Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Unutulan Bir Sünneti İhya: “İtikâf”

Unutulan Bir Sünneti İhya: “İtikâf”

Mübarek ramazan ayı, başlı başına bir arınma ayıdır.  İşte bu arınma eyleminde unutulan sünnetlerden birisi de  “itikâf” ibadetidir. İtikâf,  İslam’ın önemli bir şiarıdır. Şiarlar, Yüce Allah tarafından vazedilen, O’na kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve sembollerdir. Bu bağlamda dini şiâr, hem ibadet mekânına ve hem de ibadetin kendisine denilir. Her inanç sisteminin, ona kimliğini ve kişiliğini veren, onu diğer inanç sistemlerinden ayıran, farklılaştıran, belirgin kılan şiarları, sembolleri ve alametleri vardır. Çünkü dini semboller, salt bir uygulamaya değil, ayna zamanda dini yaşantıya da çağırırlar. Dinin şiarları, ülkelerin bayrakları, sınır taşları ve işaretleri gibidir, görüldükleri yerin kimliğini belli ederler. Kur’an-ı Kerim’de, açıkça mü’minler, Allah'ın şe'âirine hürmetsizlik etmekten ve hürmetsizlik etmeyi hoş görmekten men edilmişlerdir. (5/Maide 2).

İslâm’ın şiârları,  dini ilkelerin tatbikatının sosyal hayatta görünür kılınmasının bir anlatım biçimidir. Bu sebeple dini şiarlar arasında yer alan ve dini açıdan  sünnet-i müekkede olan itikâf ibadetinin ihya edilmesi konusunda çaba gösterilmelidir. Şiarların terki, zaman içinde dinin zayıflayıp etkisizleşmesine, hatta büyük ölçüde yok olmasına sebep olabilir.  Bundan dolayı, dini kaynaklarda şiarların yaşatılması üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Zira İslam’ın varlığı, şeâirin varlığıyla kaimdir. Bu sebeple dinimize yapılacak en önemli hizmet, hayatın bütün alanlarında “dini şiârları”  ihya etmek ve yaşatmaktır.  Bu bağlamda itikaf sünnetini ihya etmek önemlidir. Nitekim bir rivayette Resul-i Ekrem (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin fesada gittiği zamanda kim benim sünnetime sarılırsa ona yüz şehit sevabı vardır.” Bu rivayette kastedilen, unutulan dinin şiarlarını ihya etmek suretiyle yaşatmaktır.

Sözlükte, “ hapsetmek, alıkoymak, bir yere yerleşmek” demek olan itikâf, terim olarak, “kişinin, Ramazan ayının son on gününde ibadet maksadıyla dışarıyla ilişkisini keserek, Allah’ın rızasını kazanma adına mescitte kalması” şeklinde tanımlanabilir. İtikâf, Hz. Peygamber (a.s)’ın hiç terk etmediği bir ibadettir. O,  özellikle Ramazan ayının son on günü geldiği zaman Mescid-i Nebevinin ravza kısmında bulunan  Tevbe sütununun arkasında  Türk çadırı kurdurur ve orada itikâfa girerdi. İtikaf, Kur’an ve sünnetle sabit bir ibadettir. Nitekim Kur’an’da itikaf ibadetinden şöyle bahsedilir:

“Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara sevap kazanma(ları ve birleşip bütünleşmeleri için toplantı) ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e de: “İbadet kastıyla Kâbe’yi tavaf edenler, itikâfa çekilenler, rükû ve secde edenler için Evim’i tertemiz yapın.” diye emretmiştik. (Bakara 2/125).           İtikâf konusunda bir başka âyette de şöyle buyrulur: “…Fakat mescitlerde itikâfa (ibadete) çekilmiş iken kadınlarınıza yaklaşmayın. Bu (hükümler) Allah’ın (yasak) sınırlarıdır; sakın sınırlara yaklaşmayın! Allah, sakınıp korunsunlar diye âyetlerini insanlara böyle açıklar.” (Bakara 2/187).

Diğer taraftan, Hz. Ayşe validemizden gelen bir rivayette Hz. Peygamber (a.s), dâr-ı bekaya intikal edinceye kadar Ramazan ayının son on gününü itikâfla geçirdiğinden bahsedilir. Yine Hz. Ayşe annemiz Resullullah’ın itikâfı hakkında şunları da söylemiştir: “Resulullah (s.a.v), Ramazan ayının son on gününde ibadet hususunda başka zamanlarda göstermediği gayreti gösterir,  gecesini ihya eder ve ibadet için aile fertlerini uyandırırdı.” Ebû Hüreyre (r.a.)’den gelen bir başka rivayette de:  “Hz. Peygamber (a.s),  her Ramazan ayında on gün itikâfa girmiş, vefat ettiği senenin ramazanında ise yirmi gün itikâfa girmiştir” diye buyrulur.

