ÜZÜMCÜ DEDE
Çocukluğumun bir dönemi, cephesi “Üzümcüler Sokağı”na bakan ve pencerelerini rengârenk sardunyaların süslediği küçük bahçesi olan şirin bir evde geçti. Bahçemizin girişinde bulunan ve neredeyse evimizin çatısının büyük bir bölümünü kapatarak oradan sokağa taşan iğde ağacı yüzünden evimiz; “İğdeli Ev” Diye anılır olmuştu. Evimizin karşısında göz alabildiğince uzayıp giden ve kamış çelenli kerpiç duvarların çevrelediği büyük bir üzüm bağı bulunmaktaydı. Bu üzüm bağı sokak sakinlerinin “Üzümcü Amca” Diye hitap ettikleri yaşlı ve nur yüzlü bir piri fani’ye aitti. Onu herkes sever ve sayardı. Sözü dinlenir, hatırı sayılırdı. Yardıma muhtaç olanları gözetir, sıkıntısı olanların sorununu çözerdi. Mahallenin tüm çocukları gibi bende onu gördüğüm yerde hemen arkasından koşar, cebinden eksik etmediği akide şekerlerinden nasiplenmek için elini öper, şekerimi alırdım.
Neredeyse her hafta sonu “Üzümcü dede” nin şehrin merkezinde oteli olduğu söylenen Metin adındaki oğlu, Chevrolet marka otomobiliyle babasını ziyarete gelirdi. O gelir gelmez sokakta ne kadar çocuk varsa otomobilin yanında toplanır, aşina olduğumuz lüks otomobili sanki ilk kez görüyormuşuz gibi etrafında pervane olurduk. Hepimiz “Üzümcü dede” gibi altından kalbi olan torunu Hüseyin’le arkadaşlık kurmuş, onun mahalleye gelişini adeta iple çeker olmuştuk. Onunla oynadığımız oyunlar zevkli olurdu ve vaktin nasıl geçtiğini bir türlü anlamazdık.
Arada bir Hüseyin’e “Babana söyle de bizi arabasıyla gezdirsin” Diye takılırdık. O da babasına söylerdi. Babası şöyle bir gerinir, arkasından da “Hadi çocuklar binin arabaya” diye seslenirdi. İşte o zaman sevinçten içim içime sığmaz olurdu. Otomobilin koltuğuna gömülür, sevinçten ne yapacağımı bilmez bir halde sağa sola bakınır dururdum. Sokağın sonuna kadar gider, sokağı kesen cadde de şöyle bir tur attıktan sonra bizi evlerimize bırakırdı.
Metin amca kapının önüne çektiği otomobilini fırsat buldukça eline aldığı nemli bir bezle bir güzel siler, biz de onu bir köşeden öylece seyrederdik. Temizlik yaptığı sırada otomobilin kapılarını ardına kadar açar, pikaba yerleştirdiği taş plaktan etrafa Nuri Sesigüzel’in söylediği “Aynaya baktım, saç beyaz olmuş” şarkısı yayılırdı. O bitince arka arkaya Yıldız Tezcan’ın söylediği; “Bağdat yolu” nu ve Ahmet Sezgin’in söylediği, “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” İsimli plakları çalar, işi bitinceye kadar bu şarkıları bıkmadan usanmadan dinlerdi.
Oğlu evde olduğu zaman “Üzümcü dede” pek ortalıkta görünmezdi. Bahçenin işlerini birkaç günlüğüne de olsa oğluna havale eder, kendisi bir güzel dinlenir ve rahatsız olan eşi Elvan teyzeyle ilgilenirdi.
O yıl uzunca bir süre “Üzümcü dede” den haber alamamıştık. Bir bahar günü rahatsızlanarak hastaneye yatırıldığını duymuş ve üzülmüştük. “Üzümcü dede” rahatsızlanınca, oğlu annesini evine götürmüştü.
Kara haber tez duyulmuştu. Çok geçmeden “Üzümcü dede”nin ölüm haberi, mahallemizin minaresinde okunan sala ile kulaklarda yankılanmıştı. Mahalle üzüntüye gark olmuş, üzümcü sokağı sakinleri karalar bağlamıştı. Artık sokağımıza ne Metin amca, ne de Hüseyin gelmez olmuşlardı. İçinde Hüseyin’in olmadığı oyunlardan zevk alamaz olmuştuk. Artık “Üzümcü dede” yoktu. Şimdi başımızı kim okşayacak, bize kim şeker verecekti.
Sağlıcakla kalınız.