iman, yalan ile güzel ahlak aynı yerde oynaşmaz, aynı binaya temel olamazlar.
Bir düşünsek acaba, yalan olmasa neleri kurtarabilirdik?
En net cevabı hemen veresim geldi. Sanırım her şeyi kurtarırdık. Ve sonra kurtarmak zorunda kalacağımız bir ukbamız, bir ahiret kaygımız kalmazdı.
Devlet memuru olan evlatları için, anneler babalar ‘o kendini kurtardı’ derlermiş. Sanırım dünyalık yaşantının iliklerimize kadar işlemesi nedeniyle bu cümleleri kurar olmuşuz.
Kendini kurtarmak, yalansız bir yaşantı ile ukbayı kurtarmak olarak kabul edilmediği müddetçe, yalan, dolan ve hırsızlık ile devlet memuru olanların ahlakına mahkum bir sistem ile dünyasını kurtardığını zannedip ukbasını berbat eden insanlar olmaktan kurtulamayacağız.
Yalanın dağları aştığı zamanları yaşıyoruz. Her yeni gün şahit olduğumuz omurgasızlıklar, yalana müptela şahısların güzel ahlakı iptal ettiği günleri ömür takvimine ekliyor, maalesef.
Yaşadığını değil de söylediği zaman kendisinin zarar görmeyeceği şekilde beyan kurgulayan ve bunu şahsiyetine şeref sayan şahısları gördükçe, insanın ümidi azalıyor.
Ve ahlaksızlık saltanat sürüyor, ahlaksızlar da sefa…
Son bir yılda yaşayarak şahit olduğum ve tespit ettiğim en net husus şudur:
Söylediği yalanlar ile ahlaksızlığını tahkim eden şahısların besini, bu şahıslara sergilenen yersiz merhamet ve omurgasızların oynaklığıdır.
Bu merhameti ve oynaklığı tepe tepe kullanan ahlaksız, işi, yalanın ötesine geçirip iftiraya terfi etmeyi de kazançtan sayıyor.
Bu ahlaksızlara yersiz merhamet sergileyenlere hatırlatalım ki; yalancılar da namaz kılıyor, müfteriler de namaz kılıyor, hatta fetö artığı ve de kriptolar bile namaz kılıyor.
Böylelerinin namazlarına aldanıp merhamet sergileyenler, bir şekilde yalanın ucundan tutmak zorunda kalıyorlar ve bunun da bir iman zaafiyeti olduğunu ve ahiretlerini sıkıntıya soktuklarını akıllarına bile getiremiyorlar.
İşleyen bir kaderin olduğuna ilişkin inancımız, belki de yalancı ahlaksızlara karşı en büyük silahımız ve teselli kaynağımızdır.
Ve evlatlara da tavsiyemiz şudur:
Evlat! Yalan, yalamayı seven karaktersizleri yılana çeviren kirli bir yoldur. Bu yola girersen, çıkamazsın. Yalan yalanı getirir, her yalan da sendeki güzel olan bir şeyi, zamanla her şeyi götürür. Ve günlerin sonunda yalan olursun.
Günlerin sonunda yalan olacak karaktersizlerle mücadelenin tek yolu, yalana sarılmadan gayrete sarılmaktır. Ve gayrete aşık olan kader, seni mahcup etmeyecektir. Buna bütün kalbinle inan!
Evet, evlatlara tavsiyemiz budur ve bu olsun.
Evlatlarının ölüsünü öperek yalan söyleyen baba görünümlü omurgasızlardan da Rabbim hepimizi uzak etsin.
Hepimiz biliyoruz ki, dünyalık yargı sistemimiz yalancıyı tahkim etmiş, kuvvetlendirmiş durumda. Beyan üzerinden yargılama yapan adalet sistemimiz, yalan üzerinden verilen hükümleri koyuyor önümüze. İdari soruşturmaların bel kemiği de yalan olmuş.
Ve önümüz tıkanıyor, verilen hükümler ümidimize dokunuyor, ağır geliyor, yaralanıyoruz. Toplum olarak yara alıyoruz.
İlacımız bellidir.
Hep söylendiği üzere; yılandan kaçar gibi kaçmak zorundayız yalandan. Bu yılana, okyanusa düşsek bile sarılamayız.
Varsın doğru olsun, sonu ne olursa olsun, cesaretiyle bir güzel hayat yaşamak, sanırım insanın kendisini kurtarmasına yetecektir.
Kendini kurtarmanın, devlet memuru olmak olmadığını ve yalanı su gibi içen devlet memurlarının, bu milletin en büyük talihsizliği olduğunu ifade ederek bitirelim.