İtikâf,  hayatı yavaşlatarak mü’min insanın, Yüce Allah’a bütün benliği ile teslim olmasıdır. Bir Müslümanın ibadet ve itaatte bulunmak maksadıyla zamanının belirli bir kısmını ayırması, nefsani ve şehevi arzularına dur demesidir. Buradan elde edeceği manevi hâsıla, onun hayatında itiyat haline dönüşecek ve güzel ahlaklı bir mü’min olmasına katkıda bulunacaktır. İtikâf ibadeti, tevhid mücadelesinin önderi Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail peygamberlerden bu yana devam ettirilen bir sünnettir.  Elbette namazın, haccın ve orucun bir takım rükün ve şartları olduğu gibi itikâf ibadetinin de bir takım şartları vardır.  İtikâfa giren bir kimsenin itikâfının caiz olabilmesi için; başta niyet etmekle birlikte; cenabetlikten, hayız ve nifas gibi hallerden temizlenmiş olması gerekir.

Ramazanın son on gününde itikâfa girilecek mekânlar arasında camiler gelir. Her ne kadar Cuma namazı kılınan bir camide itikâfa girmek daha sevapsa da cemaatle beş vakit namaz kılınan mescitlerde de itikâfa girilebilir. Nitekim son zamanlarda bazı müftülükler il ve ilçelerde itikâfa girilecek camileri önceden cemaate duyurmaktadırlar. Kadınlar ise, evinin mescit olmaya uygun olan bir köşesinde itikâfa girebilirler. İtikâfta belli bir süre yoktur. İtikâfa niyet etmek şartıyla camide ya da mescitte birkaç saat ya da birkaç gün kalınabilir.  İtikâf hem ramazan ayında ve hem de ramazan ayının dışında da olabilir. Ancak, itikâfa ramazan ayının son on gününde girilirse, Kadir gecesi de ihya edilmiş olur.  Hz. Ayşe (r.a.) validemiz: “Resul-i Ekrem (a.s) Ramazanın son on gününde itikâf için çok yoğun bir gayret içine girer, gecesini ihya eder ve ibadet için aile fertlerini uyandırırdı” buyurmuşlardır.  Bizler de itikâf sünnetini ihya etme adına ramazanın son on gününü itikâfla geçirmeli ve ibadetlerde yoğunlaşmalıyız.

İtikâfa girmenin çok büyük sevabı ve manevi yararları vardır. İtikâfta olan günahlardan uzaklaşır, günahlardan arınır, Yüce Allah katındaki mertebesi yükselir. İtikafımızın sahih olması için itikâfa girecek olan Müslümanların girmeden önce İslam İlmihali kitaplarından itikâfla ilgili bölümleri okumaları gerekir. Nelerin itikâfı bozup bozmadığı bilgisi önemlidir.

 İtikâfa giren bir Müslüman gücü nispetinde namaz kılar, Kur’an okur, kendisi, ailesi ve bütün dünya Müslümanları için dua eder, istiğfarda bulunur ve Cenab-ı Hak’ı çokça zikreder.  Dünya işlerinden ilgiyi keser, hayatının bir muhasebesini yapar, kar ve zararlarını gözden geçirir.  Ayrıca dini bilgiyi artırma yönünden de bu altın zamanları iyi bir şekilde değerlendirir.  Her an Yüce Allah’la birlikte olduğunun idrakinde olur. İtikaf günlerinde gönül gözü açılır, hayatına kuşatıcı bir şekilde rahmetler saçılır. Manevi gelişim ve inkişaf yolunda büyük mesafeler kat edilir.  Son yıllarda bazı seküler çevreler ya da yaşam koçları hayatın yoğun stresine ve sorunlarına karşı reiki, meditasyon, yoga gibi uzak doğu hint dinlerinin ritüellerini çözüm olarak önermektedirler.  Hâlbuki huşu içinde kılınan bir namaz, itikâfta geçirilen maneviyatla zenginleştirilmiş vakitler sadece bir zihin boşalması değil, imanı kemale erdirme çabası, nefis terbiye ve muhteşem bir tezkiye ameliyesidir. Gerisi boş işlerdir.

Ne mutlu ihyası unutulan bir çağda,  itikaf  sünnetini ihya edenlere!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi